RİVAYETİN SIFATIRİVAYETİN SIFATI:
Rivayetin sıfatı ifadesiyle, hadislerin kelimesi kelimesine aynen mi yoksa mana ile mi rivayet edilmiş olduğunu kasdetmekteyiz. Bilindiği gibi hadisler, hadis kitaplarımıza geçinceye kadar iki şekilde rivayet edilegelmişlerdir: Lafzan. Ma’nen. Şimdi bu konuyu tetkik edeceğiz.[1]
[1] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 65. A) Lafzan (Kelimesi Kelimesine Aynen) Rivayet:
Dinin, kitaptan sonraki ikinci kaynağı sünnet olduğu için, sünnetin yazılı vesikaları demek olan hadislerin, Hz. Peygamber’den duyulduğu gibi aynen yani lafzan rivayet edilmeleri asıldır. Zira bizzat Hz. Peygamber “Bizden bir hadis belleyip de bellediği gibi başkalarına ulaştıranın Allah yüzünü ağartsın.”[1] buyurmuştur. Bu, tabiatıyla ve öncelikle hadislerin lafzan rivayet edilmesini teşviktir. Hatta yine Hz. Peygamber, öğrettiği bir duadaki nebi kelimesi yerine resul kelimesini kullanan el-Bera b. Azib’i uyarmış ve nebi demesi gerektiğini belirtmiştir.[2] Hadisleri ilk rivayet eden nesil olan sahabe, Hz. Peygamber’den görüp işittiklerini rivayet ederken bunların sorumluluğunun bilinci içindeydiler. Bu yüzden hadisleri lafızlarını değiştirmemeye dikkat ederek rivayet ediyorlardı. Büyük bir kısmı bir hadisi Hz. Peygamber’den (s.a.v.) nasıl işitilmişse aynen rivayet edilmesinin şart olduğu görüşünde idi. Nitekim Abdullah b. Ömer, “Münafığın meseli, iki koyun sürüsü arasında (kalan şaşkın) koyunun meseli gibidir.” hadisini manayı bozmayan bir kelime değişikliğiyle “kemeseli’ş-şati’r-rabidati” şeklinde rivayet eden birini azarlamış ve şunları söylemiştir: “Yazıklar olsun sana! Allah Rasulü’ne yalan isnad etme.” Aynı sahabi İslam’ın beş şartını sıralayarak sayan birine Ramazan orucunu beşinci şart olarak sona almasını söylemiş ve Hz. Peygamber’in ağzından nasıl işittiyse öyle rivayet etmesini ihtar etmiştir. Bu misaller gösterir ki sahabeden bir kısmı hadislerin lafzan rivayet edilmesini şart koşmuşlardır. Sahabeden sonra gelen tabiun ve tebeu’t-tabiin’in devirlerinde de hadislerin, lafzen yani Hz. Peygamber’den (s.a.v.) işitildiği şekilde rivayet edilmesi gerektiğinde birçok hadisçiler ittifak etmişlerdir. Öte yandan Hz. Peygamber Araplar arasında en fasih konuşan kimse idi. Onun bu özelliği hadislerin lafzen rivayetini şart kılar; çünkü manen rivayette mana bozulabilir. Hadislerin edebi güzelliği kısa cümlelerle çok geniş manalar ifade etme özelliği kaybolabilir. Her ne kadar bir talebe ile şeyhi arasında rivayet edilen bir hadisin mana değişikliği farkedilmezse de aynı şey birkaç kere tekrar edilince hadiste mana farkları meydana gelebilir. Demek oluyor ki hadislerin lafzen rivayet edilmesinin şart olduğu görüşünde olanlar onların değişmeden rivayet edilmesini isteyenlerdir. [3]
[1] Tirmizi, İlim: 7; Ebu Davud, İlim: 10; İbn Mace, Mukaddime: 18; Darimi, Mukaddime: 24; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 5/183; İbn Hibban, Sahih: 1/225-226. [2] Buhari, Vudu: 75; Deavat: 6, 7, 9; Müslim, Zikir: 56; Tirmizi, Dua: 16; İbn Mace, Dua, 15; Darimi, İsti’zan: 51; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 4/285, 290, 292, 296, 299, 300, 302; hadisin değrlendirilmesi için bk. Hatib, kifaye: 203. [3] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 73-74. B) Ma’nen Rivayet:
Ancak aralarında dört mezhep imamının da bulunduğu ulema çoğunluğu, dil ve edebiyat bilgisi yerinde olan kişilerin, belli şartlar altında hadisleri mana ile rivayet etmelerinin caiz olduğu görüşündedirler. Mana ile hadis rivayetine karşı çıkanların delilleri olduğu gibi cevaz verenlerin de gayet ikna edici delilleri bulunmaktadır.[1] Meselenin prensip olarak tartışılması bir yana, bir de vakıa vardır ki, hadislerin büyük çoğunluğu mana ile rivayet edilmiştir. Lafzan rivayet edilmiş hadis sayısı, manen rivayet edilmişlere göre oldukça azdır. Fevkalade hassas ve titiz davrandıkları tarihen sabit olan sahabilerin ve onları takibeden nesillerin, hadisleri kelimesi kelimesine aynen kayd ve zabtedip öylece nakletmiş olmaları ideal olmakla beraber, gerek hadislerin fazlalığı, gerekse beşeri ve tabii şartlar dolayısıyla bunun herkes için her zaman mümkün olmadığı ve olmayacağı da bir başka tabiiliktir. Öte yandan hadislerin lafzan rivayetlerini şart koşmanın, bu işi fevkalade zorlaştıracağı da açıktır. Oysa, çoğu kere önemli olan manalardır, lafızlar değildir.[2] Hz. Peygamber kendisine müracaat edip hadisleri ezberledikleri halde bir zaman sonra aynı lafızlarla hatırlamakta güçlük çektiklerini söyleyen sahabilere; “Haramı helal, helali haram kılacak şekilde manayı bozmadığınız sürece hadisi değişik lafızlarla (ma’nen) rivayet etmenizde bir sakınca yoktur.” buyurmuş[3] rivayeti “lafzi” olma mecburiyetinden çıkarıp “ma’nanın bozulmaması” kaydına bağlamıştır. Hz. Ali, İbn Abbas, Enes b. Malik, Ebu’d-Derda, Vasıla b. Eska ve Ebu Hureyre gibi sahabiler, el-Hasen el-Basri, eş-Şa’bi, Amr b. Dinar, İbrahim en-Nehai, Mücahid ve İkrime gibi tabiiler ve daha başka bir çok alim ma’nen hadis rivayetine ruhsat vermişlerdir. Hatta Yahya b. Said el-Kattan’a mesele sorulunca; “Dünyada Allah’ın kitabından daha yüce hiçbir şey yoktur. Onda bile yedi kıraata müsaade olunmuştur. Binaenaleyh işi zorlaştırmayın” cevabını vermiş ma’nen rivayeti savunmuştur. Ayrıca, mana ile hadis rivayetini caiz görenler bu görüşlerine delil olarak arab olmayanlar için dini kendi lisanlarıyla açıklamanın ittifakla caiz olmasını gösterirler ve “başka dillerle şerh mümkün olunca aynı mananın arapça ile ifadesi haydi haydi mümkündür” derler. Ancak ulema mana ile hadis rivayetini belli bazı şartlara bağlamışlardır. Bunları şöylece sıralamak mümkündür: 1) Hadisi ma’nen rivayet edecek kişi, lafızların anlamlarını bilen biri olmalıdır. 2) Değiştirilen lafzın müradifleri kullanılmış olmalıdır; “ku’ud” yerine “culus” kelimesini kullanmak gibi… 3) Ma’nen rivayet edilen haber, lafzıyla ibadet olunan bir hadis olmamalı. Zira asıl maksadın lafızlar olduğu yerde mana ile rivayet caiz değildir. Ezan ile tahiyyat (teşehhüd) ün lafızları gibi. Bu lafızlar ile kulluk, dini gönderenin muradına dahildir. 4) Hadis, sıfat hadisleri gibi müteşabih olmamalı. 5) Cevamiu’l-kelim cinsinden olmamalı. 6) Lafızları değiştirilen haber açıklık ve kapalılık bakımından aynı seviyede olmalı. 7) Hadisin aslı ezberinde ise, ma’nen rivayeti caiz değildir. 8) Bazı alimler de merfu’ hadislerde ma’nen rivayeti caiz görmezler. Ulema arasındadaha başka açılardan başka başka şartlar ileri sürenler de bulunmaktadır.[4] İbnu’s-Salah konu hakkındaki şu görüşleri şu cümlelerle bitirmektedir: “Eğer ravi nitelediğimiz şartları taşıyor ve kendisine ulaşan lafzın manasını tam anlamıyla ifade ettiğine kesin kanaat getiriyorsa, ister Hz. Peygamber’in hadisi olsun, isterse başka haberler olsun mana ile rivayet etmesinde hiçbir beis yoktur. Çünkü sahabe ve selef-i salihinin böyle yaptığı bilinen bir husustur. Çoğu kere onların, aynı konuda çeşitli lafızlarla aynı anlamda rivayet ettiklerini görmekteyiz. Bu da, onların, hadisleri aynı lafızlarla değil, mana ile rivayet etme itiyadında olduklarını gösterir. Ayrıca, bu ihtilafın hala devam ettiği de söylenemez. Çünkü hadisler tedvin edimiş, kitaplara geçmiştir. Hiç kimse bir kitaptaki lafzı değiştirip yerine aynı manada başka bir lafız koymayı düşünmez. Mana ile rivayete aynı lafızları zabtetme güçlüğünden dolayı, izin veren vermiş ve bu iş artık tamamlanmıştır. Üstelik, kişi lafzı değiştirmeye muktedir olsa bile başkasının yazdığı lafzı değiştirmeye gücü yetmez.”[5] Hakim Tirmizi’nin dediği gibi duyduğu gibi başkalarına hadis rivayet etmek isteyen için manayı değiştirmemek şartıyla, kelimelerini değiştirmek caizdir.[6] Bir daha tekrar edelim ki bugün ma’nen hadis rivayeti diye bir şey söz konusu değildir. Bugün herhangi bir hadis kitabındaki lafzın, aynen kullanılması gereklidir. Mana ile hadis rivayeti ulema arasında belli bazı ihtiyat cümlelerinin kullanılmasını da gelenlekleştirmiştir. Mesela “Ev kema kale: Yahud Rasulullah’ın (s.a.v.) buyurdukları gibi”; “Ev nahvehu: Yahud onun gibi”; “Ev ma eşbehe haza mine’l-elfazi: Yahud bu elfaza benzer lafızlarla benzer lafızlarla buyurdu” Mana ile hadis rivayetinin ve rivayette bazı lahn denilen gramer yanlışlarının yapılageldiğini dikkate alan nahiv uleması, hadis ile delil getirmekten kaçınmışlardır.[7] Ayrıca ma’nen hadis rivayeti, rivayette ihtisar, hadisin gereken kısmını zikretmek, bütününü sevketmemek meselesini de beraberinde getirmiştir. [8] Ebu Said el-Hudri şunları söylemiştir: “Hadis dinlemek için sekiz-on kişi Hz. Peygamber’in (s.a.v.) etrafında oturur, onu dinlerdik. İçimizden ondan dinlediklerimizi aynen tekrar eden belki iki kişi çıkmazdı; fakat hepimiz de tekrar ettiğimiz zaman manalarda hiçbir fark olmazdı.” Tanınmış tabiin el-Hasenu’l-Basri, kendisine “Bugün bize bir hadis rivayet ediyorsun; ertesi gün aynı hadisi başka lafızlarla naklediyorsun” diyen birine şu cevabı vermiştir: “Manada isabet etmişsem bunda hiçbir mahzur yoktur.” Yine meşhur tabiilerden Muhammed b. Sirin şöyle demiştir: “On kadar sahabiden hadis işittim. Hepsi de lafızlarla ihtilaf ederlerdi; fakat mana aynı idi.” Buradan anlaşıldığına göre hadislerin manasını değiştirmeden, manasıyla rivayet etmek caiz görülmüştür. Aslında hadislerin lafzen rivayeti çok güçtür; çünkü sahabeler hadisleri gerektiğinde yıllar sonra rivayet etmişlerdir. Tabii olarak yıllar önce söylenmiş bir sözü kelimesi kelimesine değil, manasıyla rivayet zorunda kalmışlardır. Aradan geçen yıllar içinde hadisin sözlerini unutanlar da olmuştur. Bunun için hadisi rivayet ederken çok kere manasını söyleyip “Ev kema kale: Yahut bunun gibi bir söz söyledi” veya “Ev misle haza: Yahut benzerini söyledi” gibi lafızlar kullanmışlardır. Bütün bunlarla birlikte hadislerin manen rivayet ederken değişikliğe uğramaması için bazı tedbirler alınmıştır. Ravide zabt şartının aranmasını bu tedbirler arasında saymak mümkündür. Bildiğimiz gibi zabt ravinin, aldığı hadisi değiştirmeden hıfzedip yeri geldiğinde başkalarına aynen rivayet edebilme özelliğidir. Bu özelliğe sahip olmayan ravinin hadisine itibar edilmez. Buraya kadar gördüklerimizden şu sonuca varabiliriz. Hadisler lafzen olduğu gibi ma’nen de rivayet edilmiştir. Bununla birlikte ma’nen rivayette mananın değişmemesi esas alınmıştır. [9]
[1] Deliller için bk. A. Naim, Tecrid Tercemesi: 1/455-466 (Mukaddime). [2] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 65-66. [3] Bk. Hatib, Kifaye: 199-200; Kasimi, Kavaidu’t-tahdis: 221-225. [4] Bu farklı görüşler için bk. Şevkani, İrşadu’l-fuhul: 54-55. [5] Ulumu’l-hadis: 191. [6] Bk. Kavaidu’t-tahdis: 224. [7] Bk. Tecrid Tercemesi: 1/461. [8] İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları: 66-69. [9] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 74-75. Ma’nen Hadis Rivayet Eden Ravide Aranan Şartlar:
Gerek sahabiler gerekse sahabilerden sonraki nesiller hadislerin manen rivayetini caiz görmekle birlikte manayı bozacak şekilde rivayeti önlemek için hadis ravilerinde bazı şartların bulunması gerektiğini söylemişlerdir. Söz konusu şartlar bir ravide bulunması gerekli şartlardan ayrı olarak ma’nen rivayetle ilgilidir ve şunlardır: 1) Hadis ravisinin sarf ve nahiv kaidelerine tam manasıyla vakıf olması. 2) Lügat ilmini iyi bilmesi. Bir başka deyişle Arapçanın inceliklerini tam anlamıyla bilmiş olması. 3) hadis lafızlarının delâlet ettiği manayı iyi bilmesi. 4) Bir hadisi değişik lafızlarla rivayet ettiği zaman o hadisin Hz. Peygamber’in kasdetmiş olduğu manayı aynen verdiğinden emin olması. [1]
[1] Talat Koçyiğit, Mücteba Uğur, İ. Hakkı Ünal, İmam-Hatib Liseleri İçin Hadis Usulü, 12. sınıf: 75.
|
1103 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |