• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/ali.gulhan.58
  • https://www.twitter.com/ali69gulhan
ali gulhan

MUSA ALEYHİSSELAM

MUSA ALEYHİSSELAM

 

Musa (a.s.) İle Hızır (a.s.)’ın Kıssası

 

76) Ubey bin Ka’b (r.a.)’dan rivayetle, Resûlullah (s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu işitmiştir:

“Musa (a.s.) bir gün İsrail oğullarından bir topluluğun içinde bulunurken bir adam geldi ve:

“Senden daha bilgili var mıdır?” diye sordu. Mu­sa da:

“Hayır” diye buyurdu. Bunun üzerine Yüce Allah (c.c.):

“Elbetteki var. kulumuz Hızır!” diye vahyetti. Musa da bunun üzerine, Hızır’a nasıl ulaşılacağını sordu.

Allahu Teâlâ da ona ulaşmak için balığı bir işaret kıldı ve ona:

“Balığı nerede kaybedecek olursan bil ki orası Hızır’ın yeridir.” buyurdu.

Musa (a.s.) da (Denize çıkıp), denizdeki balığın izini takip etmeye, Hızır’ı aramaya koyuldu. (Genç adam): Musa’ya:

“Gördün mü! dedi. Kayaya sığındığımız sırada balığı unut­tum. Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı. O, şaşılacak bir hâlde denizde yolunu tutup gitmişti. Musa:

“İşte aradığımız o idi.” dedi. Hemen izlerinin üze­rine geri döndüler.” (Kehf: 18/63-64)

Bunun üzerine Hızır’ı buldular ve Allah’ın kitabında hak­larında kıssayı buyurduğu (gibi) olaylar gelişmeye devam etti.”[1]

v Buhârî’de (78) gelen yine bir rivayet lafzı şöyledir:

“Musa (a.s.) bir gün İsrail oğullarından bir topluluğun içinde bulun­duğu bu sırada bir adam gelip:

“Senden daha bilgisi var mı­dır, biliyor musun?” diye sordu. Musa da (a.s.):

“Hayır” dedi. Bunun üzerine: Allah-u Azze ve Celle:

“Elbetteki var. Kulu­muz Hızır!” diye vahyetti. Musa da (a.s.) bunun üzerine, Hızır’a nasıl ulaşacağını sordu. Allahu Teâlâ da: “Ona ulaşmak için (Denizdeki) balığı bir işaret kıldı ve Ona:

“Balığı nerede kay­bedecek olursan bil ki oradan geri dön, çünkü orası Hızır’ın yeridir.” diye buyurdu. Musa da, denizdeki balığın izini takip etmeye, Hızır’ı bulmaya koyuldu.

“(Genç adam): Musa’ya: “Gördün mü!” dedi. Kayaya sı­ğındığımız sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamı bana şey­dandan başkası unutturmadı. O, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti.” (Kehf: 18/63).

“Musa: “İşte aradığımız o idi” dedi. Hemen izlerinin üze­rine geri döndüler.” (Kehf: 18/64). Bunun üzerine Hızır’ı buldular ve durum Allah’ın kitabında, haklarında kıssası buyurulduğu üzere devam etti.”

v Buhârî’de (122) geçen başka bir lafız şöyledir:

“Musa (a.s.), İsrail oğulları arasında hutbeye kalkmıştı. Kendisine:

“En bilgili insan kimdir?” diye soruldu.

“En bilgili Benim” diye cevap verdi. (Bu konudaki) ilmi (Allah daha iyi bilir, diyerek) Allah’a (c.c.) havale etmediği için Allah (c.c.) onu azarladı. Allahu Teâlâ:

“İki denizin birleştiği yerde kullarım­dan biri var. O senden de bilgilidir” dedi.

“Ya Rabbi! Ona nasıl ulaşabilirim?” diye sordu. Ona:

“Bir zembil içinde bir balık taşı. Onu nerede kaybedecek olursan (Hızır) oradadır.” denildi. (Musa (a.s.) gitti. Yardımcısı Yuşa bin Nûn'u (a.s.)’da beraberinde götürdü. Bir zembil içinde bir balık koyup yüklendiler. (İki denizin birleştiği yerdeki) kaya­nın yanına varınca başlarını (yere) koyup uyudular.” Derken balık zembilden sıyrıldı ve deniz içinde kendine su küngü gibi (bir boşluk bırakarak) yol açtı.” (Kehf: 18/63).

Musa ile yardımcısı (bu olay üzerine) çok hayrette kaldı­lar. (Uyandıktan sonra) o gecenin bakiyesi ile bütün gün gittiler. Sabah olunca Musa (a.s.) yardımcısına:

“Kuşluk yeme­ğimizi getir. Bu yolculuğumuzda epey yorgunluk çektik” dedi. (Kehf: 18/62). (Halbuki) Musa (a.s.) emrolunduğu o yerin ötesine geçmedikçe yorgunluk hissetmemişti. Yardımcısı:

“Bak bir, taşın dibinde konakladığımız zaman balığın (kaçıp denize düştüğünü haber vermeyi) unutmuşum.” dedi. Bunun üze­rine kendi izlerine baka baka geri döndüler.” (Kehf: 18/64).

Taşın (kayanın) yanına varınca bir de baktılar ki, elbise­sine bürünmüş bir zât (duruyor). Musa (a.s.) selam verdi. Hızır (a.s.):

“Acayip! Bu senin ülkende selam var mıdır?” dedi. “

Ben Musa’yım” dedi. O:

“İsrailoğlu Musa’sı mı?” diye sordu.

“Evet” dedi. Musa (sonra yine sözüne başlayıp):

“Sana öğretilenler­den Bana hayra ve (hidayete) götüren bilgi öğretmen için geldim.” dedi. Hızır (a.s.):

“Sen benimle hiç mi hiç edemezsin.” (Kehf: 18/66-67)

“Ey Musa! Bende Allah’ın (c.c.) kendi ilminden bana verdiği öyle bir ilim bulunuyor ki, sen onu bilemezsin. Sende de Allah’ın verdiği öyle bir ilim var ki, ben de onu bi­lemem” dedi. Musa (a.s.):

“Beni inşallah sabırlı bulursun. Sana hiçbir işinde de karşı çıkmayacağım...” dedi. (Kehf: 18/69).

Gemileri olmadığı için deniz kıyısında yürüyerek gittiler. Bir gemi geçti. Kendilerini gemiye aldılar. Bu sırada bir serçe, geminin kenarına konup denizden bir iki yudum (su) aldı. Hızır (a.s.):

“Ey Musa! Benim ve Senin ilmin Allah’ın ilminden, su kuşun denizden eksilttiği kadar bir şey eksiltmiş değildir.” dedi. Sonra da geminin tahtalarından birine el atıp söktü. Musa (a.s.):

“Bu adamlar bizi (gemilerine) ücretsiz almışlardı ve sen gemilerine kastedip içinde bulunanları batırmak için mi deliyorsun” dedi. Hızır da: “Ben sana dememiş miydim ki sen bana karşı sabredemezsin diye.” Musa da:

“Unuttuğum­dan dolayı benim kusuruma bakma” dedi.” (Kehf: 18/72-73). Bu olayda, Musa’nın (a.s.) bu ilk muhalefeti dalgınlık (eseri) idi. “Yine gittiler.” (Kehf: 18/74) Bir de baktılar ki bir çocuk bazı ço­cuklarla oynuyor. Hızır (a.s.) çocuğun kafasını üstünden tutup gövdesinden ayırıp kopardı. Musa (a.s.):

“Aman! Tertemiz bir canı, bir can karşılığı olmaksızın katlettin ha!” dedi.” (Kehf: 18/74)

Hadisin ravilerinden olan İbn Uyeyne bu hadis rivayeti­nin daha tekitli olduğunu söyler.

“Yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp, onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir olarak kabul etmediler. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvarla kar­şılaştılar. Hızır hemen onu doğrulttu. (Kehf: 18/77) Musa (a.s.):

“İsteseydin, elbet buna karşı bir ücret alırdın” dedi. (Hızır) şöyle dedi:

“İşte bu benimle senin aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana, sabır gösteremediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim.” (Kehf: 18/77-78).

Nebî (a.s.) şöyle buyurdu:

“Allahu Teâlâ Musa’ya rahmet etsin! Ne olurdu sabır etseydi de aralarında geçen olaylar (Hak tarafından) bize hikaye olunsaydı.”

v Buhârî’de (3401) gelen başka bir rivayet lafzı şöyledir:

“Musa (a.s.) İsrail oğulları arasında hutbeye kalkmıştı. Kendi­sine:

“En bilgili insan kimdir?” diye sordu.

“En bilgili Benim” diye cevap verdi. Bu şekilde cevabı üzere, Allahu Teâlâ’ya ilmi havale etmediği için Allahu Teâlâ onu azardı. Allahu Teâlâ da:

“İki denizin birleştiği yerde kullarımdan biri var. o senden daha bilgilidir” diye buyurdu. Musa da (a.s.):

“Ey Rabbim! Kim beni ona ulaştıracak?” dedi.

Hadisin ravilerinden olan Süfyan (rh) dedi ki: “Belki de şöyle söyledi:

“Ey Rabbim! Ona nasıl ulaşabilirim?” diye sordu. Allah-u Azze ve Celle de:

“Bir zembil içinde bir balık taşı, onu nerede kaybedecek olursan (Hızır) oradadır. “Ya da “orada bulunur” diye buyurdu. Bir zembil içine de balık koyup yüklendiler. Sonra Musa (a.s.) ve yardımcı (genç) Yuşa bin Nûn (a.s.)’da beraber, yola koyuldular. (İki denizin birleştiği yerdeki) kayaya geldiklerinde başlarını yer koyup (uzandılar). Musa yatıp uyudu. Derken balık (suda) çalkalanıp suyundan çıktı ve denize düştü ve denizde bir yol tutup gitmişti. Yüce Allah da (c.c.) o balığı suyun akışına git­mesinden (uzaklara kaçmasından) onu engelleyip tuttu ve tıpkı bir kavis çizer vaziyette denizde kaldı. (Uyandıktan sonra) o gecenin ve günün bakiyesi ile bütün gün gittiler. Öbür günün (sabahı) olunca gence:

“Haydi kuşluk yemeği­mizi getir. Bu yolculuğumuzda epey yorulduk” dedi. (Hal­buki) Musa Allah’ın (c.c.) emir buyurduğu o yerin ötesine geçmedikçe yorgunluk hissetmemişti. Yardımcısı:

“Bak bir taşın (kayanın) dibinde konakladığımız zaman balığın (kaçıp denize düştüğünü haber vermeyi) unutmuşum. Onu hatırla­manı bana şeydandan başkası unutturmadı. O, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti.” Onlar da bu olay üzere hayrette kalmışlardı. Musa gence:

“İşte aradığımız o idi,” dedi. Hemen izlerinin üzere geri döndüler. ta ki kayaya varmışlardı. Bir de baktılar ki elbise­sine bürünmüş bir kimse duruyor. Musa (a.s.) selam verdi. Hızır (a.s.):

“Acayip! Bu senin ülkende selam var mıdır?” dedi. “

Ben Musa’yım” dedi. O da:

“İsrailoğlu Musa’sı mı?” diye sordu. Musa da:

“Evet” diye cevap verdi ve (devamla): “Sana öğretilenler­den Bana hayra ve (hidayete) götüren bilgi öğretmen için geldim” dedi. Hızır (a.s.) da:

 “Bende Allah’ın (c.c.) kendi ilmin­den bana verdiği öyle bir ilim var ki, sen onu bilemezsin. Sen de Allah’ın (c.c.) verdiği öyle bir ilim var ki, onu da ben bile­mem” dedi. Musa:

“Sana tabi olabilir miyim?” dedi. Hızır da:

“Sen bana sabır etmeye güç yetiremezsin. (iç yüzünü) kavra­yamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin?” dedi. – Râvî der ki: Bu ayetten = şüphesiz ki sen büyük bir iş yaptın” ayetine ka­dar buyurdu.” (Gemileri olmadığı için) denizin kıyısından yü­rüyerek gittiler. Bu gemi geçti, kendilerini gemiye almaları için söyleştiler. Hızır’ı tanıdıkları için onları ücretsiz gemilerine aldılar. Bu sırada bir serçe geminin kenarına konup denizden bir iki yudum (su) aldı. Hızır (a.s.):

“Ey Musa! Benim ve senin ilmin, Allah’ın (c.c.) ilminden, şu serçenin denizden eksilttiği kadar bir şey eksiltmiş değildir.” dedi ve sonra da bir balta ile geminin tahtalarından birisini söktü aldı. Musa da (a.s.) işin şaşkınlığını üzerinden atana kadar Hızır (a.s.) tahtayı ayağı ile attı. Musa (a.s.):

“Sen ne yaptın? Bu kimseler bizi (gemilerine) ücretsiz aldılar ve sen gemilerine kastedip içinde bulunanları batırmak için mi deliyorsun?” dedi.

“Sen gerçekten (ziyanı) büyük bir iş yaptın.” dedi. (Hızır):

“Ben sana, bana sabret­meye gücün yetmez demedim mi?” dedi. Musa:

“Unuttuğum şeyden dolayı kusura bakma, bana işimde zorluk çıkarma” dedi. (Kehf: 18/71-73). Bu hadise de, Musa’nın bu ilk mu­halefeti, dalgınlığıydı. Denizden çıkıp şehre vardıklarında bir baktılar ki, etrafında başka çocuklarla oyun oynayan bir ço­cuk. Hızır (a.s.), çocuğun başını tutup kopardı. – Hadisi anla­tan Süfyan (rh.a.) sanki bir şeyi kapatırcasına olayı eliyle göste­rerek işaretle canlandırıyordu.- Musa (a.s.) dedi ki:

“Tertemiz bir canı, bir can karşılığı ol­maksızın katlettin ha! Çok fena bir iş yaptın. (Hızır):

“Ben sana, benimle beraber sabredemezsin, de­medim mi?” dedi. Musa:

“Eğer, dedi, bundan böyle sana bir şey sorarsam artık Bana arkadaşlık etme, gerçekten benim tarafımdan özrün sonuna ulaştın.” (Kehf: 18/74-76).

“Yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına vardılar ve on­lardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmek istemediler. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvarla karşılaştılar.” (Kehf: 18/77) – Ravilerden olan Süfyan (r.a.), bir şeyi yukarı doğru düzeltir gibi eliyle işaret etti.- Musa:

“Bu köy halkına geldik bize yiyecek vermediler, misafir etmediler, üstelik sen de (Ey Hızır) onların duvarlarını düzeltiyorsun. Dileseydin, bunu yaptığına dair bir ücret alır­dın.” dedi. “(Hızır) şöyle dedi:

“İşte bu seninle benim aramızın ay­rılmasıdır. Şimdi sana sabır gösteremediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim” dedi. (Kehf: 77-78)

Nebî (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Ne olurdu! Musa (a.s.) sabır et­seydi de Yüce Allah bizlere aralarında geçen olaylar (Hak tarafından) bize hikaye olunsaydı.” Süfyan dedi ki: “Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Allah Musa’ya rahmet etsin. Eğer sabır etseydi aralarında geçen olaylar bize kıssa olarak anlatılırdı.”

v Buhârî’de gelen başka bir rivayet lafzı (4725) şöyledir:

“Musa (a.s.) İsrail oğulları arasında hutbeye kalkmıştı. Kendi­sine:

“En bilgili insan kimdir?” diye soruldu. O da:

“Benim” dedi. Bu şekilde cevap verdiği ve Allahu Teâlâ’ya ilmi ha­vale etmediği için Allah (c.c.), onu azarladı. Allahu Teâlâ da:

“İki denizin birleştiği yerde kullarımdan biri var. O senden daha bilgilidir.” diye buyurdu. Musa (a.s.)’da:

“Ya Rabbi! Ona nasıl ulaşabilirim?” diye sordu. Allah (c.c.):

“Bir zembil içinde bir balık taşı, onu nerede kaybedecek olursan (denizde) işte o zâtı (Hızır’ı) orada bulursun” diye buyurdu.

Bir zembilin içine bir balık koyup yüklendiler. Yola ko­yuldular, yanına da genç arkadaşı Yuşa bin Nûn (a.s.)’ı aldı. (İki denizin birleştiği) yerdeki kayaya geldikleri zaman başla­rını üzerine koydular ve uyudular. Bu sırada suyun içindeki balık çalkalanıp suyundan dışarı çıktı ve denize düştü. De­nizde ise bir yol tutup gitmişti. Allahu Teâlâ da suyun akışın­dan balığı engelledi ve bir kavis çizer gibi denizde kaldı. Uyandıktan sonra genç Musa (a.s.) balığın denize düşüp kayıp olduğunu haber vermeyi unuttu. Gece ve günün bakiyesi boyunca bütün gün gittiler. Öbür günün (sabahı) olunca Musa (a.s.) gence:

“Haydi! Kuşluk yemeğimizi getir. Bu yolcu­luğumuzda epey yorulduk” dedi. (Kehf: 18/62) (Halbuki) Musa (a.s.), Allah’ın emir buyurduğu o yerin ötesine geçmedikçe yorgunluk hissetmemişti. Genç:

“Bak bir, dedi, kayaya sığınıp konakladığımız vakit balığı unuttum. Onu hatırlamamı bana şeytandan başkası unutturmadı. O, şaşılacak bir hâlde de­nizde yolunu tutup gitmişti.” (Kehf: 18/63)

Balık denizde yolunu tutmuştu. Onlar da bu olay üzere hayrette kalmışlardı. Musa (a.s.) gence:

“İşte aradığımız o idi” dedi. Hemen izlerinin üzere geri döndüler.” (Kehf: 18/64) ta ki kayaya varmışlardı. Bir de baktılar ki elbisesine bürünmüş bir kimse duruyor. Musa (a.s.) selam verdi. Hızır (a.s.) da:

“Acayip! Bu senin ülkende selam var mıdır?” dedi.

“Ben Musa’yım” dedi. O da:

“İsrailoğlu Musa mı?” diye sordu. Musa da:

“Evet” dedi ve devamla: “Sana öğretilenlerden bana hayra ve (hi­dayete) götüren bilgi öğretmen için geldim.” dedi.  Hızır da:

“Senin benimle birlikte sabır göstermeye gücün yetmez” dedi. (Kehf: 18/66). (Ve devamla): “Bende Allah’ın (c.c.) kendi ilmin­den bana verdiği ilim var ki sen onu bilemezsin, sende de Allah’ın verdiği öyle bir ilim var ki, onu da ben bilemem” dedi. Bunun üzerine Musa:

“Sen beni inşallah sabırlı görecek­sin ve senin işlerine karışmayacağım” dedi. Hızır da ona:

“Eğer bana tabi olursan, sana o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında soru sorma!” dedi. (Kehf: 18/70)

(Gemileri olmadığı için) denizin kıyısından yürüyerek gittiler. Bir gemi geçti, kendilerini gemiye almaları için söy­leştiler. Hızır’ı (a.s.) tanıdıkları için ücret almadan onları ge­miye aldılar. Derken Hızır geminin tahtalarından bir tahtayı baltayla söküp aldı. Musa da (a.s.):

“Bunlar ücretsiz bizi gemi­lerine almış kimselerdir ve sen de batırmaya çalışıyor, halkını boğmak için mi onu (gemiyi) deldin? Gerçekten sen (ziyanı, zararı) büyük bir iş yaptın” dedi. Hızır:

“Ben sana, benimle beraberliğe sabredemezsin, dememiş miydim?” dedi. Musa (a.s.) da:

“Unuttuğum için benim kusuruma bakma ve işim de bana güçlük çıkarma” dedi. (Kehf: 71-73)

Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Bu ilki, Musa (a.s.)’ın unutmak sûretiyle duçar olduğu idi.” (Devamla) şöyle bu­yurdu:

“Bu sırada geminin kenarına bir serçe kondu ve gaga­sıyla denizin suyuna bir defa daldırdı çıkardı. Bunun üzerine Hızır (a.s.):

“Şüphesiz benim ve senin ilmin, Allah’ın (c.c.) il­minden, şu serçenin denizden eksilttiği kadar bir şey eksiltmiş değildir.” dedi. Sonra da gemiden (karaya) indiler. Yine de­nizin sahilinde yürürlerken Hızır (a.s.), çocuklarla beraber oyun oynayan bir küçük çocuğu gördü ve çocuğun kafasın­dan tutup kafasını kopardı ve onu öldürdü. Bu olay karşı­sında Musa (a.s.): dedi ki:

“Tertemiz bir canı, bir can karşılığı olmaksızın katlettin ha! Hakikatten sen fena bir şey yaptın.” (Hızır):

“Ben sana, benimle beraber sabır gösteremezsin, de­memiş miydim?” der. (Kehf: 18/74-75)

Nitekim bu olay ilkinden daha şiddetliydi. “Musa:

“Eğer bundan sonra bir şey soracak olursan artık benimle arkadaşlık etme. O taktirde tarafımdan özür (mazûr) sayılırsın” dedi. Yine gittiler. Nihayet bir köy halkına vardılar. Onlardan yiyecek istediler. Ancak onları misafir olarak kabul etmediler. Orada yıkılmak üzere olan bir duvarı gördüler ve Hızır (a.s.) bu duvarı doğrultup düzeltti. (Kehf: 18/76-77) Hızır o duvarı eliyle doğrulttu ve bunun üzerine Musa:

“Bu köy aha­lisinden yiyecek istedik vermediler ve misafir olarak bizi ka­bul etmediler.” İstiyorsan bu (duvarı onarmana karşılık) bir ücret alabilirdin?” dedi. Hızır da (a.s.):

“İşte bu, senin ile benim aramızın ayrılmasıdır.” dedi.  (Ve hadis) Yüce Allah’ın (c.c.): “İşte bunlar, hakkında sabır gösteremediğin şeylerin iç yüzü­dür.” (Kehf: 18/82) ayetine kadar devam ediyor.

Bunun (sonunda) Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Eğer sabır etseydi de, aralarında geçen olaylar bize (Hak tarafın­dan) kıssa olarak anlatılırdı.”

v Buhârî’nin (4726) yine İbrahim bin Musa yoluyla gelen rivayetinde, dedi ki:

“Bize Hişam bin Yusuf’un haber verdi­ğine göre; İbn Cüreyc kendilerine şöyle haber verdi: Bize Ya’la bin Müslim ve Amr bin Dînar’ın haber vermelerine göre, onlara da, Said bin Cübeyr’den gelen rivayette ki az önceki ravilerden ikisi birbirlerine atıfta bulunarak: “Ben işit­tim, ben rivayet ettim” demişlerdi. Said dedi ki:

“Bizler İbn Abbas’ın evinde oturuyorduk. Kendisi bize:

“Bana sorun?” demesi üzerine Ben:

“Ey Ebû Abbas! Allah, beni Kufe’de se­nin fedain kılsın. Adı Nevf olan kısa boylu bir adam (Hızır kıssasında) geçen Musa’nın (başka bir Musa olduğunu) İsrail oğlu Musa olmadığını söylüyor?” dedim. Amr’ın bana dediği şu idi: İbn Abbas dedi ki:

“Allah’ın düşmanı yalan söylüyor.” Başka bir ravi olan Ya’la da bana şöyle dedi: İbn Abbas (r.huma), kendisine Ubey bin Ka'b’ın (r.a.) şöyle dediğini söy­lemiştir, dedi ki:

“Resûlullah (s.a.s.) buyurdular ki:

“Allah’ın Peygamberi Musa (a.s.) insanlara bir gün gözlerinin dolduğu ve kalplerin huşuyla titrediği bir vaaz verdiği sıra bir adam çıka geldi ve:

“Ey Allah’ın Peygamberi! Yeryüzünde senden daha bilgilisi var mıdır?” diye sordu. Musa da:

“Hayır” dedi. Bunun üzerine (ilmi) Allahu Teâlâ’ya havale etmediği için Allah-u Azze ve Celle kendisini azarladı.

“Elbetteki daha bil­gili var” diye buyurdu. Musa:

“Ey Rabbim! Nerededir?” dedi. Allahu Teâlâ da:

“İki denizin birleştiği yerdedir.” diye bu­yurdu. Musa:

“Ey Rabbim! Onu tanımam için bir işaret kıl bana” dedi.

Ravilerden Amr bana dedi ki: Hadis lafzı şöyle geliyor:

“Balığı nerede kaybedecek olursan “oradadır” diye buyurdu.”

Yine hadis ravilerinden birisi olan Yala bana dedi ki: “Hadis şöyle’dir:

“Ölü bir balık al ve öyle ki kendisine ruh üflenecek” diye buyurdu. Bunun üzerine bir balık aldı ve onu bir zembile koydu ve yardımcısı olan gence:

“Senden is­tediğin yardımlardan birisi, balığı kaybedene dek bana haber vermendir.” diye buyurdu. Genç de:

“Bana çok bir iş (görev) vermedin ki?” dedi. Bundan dolayı Allahu Teâlâ’nın: “Musa (yardımcısı olan Yuşa bin Nûn’a( as)) dediği zaman...” ayeti buyurulmuştur.

Gelen rivayet Said (r.a.)’dan gelmemekte (başkasından gelmektedir) dedi ki:

“Musa (a.s.) nemli bir yerde o kayanın gölgesinde uyurken o balık da hareketlenip çırpınmaktaydı. Genç olan:

“Kendisi uykusundan kalkana kadar ben onu kaldırmayayım” dedi ve Musa’ya haber vermeyi unuttu. O esnada balık çırpınıp denize düştü ve Yüce Allah denizin akı­şına doğru gitmesini engelleyip denizde tuttu. Tâ ki balığın izi bir taş görünümündeydi.”

Ravi olan Amr (r.a.) bana dedi ki: “Sanki o balığın izi bir taş görünümündeydi.” kavlini söylerken parmakları ile yu­varlak yapıp halka şekli yaptı ve işarette bulundu.

Musa:

“Bu yolculuğumuzda epey yorulduk” dedi. (Kehf: 18/62)

Musa’nın (a.s.) bu sözüne karşılık Allahu Teâlâ:

“Muhak­kak ki Allah senden yorgunluğu kopartsın, kaldırsın” diye bu­yurdu.

“Bu rivayet de Said’in (r.a.) haber verdiği rivayeti de­ğildir. Başka yolla gelen bir rivayettir.

“Sonra onlar geri dön­düler bir de baktılar ki Hızır (a.s) orada duruyordu.” (İbn Cüreyc) dedi ki: Bana Osman bin Ebû Süleyman: “Denizinin ortasında yeşil bir kadife yaygı üzerinde” şeklinde söyledi.

Said bin Cübeyr (devamla) şöyle dedi:

“Hızır’ı (a.s.) örtü­süne bürünmüş, elbisesinin bir tarafını ayaklarının altına, di­ğer tarafını da başının altına koymuş olarak buldu. Musa (a.s.) ona selam verdi. O da hemen yüzünden örtüyü açtı ve:

“Be­nim ülkemde selam mı? Sen kimsin?” dedi. Musa da:

 “Ben Musa’yım” dedi. Hızır:

“İsrailoğlu Musa’sı mı?” diye sordu. Musa:

“Evet” dedi. Hızır:

“Ne oldu, ne istiyorsun?” diye sordu. Musa da:

“Sana öğretilen hikmetten bana da öğretmen için geldim” dedi. Hızır:

“Tevrat senin elinde olduğu hâlde ve Allah (c.c.) sana vahyettiği hâlde bu sana yetmez mi? Ey Musa! Bende öyle bir ilim var ki onu senin bilmen yaraşmaz, sende de öyle bir ilim var ki, onu da benim bilmem layık ol­maz.” dedi. O esnada bir kuş gagasıyla denize daldırıp su aldı. Hızır devamla:

“Vallahi! Benim ilmimle senin ilmin, Al­lah’ın (c.c.) ilmi yanında ancak şu kuşun denizden aldığı su gibi (bile) değildir.” dedi.

Nihayet bir gemiye binmeye koyuldukları vakit, bu sâhi­lin halkını diğer sahile taşımakta olan birçok gemiler buldu­lar. Gemi sahipleri Hızır’ı (a.s.) tanıdılar ve: “O, Allah’ın iyi bir kuludur” dediler.

(Belki Ya’la bin Müslim) dedi ki: “Biz Said bin Cübeyr’e:

“O Hızır mıdır?” dedik. O:

!Evet o Hızır’dır, biz onu ücretle taşımayız” diye söyledi.

“Geminin tahtalarından birini baltayla sökmek sûretiyle gemiyi deldi ve söktüğü tahtanın yerine bir kazık soktu. Musa ona:

“Sen onun insanlarını (gemicileri) boğmak için mi ge­miyi deldin? Allah’a yemin olsun ki sen büyük bir iş yaptın.” dedi.

Mücahid “İmrân” sözü hakkında: “Büyük, çirkin” mana­sınadır, dedi.

Hızır da Musa’ya:

“Ben sana, benimle beraber sabır gös­teremezsin, demedim mi?” dedi.

Birincisi (Musa tarafından) bir unutkanlık oldu. Ortası ise (eğer bundan sonra sana sorarsam... demesinden mütevellid) bir şart, üçüncüsü de (isteseydin elbette bir ücret alırdın de­miş olduğundan) bir kasıt olmuştur. “Musa:

“Unuttuğum şeyden dolayı kusuruma bakma ve bana işimde zorluk çıkarma” dedi. Sonra bir çocuk ile karşılaştılar. Hızır aniden onu öl­dürdü.”

Ya’la bin Müslim, geçen senetle dedi ki: Said bin Cübeyr dedi ki:

“Hızır oyun oynamakta olan birçok çocuk gördü ve onlar arasında kâfir ve zeki birini yakaladı, onu yere yatırdı sonra bıçakla kesti. Musa (öncesine nazaran daha şiddetle):

“Sen tertemiz ve bir can mukabili de olmayan bir cana kıydın ha?” dedi.

İbn Abbas bu kelimeyi “Zekiyyeten, zâkiyeten müslimeten” şeklinde okur idi. Bu senin “Gulâmen zâkiyen” sözün gibidir.

“Sonra yine yollarına koyulup gittiler ve yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular. Hızır o duvarı doğrulttu.”

Said bin Cübeyr, Amr bin Dinar’dan olmak üzere: “Hızır o duvarı eliyle doğrulttu.” dedi de, kendi elini şöyle yukarıya kaldırdı ve duvarın dümdüz olduğunu gösterdi.

Ya’la bin Müslim ise: “Ben Said bin Cübeyr'in “Hızır o duvara eliyle dokundu da duvar dümdüz oldu.” dediğini sa­nıyorum” dedi.

Musa (a.s.) Hızır’a:

“İsteseydin, bu duvarı doğrulttuğun için mutlaka bir ücret alırdın” dedi.

Said: “Kendisiyle yemek yiyebileceğimiz bir ücret alırdın” dedi. “Onların arkalarında”, “onların önlerinde” demektir. İbn Abbas (r.huma) böyle: “Onların önlerinde bir kral vardı” şeklinde okudu. İbn Cüreyc dedi ki: Said bin Cübeyr’den başkaları, o gemileri zorla alan kralın isminin Huded bin Buded olduğunu, öldürülen o ço­cuğun isminin de Ceysûr olduğunu iddia ediyorlar.

“Her sağlam gemiyi gasp eden bir kral vardı. İşte Ben, gemi o krala uğradığı zaman ayıplı olmasından dolayı onu terk etmesini istedim. Gemiciler o kralı geçtikleri zaman, bu delik gemiyi iyileştirdiler ve onunla faydalandılar.”

Ravilerden kimi “O deliği câm ile kapattılar” dedi, kimi de “zift ile kapattılar” dedi.

O öldürülen çocuğun ana-babası iki Mü’min idiler, çocuk ise kâfir idi. Biz o mü’min olan ana-babayı bir azgınlık ve kâfirlik gelmesinden, çocuk sevgisinin onları, o çocuğun dini üzere ona uymalarından endişe ettik. İstedik ki, onların Rabbi bunun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlısını, merha­metçe daha yakınını versin. Hızır (a.s.) bunu Musa’nın: “Sen tertemiz bir cana mı kıydın?” sözüne münasip olarak söyledi.”

“Merhametçe daha yakını” yani ana-baba, Allah’ın (c.c.) ihsan edeceği çocukla, Hızır (a.s.) öldürdüğü evvelki çocuktan daha çok merhamete nail olacaklar manasınadır.

Said bin Cübeyr’den başkası: O ana-babaya, öldürülenin yerine bir kız çocuğu verirdi.” dedi. Davud bin Ebû Âsım ise birden fazla ravi’den: O bir kız çocuğudur, diye söyledi.”

v Müslim’de (2380) gelen bir lafız şöyledir:

“Musa İsrail oğulları arasında bulunduğu bir sıra hutbe vermek için ayağa kalktı. Kendisine,

“Hangi insan daha alimdir?” diye soruldu. Musa da:

“Ben en iyi bilenim” diye cevap verdi. Allah’a ilmi havale etmediği için Allahu Teâlâ Musa’yı azarlardı ve ona:

“İki denizin birleştiği yerde kulla­rımdan biri var, o senden daha âlimdir.” diye vahyetti. Musa:

“Ey Rabbim! Ben ona nasıl bir yol bulayım?” dedi. Ona:

“Bir zembil içerisinde bir balık taşı. Balığı nerede kaybedecek olur­san işte o kul (Hızır) oradadır” denildi. Musa (a.s.) gitti ve ya­nında kendisine hizmet eden genci Yuşa bin Nûn da gitti. Musa (a.s.) zembilin içine bir balık koyup yüklendi. Musa ve yardımcı genci yürüyerek gittiler. (Nihayet iki denizin bitiştiği yerdeki) kayanın yanına vardıklarında Musa ve yardımcı genci uyumaya başladılar. Bu esnada balık zembilde kıpır­damaya başladı ve zembilden dışarı fırladı. Sonra denize düştü. Allahu Teâlâ suyun akışını tuttu da nihayet denizin içinde bir su küngü gibi boşluk oluştu, böylece de Balık için bir yol oluştu. Bu olay üzerine Musa ve genci çok hayrette kaldılar. (Uyandıktan sonra) o günlerinin bakiyesi ile bütün gece yürüdüler. Musa’nın yardımcı arkadaşı olan genç, Mu­sa’ya (a.s.) haber vermeyi unuttu. Sabah olunca Musa, yar­dımcısına:

“Haydi, kuşluk yemeğimizi getir. Bu yolculuğu­muzda epey yorulduk” dedi. (Halbuki) Musa (a.s.) emrolunduğu yerin ötesine geçmedikçe yorgunluk duyma­mıştı. Hizmetçisi:

“Gördün mü, kayada konakladığımız vakit ben balığı unutmuşum. Onu söylememi şeytandan başkası unuttur­madı. O, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitti” dedi. Musa da:

“Zaten bizim istediğimiz de buydu” dedi. Ve izleri üzerinde, kendi izlerine baka dura geriye döndüler.

Nihayet kayanın yanına vardıklarında örtüsüne bürün­müş bir kişi gördüler. Musa (a.s.) ona selam verdi. O da:

“Bu senin ülkende selam nereden?” dedi. O da:

“Ben Musa’yım” dedi. Hızır da:

“İsrailoğlu Musa’sı mı?” diye sordu. Musa’da:

“Evet o” dedi. Hızır:

“Sen Allah’ın sana vermiş olduğu bir ilim üzeresin ki onu ben bilmem. Ben de Allah’ın bana bahşetmiş olduğu bir ilim üzereyim ki, onu da sen bilmezsin.” dedi. Musa (a.s.) da:

“Sana öğretilen rüşd (hikmetten) bana bir şey öğretmek için geldim, sana tâbi olayım” dedi. Hızır da:

“Ger­çekten sen benimle beraber sabredemezsin. İç yüzünü kav­rayamadığın bir bilgiye nasıl sabredersin” dedi. O da:

“Sen beni inşallah sabırlı bulacaksın ve sana hiç­bir işte karşı da gelmeyeceğim” dedi. Hızır da:

“Eğer bu hâl üzere bana tabii olacaksan ben, sana anıp söyleyinceye ka­dar bana hiçbir şey sorma” dedi. Musa:

“Evet” diye cevap verdi. Bir vakit sonra Hızır ve Musa (gemileri olmadığı için) deniz kıyısında yürüyerek gittiler. Yanlarından bir gemi geçti. Kendilerine gemiye almaları için söyleştiler. Gemiciler Hızır’ı tanıdıkları için ücretsiz gemiye aldılar. Derken Hızır (a.s.) ge­minin tahtalarından birine el atıp yerinden söktü. “Musa da:

“Adamlar bizi gemilerine ücretsiz aldılar ve sende gemilerine kastedip içindekileri batırmak için mi deliyorsun? Gerçekten bu yaptığın büyük bir şey” dedi. Hızır (a.s.):

“Ben, sana benimle beraber sabır edemezsin demedim mi?” dedi. Musa:

“Unuttuğumdan dolayı benim kusuruma bakma ve bana bu işte zorluk çıkarma” dedi. Sonra gemiden indiler, sahil kıyısında yürürlerken bir de baktılar ki bir çocuk diğer çocuklarla oyun oynuyor. Hızır, çocuğun başını tuttu ve eliyle başını kopartıp çocuğu öldürdü. Musa (a.s.):

“Tertemiz bir cana, diğer bir can karşılığı da olmaksızın kıydın ha! Gerçekten sen çok kötü bir şey yaptın” dedi. Hızır da:

“Ben, sana benimle beraber sabır edemezsin demedim mi?” dedi. Bu birinciden daha şiddetlidir dedi. Musa:

“Eğer bundan sonra sana bir şeyler sorarsam be­nimle bir daha arkadaşlık etme: Tarafından da şüphesiz bir özre (mazur görülmeye) ulaşmışsındır.” dedi. Yine gittiler. Nihayet bir köy halkına vardılar, onlardan yiyecek istediler, ama onları misafir kabul etmediler. Derken orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular. Hızır da duvara eliyle işaret ederek doğrultuverdi. Bunun üzerine Musa:

“Bu köy halkı öyle insanlar ki, kendilerinden yiyecek istediler ama verme­diler, isteseydin, elbetteki buna (duvarı düzeltmene) karşı bir ücret alırdın” dedi. Hızır da Musa’nın bu sözü üzerine:

“İşte bu, benimle senin ayrılışımızdır. Sana sabır edemediğin şey­lerin iç yüzünü haber vereceğim” dedi.

Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Allah Musa’ya rahmet etsin. İsterdim ki; Musa sabır gösterseydi de aralarında geçen olaylar (Hak tarafından) bize kıssa olarak anlatılsaydı.”

Yine şöyle buyurdu: “Olayda Musa (a.s.)’ın bu ilk muha­lefeti dalgınlığından ötürüydü.” Bir rivayet de şöyle buyurdu: “O sırada bir serçe kuşu uçup geminin kenarına kondu. Sonra denizden bir yudum su aldı. Bunun üzerine Hızır (a.s.): “Şüphesiz ki, benim ve senin ilmin, Allah’ın ilminden şu ser­çenin denizden eksilttiği bir yudum su kadar (bile) eksiltmez” dedi.”

v Yine Müslim’de (172/2378) geçen bir rivayet lafzı şöyle­dir: “Ubey bin Ka’b’tan, dedi ki: “Resûlullah (s.a.s.)’ın şöyle buyurduğunu işittim:

“Musa (a.s.), kavmi içerisinde onlara Al­lah’ın günlerini hatırlatırken – ki Allah’ın günleri Onun nimet ve imtihanlarıdır – bir ara:

“Yerde benden daha hayırlı ve daha bilgili bir kimse bilmiyorum” dedi. Bunun üzerine Yüce Allah (c.c.) Musa’ya:

“Ben hayırı ya da hayrın kimde olduğunu en iyi bilenimdir. Yerde öyle bir kimse vardır ki o senden daha alimdir” diye vahyetti. Musa da:

“Beni onun yoluna ulaştır” dedi. Kendisine:

“Yanına bir tuzlu balık al. O kul, balığı kaybedeceğin yerdedir” denildi. Bunun üzerine Musa (a.s.) ve yardımcı genci yola çıktılar. Nihayet kayaya geldiler. Müteakiben genç körleştirildi. Musa (a.s.) gencini bırakıp gitti. Balık da suyun içinde kıpırdayıp debelenmekteydi. Su da onun üzerine kapanmaya başlayarak gitgide su küngü gibi bir boşluk meydana getirdi. Bundan sonra Musa’nın genci: Ben Allah’ın peygamberine yetişip bu olayı ona haber ver­meyecek miyim?” dedi. (Gitti ona yetişti). Ancak bu hadise ona unutturuldu. Oradan geçip gittikleri vakit Musa (a.s.) gen­cine:

“Haydi, kuşluk yemeğimizi getir, seferimizde epey yo­rulduk” dedi. Halbuki onlara, emrolundukları o yerin ötesine geçmedikçe yorgunluk hissi gelmemişti. Genç, Musa’nın bu sözü ile o balık hâdisesini hatırladı ve:

“Gördün mü, kayaya konaklayıp sığındığımız vakit ben o balığın kaçtığını sana ha­ber vermeyi unutmuşum. Onu söylememi bana şeytandan başkası unutturmadı. Balık şaşılacak bir hâlde deniz içinde yolunu tutup gitmiş idi.” dedi. Musa:

“Zaten istediğimiz de buydu.” dedi ve izlerinin üzerinde gerisin geriye baka baka geri döndüler.

Nihayet genç, balığın kaybolduğu mekanı Musa’ya gös­terdi. Musa da:

“Bana vasfedilen yer işte burasıdır” deyip o adamı aramaya başladı. O esnada elbisesine bürünmüş ve arkası üstü dümdüz yatmış bir vaziyette Hızır ile karşılaştı.

“Esselâmü aleyküm” dedi. Musa, Hızır da:

“Ve aleyküm selâm, sen kimsin?” diye sordu. Musa da:

“Ben Musa’yım” dedi. Hızır yine:

“Kim Musa?” dedi. Musa da:

“İsrailoğullarının Musa’sı” dedi. Hızır da:

“Seni buraya götüren büyük iş nedir? diye sordu. Musa da:

“Sana öğretilen hik­metten bana da öğretmen için (sana tabi olmaya) geldim” dedi. Hızır da (a.s.):

“Doğrusu, sen benimle beraber sabır edemezsin. İç yüzünü kavrayamadığın bir ilme nasıl sabır gösterebilirsin ki? yapmam bana emrolunan bir iş ki sen onu gördüğünde sabır gösteremezsin” dedi. Musa da:

“Beni inşallah sabır edenlerden bulacaksın ve sana hiçbir işte de karşı gelmeyeceğim” dedi. Hızır da:

“Eğer bana bu hususta tabi olacaksan, ben sana anıp söyleyinceye kadar, bana hiç­bir şey sorma” dedi. Bunun üzerine kalkıp gittiler.

Derken bir gemiye bindiler, Hızır hemen bu gemiyi deli­verdi. Gemiyi deliverdiği hâlde onun üzerine dayandı. Musa (a.s.) ona:

“İçindeki topluluğu boğasın diye mi gemiyi deldin? Gerçekten büyük bir iş yaptın sen” dedi. Hızır da:

“Ben sana, benimle beraber sabır edemezsin demedim mi?” dedi. Musa:

“Unuttuğum şeyden ötürü kusuruma bakma ve bu işte de bana zorluk çıkartma” dedi. Ve yine gittiler. Nihayet oyun oynamakta olan bazı çocuklara rast geldiler. Hızır on­lardan birinin yanına doğru gitti ve hiç düşünmeden çabucak o çocuğu öldürdü. Musa bu olay karşısında daha çok dehşete kapılıp: adam öldürdün ha! Gerçekten sen çok kötü bir şey yaptın” dedi.

Resûlullah (s.a.s.) işte burada: “Allah’ın rahmeti bizim ve Musa’nın üzerine olsun! Eğer o acele etmemiş ol­saydı, elbetteki bazı tuhaf olaylar görecekti. Ama onu arka­daşı yanından bir kınama ve kötüleme yakalamıştır. Bundan dolayı Musa: “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam be­nimle arkadaşlık etme. O hâlde tarafımdan muhakkak özre (maruz olmaya) ulaşmışsındır.” dedi. Şayet Musa (a.s.) sabır göstermiş olsaydı. Muhakkak ki hayret verici şeyler göre­cekti.” diye buyurdu.

Ravi der ki: Resûlullah (s.a.s.) peygam­berlerden birisini andığı zaman duaya kendisinden başlar. “Allah’ın rahmeti bize ve kardeşim filan üzerine olsun, Allah­‘ın rahmeti bizim üzerimize...” derdi.

Yine gittiler. Nihayet halkı alçak olan bir köye geldiler. Meclislerde dolaşıp onlardan yiyecek istediler ancak kendile­rini misafir etmekten çekinmişlerdi. Oradan geçerken yıkıl­mak üzere olan bir duvar buldular. Hızır, bunu derhal doğ­rultuverdi. Bunun üzerine Musa da:

“İsteseydin elbetteki buna karşı bir ücret alırdın” dedi. Hızır da:

“İşte bu, benimle senin ayrılışımızdır” dedi ve elbisesini alıp şöyle dedi:

“Sana üzerinde sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim. Gemiye gelince; O, denizde iş ya­pıp çalışan yoksullarındı. Onun için ben gemiyi kusurlu yap­mak istedim ki arkalarında her sağlam gemiyi zorla gasp eden bir kral vardı.” (el-Kehf: 18/79). O gemiyi bedelsizce zap­tedecek olan kral geldiği zaman gemiyi delik hâlde buldu ve o gemiyi zapt edip gasp etmekten vazgeçti. Sonra gemi sa­hipleri bu delik gemiyi bir tahta ile onarıp düzelttiler.

Oğlana gelince: o tabiatlandırıldığı vakit kâfir olarak tabiatlandırılmış idi. Onun ana-babası ona çok meylediyorlardı. Şayet o çocuk olgunluk çağına erişmiş olsaydı ana-ba­basını da azıtacak, onları da küfre sokacaktı.” İstedik ki onla­rın Rabbi bunun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlısını ve merhametçe daha yakınını versin. Duvara gelince; Bu o köydeki iki yetim oğlancığındı. Altında onlara ait bir define vardı. Babaları iyi bir adamdı. Yani Rabbin diledi ki ikisi de buluğa ersinler, definelerini çıkarsınlar. Bu Rabbinden bir merhamet idi. Ben bunları kendi görüşümle yapmadım. İşte senin üzerinde sabır edemediğin şeylerin iç yüzü budur.” (el-Kehf: 18/81-82)

v Yine kısaltılmış olarak Müslim (174/2378) lafzında şöyle buyurulmuştur:

“Musa (a.s.) İsrail oğulları içinde bulunan bir toplulukla beraber bulunduğu bir zaman bir adam çıka geldi ve:

“Senden daha bilgili var mıdır, biliyor musun?” diye sordu. Musa da:

“Yoktur” dedi. Allahu Teâlâ da:

“Elbetteki var, kulumuz Hızır” diye Musa’ya vahyetti. Musa (a.s.) da ona ulaşmak için yolu sordu. Allahu Teâlâ da bu isteği üzere ona balığı bir işaret kıldı ve:

“Balığı nerede kaybedersen oradan geriye dön artık çünkü Hızır’la orada karşılaşacaksın” denildi.

Sonra gittikçe gitti Musa, Allah’ın dilediği kadar. Sonra gencine (Yuşa bin Nûn’a):

“Haydi! Kuşluk yemeğimizi getir” dedi. Genç de Musa’nın yemeği istemesinden hemen sonra:

“Gördün mü! Biz kayaya konaklamak için sığındığımız vakit balığı unuttum. Bunu bana şeytandan başkası unutturamaz” dedi. Bu cevabı üzerine Musa gence:

“İşte istediğimiz buydu” dedi ve izlerini gerisin geriye takip ederek döndüler.” Sonra da Hızır’ı buldular. Haklarında olanlar daha sonra Allah’ın kitabında buyurduğu gibi gelişti.”[2]

 

***

 


 

[1] Müttefekun aleyh. Lafız Buhârî’ye aittir (74).

[2] Hadis hakkında İmamı Nevevi (r.h) der ki: "Şüphesiz ki Musa-Hızır (aleyhisselâm) kıssasında, birçok kaideyi, usûlü, fürûyu, âdâbı ve önemli nefsi konuları barındıran konular mevcuttur. Mesela: İslâm'ın ana prensiplerinden olan: "Şeriatın getirdiği her şeye teslim olmanın zorunluluğu konusu." İsterse İslam'da gelen bu kanunun hikmeti bazılarca bilinsin ya da bilinmesin ya da çoğunluk ister idrak etsin veyahut insanların çoğu anlamasın hiç fark etmez. İman edilmesi gerekiyor. Kader konusunda olduğu gibi. Aynı şekilde hadiste geçen çocuğun öldürülmesi, geminin delinmesi zahiri anlamda. Kötü işlerdendir. Ancak bunların açıklamasını: Allah bildirmeseydi: Mahlukat bilmezdi. Allah-u Teâlâ bunu bildirdiği vakit bildiler. Bundan dolayı da Hızır (as): "Ben bunları kendi kafama göre yapmadım" dedi. Yani Allah (c.c.) emir buyurdu."

Hızır (a.s.)’a Bu İsmin Verilme Sebebi

 

v Buhârî’de (3402) gelen Ebû Hüreyre (r.a.) hadisinde Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Hızır’a “Hızır” denilmesinin sebebi ancak şudur:

“Hızır otsuz kuru bir yere oturduğu vakit ansızın oradan kalktığında o otsuz yer yeşillenerek dalgalanıverirdi.”

 

***

Musa (a.s.)’ın Vefatı

 

77) Ebû Hüreyre (r.a.) dan gelen rivayette, dedi ki, Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Ölüm meleği Musa (a.s.)’a geldi ve ona:

“Rabbine icabet et” dedi. Musa (a.s.) da ölüm meleğinin gözüne vurdu ve yerinden çıkardı. Bunun üzerine ölüm meleği Allahu Teâlâ’ya geri dönüp:

“Sen beni ölümü istemeyen bir kula gönderdin, o da benim gözümü çıkardı” dedi. Allah-u Azze ve Celle ona yeniden göz verdi ve:

“Ku­luma yine git ve ona yaşamak mı istiyorsun” diye sor ve ona söyle: “Eğer yaşamak istiyorsan elini bir öküzün sırtına koy, elinin altına ne kadar kıl gelecek olursa bu kılların her biri karşılığında bir sene yaşayacaksın de” diye buyurdu. Musa (a.s.):

“Sonra ne olacak?” diye sordu. Allahu Teâlâ da:

“Sonra da sen öleceksin” diye buyurdu. Bunun üzerine Musa (a.s.):

“Öyleyse şimdi hemen öleyim daha iyi. Ey Rabbim! Kutsal beldeye bir taş atımlık yakınlıkta canımı al” dedi.

Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdular:

“Allah’a yemin olsun ki; eğer ben orada olsaydım yolun yanındaki kırmızı kum yığınının altında bulunan kabrini size gösterirdim.”[1]

v Yine Müslim’in (2372) rivayet ettiği Ebû Hüreyre (r.a.)’dan mevkuf olarak gelen rivayette şöyle dedi: “Resûlullah (s.a.s.) buyurdu ki:

“Ölüm meleği Musa (a.s.)’a gön­derildi. Kendisine geldiği vakit Musa, ölüm meleğini geri itti ve gözünü yerinden çıkardı. Bunun üzerine ölüm meleği:

“Beni, ölümü istemeyen kuluna gönderdin!” dedi. Allahu Teâlâ da ona bir göz verdi ve:

“Ona geri git ve ona elini ökü­zün sırtına koysun, elinin altına ne kadar kıl gelecek olursa bu kılların her biri karşılığında bir sene yaşayacaksın” de” diye buyurdu. Musa da:

“Ey Rabbim! Bundan sonra ne var?” dedi. Allah-u Azze ve Celle de:

“Sonra ölüm var” diye bu­yurdu. Musa da:

“Öyleyse şimdi öleyim” dedi ve Kutsal bel­deye bir taş atımlık yakınlıkta canını almasını istedi.”

Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.) şöyle dedi:

“Şayet ben orada olsaydım yolun yanındaki kırmızı kum yığınının altında bulunan kabrini size gösterirdim.”

v Yine Buhârî de (3407) geçen Ebû Hüreyre (r.a.) hadisin de Nebî (s.a.s.) şöyle buyurdular:

“Allah’ın selamı üzerine olsun ölüm meleği Musa’ya gönderildi. Kendisine geldiği zaman onu geriye itti melek de Rabbine geri dönüp:

“Beni ölümü istemeyen bir kuluna gönderdin.” dedi. Allahu Teâlâ:

“Git ona geri dön. Ve ona: Elini öküzün sırtına koysun, elinin al­tına ne kadar kıl gelecek olursa bu (kopardığı) kılların her biri karşılığında bir sene yaşayacaksın” de” diye buyurdu. Musa da:

“Ey Rabbim! Bundan sonra ne var?” diye sordu. Allahu Teâlâ:

“Sonra da ölüm var” diye buyurdu. Musa da:

“Öyleyse şimdi öleyim” dedi. Ve kutsal beldeye bir taş atımlık mesa­fede canının alınmasını arzuladı.”

Ebû Hüreyre (r.a.) dedi ki: Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Şayet ben orada olsaydım, yolun yanındaki kırmızı kum yığınının altında bulunan kab­rini size gösterirdim.”

 

***


 

[1] Müttefekun aleyh. Hadisin lafzı Müslim’e aittir (158/2372).

Önemli Bir Açıklama:

 

İlim adamları Musa (a.s.)’ın ölüm meleğine vurması konu­sunda ihtilafa girmişlerdir. Bu konuda görüşlerin en salih olanı İbn Huzeyme (rh)’nin söylediği görüştür. Kendisi şöyle dedi: “Musa (a.s.) ölüm meleğine vurmuş (gözünü çıkarmıştı). Çünkü Musa (a.s.)’a görünen ölüm meleği insanoğlu sûretinde gelmiş ve Musa’nın (a.s.) izni olmadan evine girmişti. Musa (a.s.) da onun ölüm meleği olduğunu bilmiyordu. İslam Di­ni’nde bilinen bir husus vardır ki; Kanun koyucu olan Allah (c.c.) ve Peygamberi (s.a.s.), izinsiz olarak müslümanın evini gö­zetleyen kimsenin gözünün çıkartılmasına cevaz vermişlerdir.” (Kısaltmış olarak İbn Huzeyme’den) Doğrusunu Allah en iyi bilendir.

 

***

Peygamber (s.a.s.)’in Tevrat’taki Özellikleri

 

78) Ata bin Yesar dedi ki: “Abdullah bin Amr İbn Âs ile karşılaştım. Ona:

“Bana Resûlullah (s.a.s.)’in Tevrat’ta geçen sıfatını haber ver?” dedim. O da şöyle dedi:

“Evet, Allah’a yemin olsun ki; o, Tevrat’ta Kur’ân’da geçen bazı sıfatlarıyla vasfedilmiştir:

“Ey Nebî! Biz seni şahit, müjdeleyici ve kor­kutucu olarak ve ümmileri koruyucu olarak gönderdik. Sen kulum ve Resûlümsün. Seni mütevekkil olarak isimlendirdim. Katı ve şiddetli biri değilsin. Çarşı pazarlarda gürültü çıkaran değilsin, kötülüğe kötülükle mukabelede bulunmayansın. Sen ancak af edici ve müsamahakarsın. Allah Onunla, doğ­ruluktan ayrılmış bir milleti “La ilâhe illallah” diyerek düzel­melerini sağlamasına dek. Onun ruhunu kabzetmez. Onunla görmeyen gözleri, duymayan kulakları ve kilitli kalpleri açar.”[1]

Hadiste geçen: “Onunla, doğruluktan ayrılmış bir mil­leti... düzelmelerini sağlaması.” kavlinin manası şudur: “Kast edilen; Peygamber (s.a.s.)’in ilk tebliğe çıktığı vakit içinde bu­lunduğu Arap milletiydi. Kendileri İslam’dan önce putlara ta­panlar olduklarından doğruluktan ayrılmış bir topluluk idiler.

Yine hadisteki: “Düzelmelerini sağlaması, ikâme etmesi” de: “Bu (ve diğer şirk bataklığında olan bütün toplulukları) küfürden imana çıkarmaya vesile olmasıdır. Allah en iyisini bilir.

 

***


 

[1] Buhârî (2125) ve (4838).



1255 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın