SENEDİN MÜNTEHASI (HADİSİN SÖYLEYENİ-İLK KAYNAĞI) AÇISINDAN HADÎS ÇEŞİTLERİSENEDİN MÜNTEHASI (HADİSİN SÖYLEYENİ-İLK KAYNAĞI) AÇISINDAN HADÎS ÇEŞİTLERİ
Şurası muhakkak ki hadîs deyince hatıra gelen ve öncelikle kastedilen ilk şey, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in söz, fiil ve takrirleridir. Bilhassa hadîs kelimesi mutlak olarak kullanılınca anlaşılan budur. Ancak, gerek mütekaddim ve gerekse müteahhir olsun, bütün muhaddisler, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den başka, onu takibeden ilk üç neslin söz fiil ve takrirlerine de hadîs veya sünnet demekte müttefiktirler. Alimlerimizin, bu davranışta, yine hadîslere dayandığını ve husûsen -bir kısım âlimlerce mütevâtir olduğu kabul edilmiş olan- "Ümmetimin en hayırlı nesli benim asrımdakilerdir, sonra bunu takip eden nesil, sonrada onu tâkip eden nesildir" hadîsinin esas alındığını belirtmiştik. Bu duruma göre, Sahâbe, Tâbiîn ve Etbaûttâbiîn'in söz, fiil ve takrirleri de sünnet'tir. Ancak şu kadar varki, bu sünnetler'in hepsi aynı değerde değildir. Muhaddîsler, hem aradaki hiyerarşiyi belirtmek hem de iltibasları önlemek için bu nesillerin sünnetlerini ayrı ayrı tabirlerle ifâde etmişlerdir: [1] Hadis metninin kendisine izafe edildiği zat, bir başka ifade ile senedin müntehası, yani varıp dayandığı zat farklı olabilir. Buna göre de hadisler başka başka isimlerle anılırlar. Hadis, Allah Teala’ya izafe edilmişse, Kudsi; Hz. Peygamber’e izafe edilmişse, Merfu; herhangi bir sahabiye izafe edilmişse, Mevkuf; bir tabii veya daha sonraki nesilden birine izafe edilmişse, Maktu’ adını alır.[2] A) Kudsi-Nebevi Hadis:
Mânâsı Allah'a, lâfızları Hz. Peygamber'e âit olan hadislere kudsi hadis; mânâ ve lâfzı Hz. Peygamber'e âit olan hadislere de nebevî hadis denir. "İlâhî hadis" ve "Rabbânî hadis" diye de adlandırılan kudsî hadis: Hz. Peygamber'in, anlam bakımından Allah'a dayandırdığı, başka bir deyişle O'ndan nakiller yaparak söylediği sözdür. Kur'ân ile nebevî hadis arasında yeralan bu tür hadislerin "kutsal"lığı, mânâsının Allah'a âit olmasından; "hadis" diye adlandırılması ise, Hz. Peygamber tarafından dile getirilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Hz. Peygamber'in istediği ibare ile ifade etmek üzere bazen Cibril (a.s) vasıtasıyla ve bazen de vahiy, ilham ve rüya suretiyle Allah Teâlâ'dan rivâyet ettiği hadistir. "Kudsi hadislerin, bir taraftan ilk kaynak olarak Allah Teâlâ'ya izafe edilmesi, diğer taraftan Hz. Peygamber'in hadisleri arasında ve hadis lafzıyla zikredilmesi, bunların bazı yönlerinden Hz. Peygamber'in hadislerine benzerliğini ortaya koymaktadır. Zira Kur'ân-ı Kerim Allah kelâmı olup Hz. Peygambere vahyolunmuştur; kudsî hadislerin de ilk kaynağı Allah Teâlâ olduğuna ve Hz. Peygamber tarafından ondan rivayet edildiğine göre, bunlar da vahiydir. Binaenaleyh, vahiy olmak bakımından Kur'ân-ı Kerim'le hadis-i kudsî arasında herhangi bir fark mevcut değildir. Bununla beraber Kudsî hadisler Kur'an'dan sayılmazlar; "her ikisinin de kendilerine has özellikleri vardır ve bu özellikler ikisinin aynı şey olmalarına engel teşkil ederler"[1] Allah tarafından gelen vahiy olmaları bakımından, Kur'ân âyetleriyle kutsî hadisler arasında bir fark yoktur. Fakat Kur'ân hem anlamı, hem de lâfızları yönünden Allah'a âit iken, kutsî hadis, sadece mânâ açısından Allah'a âittir. Kur'ân ile kutsî hadis arasındaki diğer farklar şunlardır: a) Kutsî hadis, namazda okunmaz. b) Abdestsiz olarak dokunulması câizdir. c) Lâfzı Allah'a âit olmadığı için Kur'ân gibi mu'ciz değildir. d) Lafzî rivâyeti şart olmayıp, sadece anlam olarak rivâyet edilmesi câizdir. Kutsî hadîsin ilk kaynağı Allah olduğu ve esasen hitap O'ndan geldiği için, rivâyet edilirken başına, "Hz. Peygamber'in rivâyet ettiğine göre Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:..." veya "Rasûlullah (s.a.s), Rabbinden rivâyet ettiği hadiste şöyle buyurdu:..." şeklinde bir rivâyet lafzı getirilir. Diğer hadislere göre kutsî hadislerin sayısı çok azdır. [2] Kudsî hadislerle Kur'an-ı Kerîm arasındaki fark konusunda İslâm âlimleri iki görüş beyan etmişlerdir: A- Kudsî hadislerin manâsı ve sözleri Allah'tandır. 1. Bu hadisler Allah'a nisbet edilmiş ve "Kudsî", "ilâhî" ve "Rabbani" diye tavsif edilmiştir. 2. "Ey kullarım" gibi Allah'ı ifade eden birinci şahıs zamirleri kullanılmıştır. 3. Kudsî hadislerin ilk kaynağı Allah Teâlâ'dır, hitap O'nundur, Hz. Peygamber râvî durumundadır. Nitekim bu tür hadislerin başında genellikle şu ibareler görülür: "Rasûlüllah Rabbinden rivâyet ettiği hadiste şöyle buyurdu..." veya "Rasûlüllah'ın rivayet ettiği hadiste Allah Teâlâ şöyle buyurdu... " Bununla beraber Kur'an-ı Kerîm'in özelliklerine sahip değillerdir. Zira; manâ ve lafız yönünden Kur'an-ı Kerîm'deki i'caz kudsî hadislerde yoktur. Kur'an tevâtür yoluyla, kudsî hadisler âhâd yolla nakledilmişlerdir. Kur'an âyetlerinin manâ ile rivayeti câiz değildir. Kur'an âyetleri namazda okunur, cünüp iken okunmaz ve abdestsiz dokunulmaz. Kudsî hadisler böyle değildir.[3] B- Âlimlerin çoğuna göre kudsî hadislerin manâsı Allah'a, lafzı Hz. Peygambere aittir. Allah'ın, vahiy, ilham ve rüyâ yoluyla kendisine bildirdiği ilâhî mesajları manâlarına uygun ifadelerle nakletmiştir. Kudsî hadisler, Allah'ın kudret ve azametinden, rahmetinin genişliğinden, ihsanının bolluğundan (kısacası Allah’ın sıfatlarından) söz ederler. Helâl, haram şeklinde ahkâma taalluk etmezler. Bu hadisler yüz adedi bulur. Bazı âlimler kudsî hadisleri ayrı eserlerde toplamışlardır. Bunlardan Abdurraûf el-Münâvî[4] "el-İthâfâtü's-Seniyye bi'l-Ehâdîsi'l Kudsiyye" isimli eserinde alfabetik sırayla tasnif etmiştir.[5] Bazı kudsî hadisler: Ebû Hureyre Rasûlüllah'ın (s.a.s) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah Teâlâ buyurdu ki; Adem oğlunun her ameli kendisi içindir, ancak oruç böyle değildir. Çünkü o, sırf benim rızam için yapılan bir ibadettir. Onun mükâfatını bizzat ben vereceğim."[6] Yine Ebû Hureyre'nin Rasûl-ü Ekrem'den rivayetine göre, Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Kulum bir iyilik yapmaya azmeder takat bir engelden dolayı onu yapamazsa, onun için bir hasene sevabı yazarım. Azmettiği iyiliği yaparsa on haseneden yediyüz misline kadar sevap yazarım. Bir kötülük yapmaya teşebbüs eder de vazgeçerse, ona hiçbir günah yazmam. Eğer niyetlendiği kötü işi yaparsa yalnız bu günah yazarım."[7] "Sâlih kullarım için Cennet'te, hiçbir gözün görmediği hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir insanın düşünemediği birtakım nimetler hazırladım."[8]
[1] Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, Ankara 1980, s. 123-124. [2] İsmail lütfü Çakan, Akif Köten, Şamil İslam Ansiklopedisi: 2/289. [3] bk. Muhammed Accâc el-Hatîb, es-Sünnetu Kable't-Tedvîn, Kâhire 1383/1963, s.22. [4] 1031/1622. [5] Kettânî, er-Risâletü'l-Müstatrafe, İstanbul 1986, s.81. Abdurrauf el-Münavi’nin bu eseri Diyanet İşleri Eski Başkanı H. Hüsnü Erdem tarafından Kırk Kudsi Hadis ve İlahi Hadisler adıyla türkçeye çevrilmiş ve yayınlanmıştır. Kudsi hadisler konusunda Aliyyu’l-Kari’nin Ehadisu’l-Kudsiyye adlı eseri de vardır. (İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 115.) [6] Müslim, Sıyâm: 161, 163. [7] Müslim, İmân: 204. [8] Müslim, Kitâbü'l Cenne: 2-4; Nuri Topaloğlu, Şamil İslam Ansiklopedisi: 3/399-400. B) Merfu Hadîs:
Merfû lügatta, yükseltilmiş demektir. Hadis ıstılahında, söz, fiil, takrir, fıtri veya ahlaki vasıf olarak, -senedi muttasıl veya munkat’ olsun- açıkça veya dolaylı bir şekilde (hükmen) Hz. Peygambere nisbet olunan hadise "merfû hadis" denir. Merfû hadisin senedi muttasıl veya munkatı' olabilir. İsnattan sahabî düşerse mürsel olur. Sahabeden başka bir ravi düşer veya müphem bir râvî zikredilirse o hadise munkatı' denir. Peşipeşine iki ravi atlanmışsa mu'dal ismini alır. Her üç halde de isnad munkatıdır ama hadis yine merfûdur. Zira bir hadisin merfû oluşu, isnadının kesintisiz olarak Hz. Peygambere ulaşması yönünden değil, metnin ona izafe edilmesi bakımındandır. [1] Aslında bu izafeyi yapanın bir sahabi, bir tabii veya daha sonraki nesillerden biri olması arasında hiç fark yoktur. Sadece hükmen merfu sayılacak rivayetlerde izafeyi yapanın sahabi olması şarttır.
[1] Nuri Topaloğlu, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/137. Merfu Hadisin Kısımları:
Merfu hadis iki kısma ayrılmaktadır: [1]
[1] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 115. 1) Sarahaten (Açık) Merfu Hadis:
Açık bir şekilde Hz. Peygamber’e izafe edilen hadistir. Yani hadis içinde Rasulullah’a ait bir söz, bir fiil, bir takrir veya bir vasıftan söz ediliyorsa bu açıkça merfu bir hadistir. Ayrıca “Şunu yapmakla emrolunduk” ve “Şunları yapmaktan alıkonduk” şeklinde sahabiler tarafından verilen bilgiler de açık merfu olarak değerlendirilmektedir.[1]
[1] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 116. a) Kavli:
Sarahaten Hz. Peygamber’e izafe edilen “kavli hadis”, hadis kitaplarımızda şu ifade kalıplarıyla yer almaktadır: "Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu işittim" "Rasulullah şöyle buyurdu.” "Rivayet edildiğine göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur" “Rasulullah bize şunları haber verdi.” [1]
[1] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 116; Subhi es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, çev. Y. Kandemir, Ankara 1973, s. 182. b) Fili:
Sarahaten Hz. Peygamber’e izafe edilen “fiili hadis”, hadis kitaplarımızda şu ifade kalıplarıyla yer almaktadır: "Rasûlullah'ın şöyle yaptığını gördüm" "Rasûlullah şöyle şöyle yapardı"[1] “İbn Ömer’den rivayet olunmuştur: “Ben Hz. Peygamber’i (s.a.v.) (Veda Haccı için) Kabe’yi ilk tavaf ettiğinde Hacer-i Esved’i selamladığını; tavafın yedi şavtından (ilk) üçünde hızlıca yürüdüğünü gördüm.” demiştir. “İbn Ömer’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) namaza başlarken ellerini omuzları hizasına kadar kaldırır (tekbirini öyle alır)dı.”
[1] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 116; Subhi es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, çev. Y. Kandemir, Ankara 1973, s. 182. c) Takriri:
Sarahaten Hz. Peygamber’e izafe edilen “takriri hadis”, hadis kitaplarımızda şu ifade kalıplarıyla yer almaktadır: "Rasûl-ü Ekrem'in huzurunda şöyle yaptım (yaptık)." "Falanca Rasûlullah'ın huzurunda şunu yaptı"[1] Bu ifadelerin sonunda da bu yapılanların Hz. Peygamber tarafından reddedilmediği yer alır.[2]
[1] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 116; Subhi es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadis Istılahları, çev. Y. Kandemir, Ankara 1973, s. 182. [2] Bk. Müslim, Selam: 125; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/429; 4/68; 5/380; İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 116. 2) Hükmen Merfu Hadis:
Hükmen merfû söz, İsrailiyyât nakletme âdeti olmayan bir sahabînin, peygamberlere ve geleceğe dair verdiği haberler ile bir işin yapılması halinde kazanılacak sevap veya bir başka fiilin yapılması halinde maruz kalınacak ceza gibi şahsi görüş ve kanaate dayanması mümkün olmayan (mahall-i ictihad ve re’y olmayan) mevzulara dair verdiği haberlere hükmen merfu denir. Verdiği bilgileri Rasulullah’dan duyduğunu açıklamasa bile konuların özelliği açısından onları, Rasulullah’dan duymuş olduğu; ya da en azından Hz. Peygamber’den öğrenmiş olan bir başka sahabiden işitmiş olduğu düşünülür. Ne var ki böylesi haberleri veren sahabinin, İsraili nakillerde bulunanlardan olmaması önem arzeder. Aksi halde verdiği bilgilerin İsrailiyattan olması da mümkündür.[1]
[1] Ahmed Naim, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, Ankara 1976, Mukaddime, 134; Subhi Sâlih, a.g.e., 217; İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 117. a) Kavli:
Hükmen Merfu Söz’e misal olarak Abdullah İbn Mes’ud’un şu rivayetini verebiliriz: “Her kim bir sihirbazın yahut ğaibden haber verebilir diye bir arraf’ın yani kahin’in yanına giderse, Muhammed’e (s.a.v.) indirilene küfretmiş olur.”[1]
[1] Müslim, Selam: 125; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/429; 4/68; 5/380; İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 117. b) Fili:
Hükmen merfû fiil, meselâ, Hz. Ali'nin küsûf (güneş tutulması) namazında ikiden fazla rükû yapmasıdır. Çünkü ibadet şekilleri içtihatla tesbit edilemez; bunların Rasûlullah'tan öğrenilmiş olduğuna hükmedilir.[1]
[1] Ahmed Naim, a.g.e., s. 134; İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 118. c) Takriri:
Hükmen merfû olan takrir ise, sahabînin, bir işi Hz. Peygamber zamanında yaptıklarını "Biz Rasûl-i Ekrem zamanında şöyle yapardık" gibi sözlerle ifade etmesidir. Hz. Peygamberin yapılmasına müsaade ve müsamaha ettiği her iş hükmen merfû sayılır. Sahabînin herhangi birşey hakkında "bu şey sünnettendir" demesi de, ekseriyetin görüşüne göre merfû hükmündedir. Yine bir ravinin, sahabî veya tâbiî hakkında "hadisi ref eder" veya "merfû olarak rivayet eder" demesi o hadisin merfû oluşuna işarettir.[1] “Hz. Ali’den, demiştir ki: “Namazda göbeğin altında eli el üzerinde kavuşturmak sünnettendir”[2] hadisi de buna örnektir. Hz. Peygamber’in haberi olduğu halde nehyetmediği kabul edilir.[3] “Cuma günü (namaz için) eken davranır, öğle uykusunu Cuma (namazını kıldık) tan sonra uyurduk.” “Hz. Peygamber zamanında biz (fıtır sadakasını) fıtır günü (her çeşit yiyecekten) bir sa’ (ölçüsünde) verirdik.” “İbn Abbas şunları söylemiştir: “Hac aylarında Kâbe ziyareti için ihrama girmek sünnettir.” “Ümmü Atıyye şöyle demiştir: “Biz iki bayram günü genç kızlarımızı ve örtülü hanımları (musallaya) çıkarmakla emrolunduk.” “Ümmü Atıyye demiştir ki: “Biz (kadınlar) cenazelerin arkasından gitmekten nehyolunduk. Ne var ki bize (diğer nehiyler kadar) ısrar edilmedi.” Yine Ümmü Atıyye şunları söylemiştir: “Biz (kadınlar) kocası olmadıkça bir ölüye üç günden fazla yas tutmasından men edilmiştik.”[4]
[1] Talat Koçyiğit, Hadis Istılahları, A. Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1980 s. 218. [2] Ebu Davud, Salat: 118. [3] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 118. [4] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 30-31. Merfu Hadise Delalet Eden Bazı İfadeler:
Tabiun’dan olan ravi, senedi sahabiye ulaştırdıktan sonra “sahabi hadisi ref ederek” “isnad ederek” “sözü sahibine (Hz. Peygamber’e) ulaştırarak” “rivayet ederek” kayıtlarını koyarsa, bu ifadeleri taşıyan hadisler de merfu’dur. [1]
[1] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 118. Mürsel-Merfu:
Aynı ifadeler, bir sahabi için değil de br tabii için kullanılacak olursa, bu takdirde hadis mürsel-merfu’ denir. [1]
[1] Mürsel: Tabiin’in, sahabiyi atlayarak Hz. Peygamber’den rivayet ettiği hadistir. İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 118. Muallak-Merfu:
Bütün sened hazfedilerekdoğrudan Hz. Peygamber’e izafe edilen hadislere muallak-merfu denir. [1]
[1] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 118. Merfu Hadisin Hükmü:
Merfû hadis, sahih, hasen ve zayıf arasındaki müşterek ıstılahlardandır. Bu itibarla merfû hadisler, sıhhati bakımından sahih, hasen, zayıf hattâ mevzû bile olabilirler. Sıhhat derecesinin ayrıca incelenmesi gerekir.[1] Hadîs kelimesi mutlak kullanıldığı takdirde de merfu hadîs kastedilir: "Hadîste geldiğine göre" tabiri ile "Merfu hadîste geldiğine göre" tâbiri aynı şeyi ifâde eder: Bu söz Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a âittir. [2] Merfu hadis, bütün İslam bilginlerince hüccet kabul edilmiştir. Bu sebeple de bağlayıcıdır.[3]
[1] Nureddin Itr, Menhecü'n-Nakd fî Ulümil-Hadîs, Dımaşk 1392/1972, s. 304; Nuri Topaloğlu, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/137-138. [2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/70. [3] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 118. C) Mevkuf Hadîs:
Rivâyet edilen söz, fiil veya takrir'in kaynağı sahâbî ise (rivayet munkatı veya muttasıl olsun) buna mevkuf hadîs denir. Sözgelimi Ashab'tan birinin fetvası, menkıbesi, şaka veya fıkra nevinden bir davranışı vs. rivâyet edilmişse bütün bunlar mevkuf hadîs çeşidine girer. Nitekim Hz. Ali'ye ait sözler, İbnu Abbas'a ait açıklamalar, Hz. Ömer'e ait ibretli menkıbeler vardır. Bunların hepsine mevkûf hadîs veya mevkûf sünnet denir. Eskiden yapılmış bazı kitaplarımızda "...hadîsi anlattı ve Hz. Ali'ye vakfetti" veya "mevkuf bir sünnette (veya hadîste) geldiğine göre..." gibi ifâdelere rastlarız. Bu ve benzeri ifâdeler, hadîsin Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e ait olmadığını, ismi geçen sahâbî'ye ait olduğunu ifade eder. [1] Bu terim, fıkıh ve kıraat ilminde farklı istilahî kullanımlara sahiptir. Mevkuf hadislerde isnad Rasûlullah (s.a.s)'e ulaşmaz; sahabîde son bulur. Mesela: Ravinin "İbn Abbas şöyle dedi" veya "Ali b. Ebi Talib şöyle yaptı" yahut ta "Ebu Bekr'in önünde şöyle yapıldı da o buna ses çıkarmadı" demesi yapılan rivayetin merfu' olmadığını ve mevkuf olarak nakledildiğini gösterir. Bazan da ravi; "İbn Abbas'dan mevkuf olarak rivayet edildi" diyerek hadisin mevkuf olduğunu tasrih eder.[2] Rasûlullah (s.a.s)'den sadır olan söz, fiil ve takrir'i mevkuf hadiste Sahabi yapmaktadır. Büyük bir Sahabi dahi olsa bir kimsenin sözlerinin Rasûlüllah (s.a.s)'den gelen hadislerin seviyesinde addedilmesi imkânsızdır. Rasûlullah (s.a.s)'e ref' edilen hadislerde bir kutsiyet vardır. Çünkü Allah Teala O'nun hakkında şöyle buyurmaktadır: "O kendi arzu ve hevâsından konuşmaz. Onun her konuştuğu, Allah tarafından vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir." (en-Necm: 53/3-4) Bazı muhaddisler, bu durumu göz önüne alarak mevkuf hadisleri. zayıf hadislerden saymışlardır. Ancak, sırf bu sebepten dolayı, mevkuf hadise zayıf denilmesine itiraz edenler olmuştur. Onlar bu itirazlarını hiç bir sahabinin Rasûlullah (s.a.s)'dan sadır olduğuna bizzat kanaat getirmeden, dine taalluk eden konularda ne bir şey söylemesi ne yapması ve ne de yapılanı tasvip etmesinin imkânsız olduğunu ileri sürerek cevap vermişlerdir.[3] Mevkuf bir hadis şartları taşıdığında, sahihtir veya hasendir dendiği zaman Rasûlullah (s.a.s)'a ait olmayan bir hadis onâ atfedilmiş olmaz. Çünkü hadisin rivâyet şekli onun Sahabiye ait olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Sahabîlerin Vahyin indirilişi esnasındaki konumları, onlardan sahih olarak rivâyet edilen mevkuf hadislerin, çoğu zaman amel etmeye elverişli olduklarını te'yid etmektedir. Bu duruma göre Abdullah İbn Mes'ud'tan mevkuf olarak rivâyet edilen "Bir müneccime veya kâhine giderek onun söylediklerini doğrulayan kimse Hz. Muhammed (s.a.s)e nâzil olanı inkâr etmiş demektir" gibi haberler, amel edilmesi caiz olan haberlerdir. Bununla birlikte İsrailiyyât türü nakillerine tesadüf edildiği için Ka'bul-Ahbâr, Abdullah b. Selâm ve Abdullah b. Amr el-Âs'ın mevkuf hadisleri ihtiyatla karşılanmalıdır. Onlardan kıyamet alametleri ve âhir zaman fitneleri hakkında nakledilen hadislerin çoğu mevzu olmamakla birlikte zayıftırlar. Görüldüğü gibi hadisin zayıf oluşu mevkuf olmasından değil; ondaki şaz, illet ve iztırâb gibi durumlardan kaynaklanmaktadır.[4] Bazı muhaddisler Sahabi tefsirlerinin tamamını merfu tutarken, diğer bazıları da nuzûl sebeplerine dair olayların dışında mevkûf olduklarını söylemişlerdir.[5] Sahabî tefsirlerinin tamamını merfû saymak doğru değildir. Çünkü müfessir sahabiler tefsirlerde içtihat etmiş; diğer bazı konularda ve furu'da da aralarında ihtilâfa düştükleri görülmüştür. Bir kısmının ise tefsirlerine İsrailiyyat türü haberleri karıştırdıkları da görülmüştür.[6] Mevkûf tabiri bazı maktu' hadislerin rivayetlerinde de kullanılmaktadır. Ravinin "falan kimse hadis isnadında Zührî'de durdu” demesi hadisin mevkuf olduğunu göstermez. Çünkü, Zührî sahabi olmayıp tabiindendir. Dolayısıyla bu tür rivayetler maktu'durlar. Fakihlerin mevkuf hadisi hüccet almadaki görüşleri birbirinden farklıdır. Mevkuf ve maktu' hadisleri Rasûlullah (s.a.s)'ın sünnetinin farklı bir şekilde devamı kabul ettiği için İmam Mâlik, rivâyetini sahih gördüğü mevkuf ve maktu' hadislerle ihticac etmeyi ihmal etmemiştir. Ayrıca Rasûlullah (s.a.s)'ın sünnetinin amelî rivâyeti kabul ederek Medinelilerin amelini fıkıh usûlunde müstakil bir delil alması onun, bu haberlere verdiği önemi gösterir.[7] Mevkuf hadis sadece sarahaten (açıkça) mevkuf olabilir. Hükmen Mevkuf diye bir şey söz konusu değildir. Mevkuf Hadisler şu ifadelerle rivayet edilirler: “Ömer (r.a.) şöyle dedi” “İbn Abbas (r.a.) şöyle yaptı.” “Ebu Hureyre (r.a.) şöyle takrirde bulundu.” “İbn Ömer’den (r.a.) mevkuf olarak rivayet olunur ki” “Bu hadis İbn Abbas’a varınca mevkuftur. Senedi daha öteye geçmiyor”[8] Merfu hadise örnekler: “İlmi yazarak (sağlama) bağlayınız. (Enes b. Malik) “Bir kimse abdestli olmadıkça cenaze namazı kılamaz.” (İbn Ömer) “Ensar kadınları ne yüce kadınlarmış! Hayaları, dinlerini öğrenmelerine mani olmadı.” (Hz. Aişe) Görüldüğü gibi mevkuf hadisler sahabilerin ibadet haricinde söyledikleri sözlerle bazı meselelerdeki görüşlerinden ibarettir. Horasan’lı fıkıh alimleri mevkuf hadise daha çok eser, merfua ise haber adını vermişlerdir. [9]
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/70. [2] et-Tehânevî, Keşşâf Istılahati'l-Funûn, İstanbul 1984, 2/1500; Suphi es-Salih Hadis İlimleri ve Istılahları, Ankara 1981, 175. [3] Suphi es-Salih, Hadis İlimleri ve Hadis İstilahları, Terc. Yaşar Kandemir, Ankara 1981, I74. [4] Suphi es-Salih Hadis İlimleri ve Istılahları, Ankara 1981, 176. [5] et-Tehânevî, Keşşâf Istılahati'l-Funûn, İstanbul 1984, 2/1500 [6] Suphi es-Salih Hadis İlimleri ve Istılahları, Ankara 1981, 176. [7] Ömer Tellioğlu, Şamil İslam Ansiklopedisi: 4/171-172. [8] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 119. [9] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 32. Mevkuf Hadislerde Sahihlik ve Zayıflık:
Rasulullah’tan gelmeyen sözlerde, O’ndan gelenlerdeki yücelik bulunmaz. Buna rağmen Mevkuf Hadis’e zayıf hadistir demek doğru olmaz. Zira sahihlik, hasenlik ve zayıflık, hadis usulü kaideleri uyarınca yapılacak sened araştırmalarına bağlı değerlendirmelerdir. Mevkuf bir hadise “sahihtir” demekle onun, Hz. Peygamber’e aidiyeti söylenmiş olmamaktadır. Hatta onunla amel etmenin vacib olduğu da belirtilmiş olmamaktadır. Çünkü en sahih görüşe göre mevkuf Hadis hüccet değildir.[1] Mamafih Mevkuf Hadis’in hükmü konusunda görüş ayrılığı bulunduğu da unutulmamalıdır. Hanefilerden Razi, Serahsi ve müteahhirun, birer görüşlerinde de İmam Malik ve Ahmed b. Hanbel’e göre mevkuf hadis hüccettir. Bazı hanefiler ve İmam Şafii’ye göre hüccet değildir. Çünkü sahabinin kendi ictihadı sonucu ya da Hz. Peygamber’den değil de başka birinden duymuş olma ihtimali vardır.[2] Ebu Davud da, “Nebi’den (s.a.v.) nakledilen iki haber tearuz edince, Ashabının hangisiyle amel ettiğine bakılır.”[3] demektedir. Bazı Mevkuf Hadisler de senedleri Rasulullah’a ulaşmadığı için mevzu (uydurma) sanılmıştır. Ebu Hafs Ömer b. Bedr el-Mavsili (622/1224) böyle yanlış bir değerlendirmeye tabi tutulmuş Mevkuf Hadisleri “Ma’rifetü’l-vukuf ale’l-mevkuf” adlı eserinde toplamıştır. Abdurrezzak b. Hemmam (211/826)’ın el-Musannef’inde de mevkuf hadisleri bolca bulmak mümkündür. [4] Mevkuf hadise örnek: Katade: “Ömer b. El-Hattab kişinin yalnız başına yolculuğa çıkmasını hoş görmezdi.” dedi.[5] Ebu Eyyub el-Ensari: “İlminin artmasını, anlayışının derinleşmesini arzu eden kendi kavm kabilesinden uzaklaşıp yabancılarla beraberliğe (hicret’e) katlansın.” dedi.[6]
[1] Kasımi, Kavaid: 111; Ahmed Naim, Tecrid Tercümesi (Mukaddime) 1/135. [2] Bk. Itr, menhec: 328. [3] Ebu Davud, Hacc: 40. [4] Ahmed Naim, Tecrid Tercümesi (Mukaddime) 1/135. [5] Abdurrezzak b. Hemmam, Musannef: 10/431. [6] Çakan, Eyüp Sultan Hazretlerinden Kırk Hadis, 145 (İstanbul, 1982); İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 120. D) Maktu Hadîs:
Tâbiîn ve Etbauttâbiîn'e ait rivâyetlere verilen addır. Bunlar da söz, fiil veya takrîr olabilir. Hadîsle ilgili ıstılahların yeterince istikrarını bulmadığı bir sırada İmâm Şâfiî (204/819) hazretleri (radıyallahu anh) maktu tâbirini munkatı mânasında kullanmıştır. Hadîs ilminde kendisinden istifâde etmiş olan muhaddislerden bâzıları bu kullanışta onu taklîd etmişlerdir. Binaenaleyh Abdullah İbnu Humeydî (v. 219/834), Taberânî (360/970) ve Dârâkutnî (385/995) gibi bazı hadîs imamlarının te'lîfatında bu durum görülür.[1] Maktu’ kelimesi, Mekati veya Mekatı’ şeklinde çoğul yapılır. Munkatı’, senedinde bir ravinin isminin hiç geçmediği veya kapalı olarak geçtiği hadisler ile, senedinden, sahabiden önce bir kişinin atlandığı veya peşpeşe olmamak şartıyla birden fazla ravinin atlanmış olduğu hadisler için kullanılmaktadır.[2] Maktu’ hadise misal olarak Abdurrezzak b. Hemmam’ın Ma’mer b. Raşid’den, onun da İbn Şihab ez-Zühri’den naklettiği şu hadisi verebiliriz: “Ma’mer dedi ki: Zühri’ye, bir yere yaslanarak yemek yemeyi sordum. Zühri bana “sakıncası yok” diye cevap verdi.”[3] “Cenaze namazı kılarken saflarınızı düzgün tutun kiölü hakkındaki (duanız) şefaatiniz kabul olunsun.” (Ebu’l-Muleyh) Mevkuf ve maktu’ hadisler dinde hüccet sayılmazlar. Bu yüzden bu iki hadis türünü zayıf hadislerden sayanlar olmuştur. [4]
[1] Ahmed Naim, Tecrid Tercümesi (Mukaddime) 1/135; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/70-71. [2] Bk. Itr, Menhec: 327. Aslında Munkatı’ senedle ilgili; Maktu’ ise, metinle ilgilidir. (Bk. İbn Hacer, Nuhbetü’l-Fiker Şerhi: 78) [3] Musannef: 10/416; İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 120-121. [4] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 32. Merfu, Mevkuf ve Maktu Hadis Hakkında Bilinmesi Gereken Birkaç Nokta:
Birinci Nokta: Merfu hadîs, mevkuf'tan, mevkuf da maktu'dan üstündür. Bilhassa tearuz halinde bu durum ehemmiyet taşır. İkinci Nokta: Bir hadîsin merfu veya mevkuf veya munkatı olması, sıhhat yönüne te'sîr etmez. Sıhhat için başka şartlar aranır. Sözgelimi merfu bir hadîs sahîh olabileceği gibi zayıf veya mevzu da olabilir. Merfû demek, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e ait olduğu belirtilmiş demektir, böyle bir hadîs pekala uydurulmuş olabilir. Öte taraftan Tâbiînden nakledilen bir söz sahîh olabilir. Üçüncü Nokta: Bir hadîsin merfu veya mevkuf olduğu bazı durumlarda zor teşhîs edilir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki..., yaptı ki... ifadesiyle yapılan bir rivâyetin merfu olduğu açıktır ama haberler her zaman bu tarzda olmayabilir. Bu sebeple bazı ihtilâfa rağmen âlimlerin çoğunluğu tedkik sonucu şu suretle gelen rivâyetlere de merfu demişlerdir: 1- Sahâbe'den biri, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) devrine izâfe ederek: "Biz vaktiyle şöyle böyle derdik, şunları şunları yapardık, şu görüşü beyan ederdik". Alimler ashabdan vârid olan bu çeşit ifâdeleri, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bunlardan haberdar olduğu ve fakat müdâhale etmediği şeklinde yorumlayarak takrirî merfû olduğuna hükmetmiştir. İbnu Mâce'den gelen şu hadîs buna örnektir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde biz at eti yerdik". Keza sahâbenin: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) içimizde iken şöyle şöyle yapmakta beis görmezdik" sözü de merfu sayılmıştır. Misal olarak Muğîre İbnu Şu'be'nin şu hadîsi kaydedilmiştir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Ashabı, huzuru nebevî'ye girmede kapıya tırnaklarını vurarak izin isterlerdi" Tabii bu sözleri Tâbiîn söyleyecek olsa hadîs merfu sayılmaz. 2- Keza Sahâbe'den sâdır olan şu sözler de ref'e delalet eder: "Falan şeyi yapmakla emrolunduk." "Falan şeyden nehyolunduk". "Falan şey sünnettendir". Ancak sünnet burada olduğu gibi mutlak değil de Ashâb'tan biriyle kayıtlı ise merfu sayılmaz: "Ebu Bekir ile Ömer'in sünneti böyle idi" cümlesinde olduğu üzere. Bu çeşit sözler Tâbiîn'den sâdır olsa haber merfu-mürsel olur. Keza Ashâb'ın şu sözleri de ref'e delâlet eder."Biz şöyle şöyle yapardık.""Falan iş Allah'a itaattır" veya "masiyettir". 3- Rey ve ictihâd'da bulunulması mümkün olmayan, gaybî durumla ilgili açıklamalar da hükmen merfu sayılmıştır. İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un şu rivâyeti buna misaldir: "Her kim bir sihirbazın, yahud -gâipten haber verebilir diye- bir kâhinin yanına giderse Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'e indirileni inkâr etmiş olur." 4- Tâbiîn'den biri senedi Sahâbî'ye ulaştırdıktan sonra "senedi ref ederek" yahut: "isnad ederek", yahud "Senedi sâhibine (yani Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e ulaştırarak" veya "Rivayet ederek" veya Rivayet etti veya "Rivâyet ederek söyledi" diyecek olursa hadîs merfû'dur. Bu sözlerden biri, sened, Tâbiî'ye ulaştıktan sonra söylenecek olsa rivâyet yine merfu sayılır ancak senetden sahâbe düştüğü için merfu-mürsel olur. Basra muhaddislerine ve husûsan İbnu Sîrîn'e has bir siga var: Senette sahâbeyi zikrettikten sonra mükerrer olarak "Kâle, kâle" dendikten sonra hadîs zikredilir. Burada birinci kâle'nin kâili sahâbe, ikincinin kâili Resul-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm)'dir. Hadîs, tabiiki merfu'dur.[1]
[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/71-72.
|
9534 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |