• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/ali.gulhan.58
  • https://www.twitter.com/ali69gulhan
ali gulhan

Hz. Osman (r.a.)'In Hilâfeti

Hz. Osman (r.a.)'In Hilâfeti

 

Osman'ın hilâfetinin ilk yılında, yani Hicrî 24'de Rey yeniden fethedildi. Çünkü bir ara elden çıkmıştı... Bu yıl bir salgın hastalık vardı. Hz. Osman da hastalandı ve Hacca gidemediği için yerine bi­rini Hacc emîri yaptı.

Yine aynı yılda Hz. Osman, Kûfe'ye Sa'd bin Ebi Vakkas'ı tâ­yin edip, Muğire bin Şûbe'yi azletti.

Yirmi beşinci sene ise tekrar Sa'd'ı azledip yerine Velid İbn-i Uk-be bin Muayt'ı tâyin etti. Bu zat sahabi ve Osman'ın ana bir kardeşiy­di. Bu da onun ilk tenkidine sebebdir: «Akrabasını etkili yerlere geti­riyor» şeklindeki ithamlara başlangıçtır.

Yirmi altıncı sene, Hz. Osman Mescid-i Haram'ı genişletti. Ar­kadaşlarından arsa satın alıp Mescide ekle,di.

Yirmi yedinci sene, Muâviye Kıbrıs seferini yaptı. Gemilerle çı­karma yaptı. Ubsdet bin Sâmit ve karısı Ümmi Harem binti Melhân El-Ensâri de vardı. Atından düşüp şehid oldu ve oraya gömüldü. Sağlığında Resûlullah (s.a.v.) bu savaşı müjdelemiş, onu da teşvik etmişti[29].

Aynı yıl Osman Amr bin Âs'ı azledip, onun yerine Mısır valisi olarak Abdullah bin Sa'd bin Ebi Serh'i tâyin etti. O da Afr'.ka seferine devam edip çok yerler aldı. Endülüs de bu yıl feth olundu.

Yirmi dokuzuncu yılda ise, yeni yerleşim yerleri de alındı. Aynı sene Hz. Osman Mescid-i Nebî'yi genişletti, işlenmiş taşlarla yeni­den inşa etti. Direklerini taştan, üstünü de saçtan yaptırdı. Boyu yüzaltmış zira', eni ise yüzelli zira' oldu.

Otuzuncu yılda, Horasan'ın birçok beldesi fethedildi. Çok miktar haraç (gayr-i müslimden alman vergi) elde edildi. Doğrusu her yön­den sermaye akıyordu. Her ülkeyi açtı Cenâb-ı Hak müslumanların önüne. Otuzlkinci yılda Abbas bin Abdülmuttalib vefat etti. Abdur-rahman bin Avf ile Abdullah îbn-i Mes'ûd ve Ebû Derdâ da bu yıl rah­mete kavuştu. Zeyd îbn-i Abdillâh ve Ebû Cündüb bin Cenade El-Gı-fâri de bu yılda vefat etmişlerdir.

Aynı yıl Suriye Muaviye'nin emrine verilmiştir. 33. yılda ise, Abdullah îbn-i Sa'd bin Ebi Şerh Habeşistan seferine çıktı... [30]

 

Hz. Osman'ın, Çevresine Ve Vilâyetlere Tâyindeki Tutumu Ve Bunlardan Gelişen Haller:

 

Hz. Osman'ın Ümeyye oğullarına bağlı akraba ve yakınlarını ö-nemli mevkilere tâyin ettiği bilinen bir durum. Sonuç olarak, bu yakınlarına yer açılabilmesi için de; çoğu sahabî olan bir hayli kişi makamlarından azledilmişti.

Bu siyâseti de ona halkın tepkisini çekmiştir. Aynı zamanda, meşhur yahudi İbni Sebe ve avanesine hareket noktası ve dayanak teşkil etmiş; fitne ateşini tutuşturmalarına imkân vermiştir. İbn-i Ke-sîr'in nakline göre de özetle; Küfe halkı, Emir Said bin El-Âss'a kar­şı ayaklandı, onu hırpaladılar Osman'a da, Ümeyye oğullarından ba­zılarını yerleştirmek için yerinden alınan sahabelerin durum ve ken­di eylemlerine sebeb olan durumu arzetmek için elçi gönderdiler... Bunlar da Hz. Osman'ın huzurunda fazla kaba davrandılar. Bu Hz. Osman'ın ağırına gitti. Ve ordu komutanlarına haber gönderip çağır­dı. Onlarla istişarede bulundu. Bu toplantıya; Suriye emiri Muaviye bin Ebi Süfyan, Mısır emiri Amr bin Âss, Küfe emîri Said bin Ass, Basra emiri Abdullah ibni Âmir katıldı. Bunlara danıştı. Ama lâf dağıldı ve herkes kendi görüşüne göre konuştu. Osman da bu farklı görüşler karşısında kesin karara varajnayınca, yine herkesi yerinde bıraktı. Âsîlerin gönlünün de mal vs. ile alınmasını tavsiye etti. Bir yandan da savaşa gayret emrini verdi[31].

îşte bundan sonra da, ilkin Mısırda, hem de sahabe evlâtlarından oluşan bir grup, halkı Hz. Osman aleyhine kışkırttı. Ağır eleştiriler başlattılar. Buna tutunan İbni Sebe de Mısır'da fesadını yaydıkça yay­dı. Altıyüz k.şiye yakın atlıyı, umreye gidiyormuş edasıyla Medine-'-ye doğru yola çıkardı. Halbuki esas gaye Medine içinde bir ayaklan­ma çıkarmaktı. Bunların Medine'ye yaklaştığını öğrenen Hz. Osman, Hz. Ali'ye gidip onlarla konuşma ve beldelerine dönmelerini sağlama. emrini verdi. Hz. Ali Cuhfe'de onlarla karşılaştı. Kafile Hz. Ali'ye aşırı saygı ve hürmet gösterdi. Çünkü İbni Sebe onların aklını çelmiş ve zihinlerini hurafe ile doldurmuştu. Hz. Ali bunların davranışını reddetti. Tahkir edip azarladı. Onlar ise mahcup oldular ve araların­da; kendisini halife yapmak için yollara düştüğümüz adamdan görece­ğimiz bu muydu, diye konuştular. Böylece attıklarını vuramamış, um­duklarını bulamamış, eli boş yüzü kara halde dönüp gittiler.

Hz. Ali dönünce, kafilenin gerisin geri gittiğini haber verdi. Ay­nı zamanda ona; halka konuşmasını ve yaptığı «akraba tâyinlerinden pişman olduğunu; aynı zamanda bundan vazgeçeceğini» söylemesini öğütledi.

O da bu teklifi kabul edip, gerçekte ertesi gün Cuma idi; halka şöyle bir hitabede bulundu:

«Yâ Rabbi sana sığınıp tevbe ediyorum. Yâ Rab, benim hak­kımda ilk tevbe eden benim. Bunu gözyaşlarıyla da ifade etti. Cemaat da onunla ağladı. Sonra sözü getirip; kendi hakkında halkın dediko­dusu ve tenkidlerinin doğruluğunu belirtti. Mervan ve yakınlarını uzaklaştıracağını da açıkladı. Halbuki Mervan bin Hakem hemen sonra huzura girip ona serzenişte hattâ hakarette bulundu. Ve şöyle dedi: «Senin bu konuşmayı; söylediğini uygulayacak güçte iken yap­mam isterdim. Ve o zaman ben herkesten önce uyar vr destekler olur­dum. Fakat herşey olup bittikten, sular çukurunu bulduktan, belâ ile burun buruna geldikten sonra konuştun. Vallahi bağışlanabilir bir yanlışı sürdürmek, ondan korkup vazgeçmekten daha şereflidir. Ve hem tevbe edeceksen, beni suçlamadan da bunu başarabilirdin.»

Sonra da Morvan ona, kapıda bir kalabalığın bulunduğunu ha­ber verince, Osman ona çıkıp ne isterse konuşmasını belirtti. O da, çıkıp bir takım bozguncu lâflar etti. Osman'ın yatıştırdığı halk ef­kârını tekrar isyana sürükledi   Meselâ:

«Siz bize, mülkümüzü elimizden koparmak için gelmişsiniz. De­folun buradan! Sakın vallahi bize saldırmayasınız. Başınıza belâ gelir ve kendinizi sıyıramazsınız...»

Bu durumu Hz. Ali öğrenince, sin'rü bir vazıyette Hz. Osman'ın huzuruna girdi. Ve «Sen Mervan'ı, Mervan da seni sevip razı ola­maz. Tek şartla ki, eğer sen aklını ve dinini yitirirsen bu olabilir...

Dikkat et, Mervan'ın görüşü, dinine de, nefsine de şifa olmaz. Ve şunu kesinlikle bilmelisin ki; Mervan senin himayende ve yardımcı­lığında kaldıkça, ben şu andan itibaren artık seni asla uyarmam, ya­nına da uğramam.»

Hz. Ali çıkınca (Hz. Osman'ın hanımı Naile) girdi ve Hz. Ali'nin ona söylediklerini duyduğunu belirterek; «Konuşayım mı, susayım mı?» dedi. O da konuş, deyince şöyle anlattı: Ali'nin sözlerini dinle­dim. Sana zararlı şey tavsiye etmiyor. Mervan'a ise ne istediyse ver­din... O da, peki ne yapmam lâzım? deyince; yalnız eşsiz olan Allah'-dan korkmalısın. Ve kendinden önceki iki arkadaşının tavrını ta-kmmalısm. Çünkü sen Mervan'a uyduğun müddetçe seni öldürtür. Mervan'da Allah korkusu, sevgisi ve değeri yok!.. Hemen Ali'ye ha­ber gönderip onu kazanmaya bak. Zaten sana âsi olmaz ve aranızda akrabalık da var...

O da Hz. Ali'ye haber gönderip çağırttı ise de, o gelmek istemedi ve «ben ona artık yanma uğramayacağımı bildirmiştim» dedi.

tşte bu durum, büyük fitnenin çıkış noktasını oluşturdu. Pusuda bekleyen yeraltı faillerinin işini kolaylaştırdı. Gayelerine ulaşmanın yollarını açtı. [32]

 

Başlayan Fitne Ve Osman'ın Öldürülmesi:

 

Hz. Osman, Halifeliği on iki yıl yürütebildi. Herkes, özellikle de Kureyş ondan memnundu. Ömer'den de fazla severlerdi. Çünkü o, Kureyş'e sert davranırdı... Osman ise onları hoş tutuyor ve yumuşak davranıyordu. Ama, yukarıda kaydettiğimiz üzere, ne zaman ki ak­rabalarını önemli islere tayin etmeğe başladı, işte o zaman durum değişti.

Osman (r.a.) bu tutumunu, Allah'ın emri gereği bir sıla-i rahm diye yorumlardı... Ama iş kendi hayatıyla sona erdi.

İbni Asâkir, Zührî'den şöyle nakleder:

Said ibni Müseyyeb'e dedim ki; «Hz. Osman'ın öldürülme olayını anlatır mısın, O ne yapıyor, halk ne istiyordu?» îbn-i Müseyyeb şöyle anlattı: «Osman haksız yere öldürüldü. Öldüren zâlimdi. Onu yenik düşüren ise ma'zurdu.» Ve îbn-i Müseyyeb olayı sebeb ve so­nucuyla Zührî'ye anlatıyor. Biz onu özetleyerek alalım:

Mısırlılar, îbn-i Ebi Serh'den şikâyetle geldiler. Osman da ona bir yazı gönderdi. Öğüt veriyor ve yer yer de onu azarlıyordu. Ama Ebî Şerh, Osman'ın tehdidlerine aldırmak şöyle dursun, ona ve şi­kâyet edenlere kızıp tavrını daha b:r sertleştirdi...

Bunun üzerine, Hz. Ali, Hz. Âişe ve Hz. Talha gibi, önde gelen sa­habeler, Osman'a baskı yaparak, Ebi Şerhin azlini teklif ve yerine bir başkasını tâyin etmesini tavsiye ettiler. Hz. Osman onlara; oylleyse onun yerini tutacak adamı gösterin, dedi. Onlar da Muhammed bin Ebî Bekri tavsiye ettiler. Osman da bir ahidnâme yazıp bu zâtı vali olarak tâyin etti. Hemen bir kafile Mısıra doğru yola çıktı. Ensâr ve Muhacirden bir hey'et aralarında da Muhammed .bin Ebî Bekr olduğu halde mes'eleyi çözüme bağlamak için gidiyorlardı. Medine'­den üç günlük bir mesafeye varmışlardı. Bir de baktılar, bir zenci köle katırla ve aceleyle gidiyor. Resûlullah'ın sahabeleri onu dur­durdular. Senin bir kaçamak halin var, nereye ve ne için böyle acele ile gidiyorsun, dediler. O da; ben, Emîri'1-Mü'minin'in kölesiyim. Mı­sır valisine emirnamesini götürüyorum. Onlar, kimin adamısın? di­ye sıkıştırınca, güçlükle sözünü tekrarladı: Mü'minlerin Emiri'nin ada­mıyım!.. Bir de, Mervan'ın kölesiyim, diye ekledi. Ve cebinden de bir mektup çıkardı. Muhammed bin Ebî Bekr çevres:ndeki Ensâr, Muha­cir ve kim varsa topladı. Mektubu onlara açıkladı. Şunları yazıyor­du: «Sana Muhammed ve falan, falan gelince öldürmek üzere tutuk­la ve yazılarını da iptal et. İşine devam et. Benden bir yeni emir ge­linceye kadar, şikâyetçileri de hapset...

Bunun üzerine bu sahabe grubu, yazıyla birlikte Medine'ye dön­düler. Sahabelerden büyük bir cemaat toplayıp, mektubu ve kölenin macerasını anlara açıkladılar. Artık Hz. Osman'a kinlenmeyen bir tek Medineli kalmamıştı.

Durumu gören Hz. Ali ise, Bedir ashabından, Talha ve Zübeyr gibi seçkinleri topladı. Sa'd ve Amir'i de aldılar; köle - mektup ve ka­tırı Hz, Osman'a sundular.

Hz. Ali söz aldı, şöyle konuştular:

—  Bu köle senin adamın mıdır?

—  Evet.

—  Katır da senin mi?

—  Evet.

- Peki, bu mektubu sen mi yazdın?

—  Hayır.

Ve yemin etti ki, ne bu mektubu yazdım, ne yazdırdım, ne de bundan haberim var..

—  Peki, mühür senin mühürün?..

—  Evet.

—  Peki, nasıl oluyor ki, kölen kendi atını alıp mühürünle mü­hürlenmiş mektupla yola çıkıyor, senin haberin olmuyor.

O yine bundan haberi olmadığı ve asla Mısır'a böyle bir gönderi yapmadığına yemin etti...

Sonra yazıya baktılar. Mervan'ın yazısı olduğunu bildiler. Mervan'ı kendilerine teslim etsini istediler. Fakat Hz. Osman çekindi.

Mervan da evinde, yanındaydı. Topluluk kırgın halde çıktı. Os­man'ın yalan yere yemin etmediğini biliyorlardı ama Mervan'ı ken­dilerine teslim etmeyişine kızıyorlardı.

Haber Medine'ye yayıldı. Hz. Osman'ın evi kuşatıldı. Ona su bile vermiyorlardı. Ailecek susuzluktan bunalınca, halkın karşısına çıkıp; bana biraz su getirecek kimse yok mu? dedi. Haber Hz. Ali'ye ula­şınca ona üç kırba su gönderdi. Bu da ona zor belâ ulaştı.

Yine Hz. Ali'ye; Osman'ı öldürmek isteyenlerin olduğu haber verilince, oğulları Hasan ve Hüseyin'i yolladı. Gidip silâhlarınızla Os­man'ın kapısında nöbet tutun, dedi. Kimseyi bırakmayın emrini ver­di. Onlar da gidip nöbete koyuldular. Bunu öbür ashâb-ı kiram da uyguladı. Az sonra da kavga azdı. Osman'ı öldürmek için saldıran­lar vardı. Fakat peygamber torunlarıyla birlik öbür sahabeler on­ları engelliyordu.

Bu sırada, dam delindi ve onun üzerine saldırıp kılıçlarıyla Öl­dürdüler... Bu haber de Hz. Ali'ye ulaşınca, kızgın vaziyette çıkageldi ve oğullarına çıkıştı: Siz kapıda iken nasıl olur da Emîrü'l-Mü'minîn öldürülür? Hasan ve Hüseyin'i tokatladı. Talha'nın oğlu Muhammed ve Zübeyr'in oğlu Abdullah'a hakaret etti.

îşte böylece, Hz. Osman'ın öldürülmesi, sonsuza kadar sürecek fitneler zincirinin ilk halkası oluverdi. [33]

 

Hz. Ali'ye Bey'at Ve Hz. Osman'ın Kaatilinin Aranması:

 

Hz. Ali, olaydan derin üzüntü duyarak çıktı Hz. Osman'ın evin­den. Halk önünü kesip, bize bir emir lâzım dedi. Elini uzat sana bey'­at edelim dediler. Hz. Ali onlara; şu an bu gereksiz, bu Bedir asha­bının işidir, dedi. Bedir ehli kimi seçerse, o da halife olur... Bedir ehli kalmadı ise o zaman Ali'ye sıra gelir, deyince de: Senden başka buna lâyık kimse görmüyoruz. Ver elini bey'at edelim dediler ve bey'­at ettiler.

Mes'ele Hz. Ali'nin üzerine yıkılıp, bey'at da tamamlanınca, Mer­van ve oğlu kaçtı. Ali, Osman'ın hanımından kaatili sordu. Bilemiyo­rum, yanına iki kişi girdi. İkisini de tanımadım. Muhammed bin Ebi Bekr de beraberdi. Hz. Ali, Muhammed'i çağırdı. Hz. Osman'ın hanı­mının söylediklerin: sordu. Muhammed inkâr etmedi: Evet, ben de girdim ve öldürmek istiyordum. Bana babamı hatırlattı ve onu bıraktım. Allah'tan af diliyorum, tevbe ediyorum, dedi. Onu öldürme­dim ve elimi de sürmedim, dedi. Hz. Osman'ın hanımı, doğrudur ama o ikisini içeri soktu, dedi.

İbn-i Asâkir'in Safiyye'nin mevlâsı Kinâne'den ve başkalarından nakline göre; Osman'ı Mısırlı, sarışın ve mavi gözlü bir kişi öldürdü. Yine İbn-i Asâkir'in, Ebû Sevr El-Fehmi'den naklinde ise; Hz. Osman kuşatılmıştı. Ben onun evine girdim. Dedi ki; ben Rabbimin katında on kez korundum. İslâm'ın ilk dört kişisindenim. Zorluk ordusunu (Tebük seferineî hazırladım. Resûlullah (s.a.v.) bana kızını verdi. Biri ölünce de ikincisini nikahladı... Asla, şarkı söylemedim, arzu da etmedim. Resûlullah'a bey'at edeli sağ elimi avret yerime sürmedim. Hiçbir cumayı kaçırmadım. Kaçırdığımda da, ya da benzer bir yan­lışımda mutlaka bir köle âzâd etmişimdir. Ne câhiliyyede, ne de İs­lâm döneminde zina etmedim. Yine her iki devrimde de hırsızlık yap­madım. Resûlullah (s.a.v.) vaktinde Kur'an'ı cem ettim.

Doğru tesbitle, Hz. Osman, Hicri 35. teşrik günlerinde öldürüldü. [34]

 

İbretler – Öğütler

 

Birinci olarak: Hz. Osman döneminin fazilet ve meziyetleri. Öyle ki, Osman döneminin simgesi olmuştur bunlar. Meselâ Fetih­lerin geniş alanlara yayılması; Horasan ve Kuzey Afrika'nın tama­men ele geçirilip Endülüs'e ulaşılması bunlardandır. Yine o devrin en belirgin ve onurlu başarıları arasında, yabancı kelimelerin dili istilâ­sı ve bunların Kur'an'a da karışması korkusu başladığı an; onu aslı ve hakikî hattıyla cem edip, içine yabancı bir kelimenin sızamaya-cağı şekilde tesbit etmesi. Medine mescidini en geniş sınırlara ka­dar yeniden inşa etmesi gibi... başarılan sayabiliriz.

Bu fetihlerde Hz. Osman'ın çoğunlukla, Abdullan ibn-i Sa'd bin Ebİ Serh'e güvenmiş olması da zanlı lı. bir tutumu sayılmaz. Evet İs­lâm kendinden önceki sistemleri ywe gömmüştür. İbn-i Şerh ise bel­ki başlangıçta bunu görmemezlıkten gelip, başarısıyla gururlanmış olabilir. Ama onun bundan sonra düzeldiği ve doğru yolda dini bü­tün insan olduğu da iyi biliniyor.

İkinci olarak: Biz, bilmeliyiz ki; Hz. Osman'ın (r.a.) vaL ve yar-dımcılannı akrabalarından (Emevîlerden) seçmesi nedeniyle eleşti­rilere hedef olmuşsa da, bu tutum onun içtihadıdır. Ve seçkin saha­be önünde de kendisini böylece savunmuştur... Yine biz onun içti­hadını ve' savunmasını kabul etmesek bile, tenkid ve yorumlarımızı edepsizlik noktasına vardırmamak zorundayız... Biz esasen, onun yap­tıklarını hatâ bile saysak, bu hatâların sahibinin, Resûlullah (s.a.v.) nezdindeki yerini ve İslâm'ın ilklerinden oluşuyla geçmiş iyiliklerini ve hele Resûlullah'ın Tebük seferi sırasında, «Artık Osman'ın bu­günden sonra yapacağı hiçbir şey zarar vermez» buyurmuş olduğu­nu unutmamak durumundayız.

Bize yakışan; sahabenin onunla tartışması ve ona itirazlarıyla, bizim bu noktadan uzanarak, onun işlerinde kusur aramamız ve ten­kidimizin çok farklı şeyler olacağını kavramamızdır.

Çünkü, sahabenin ona itirazı, yürümekte olan işi düzeltici ola­bilir, iyiye çevirebilir. Suçlama ve eleştirme bile olsa, iyi inceleyince görülür ki onlardan (çağdaşlarından) gelince müsbet ve faydalıdır. Ama bizim (bunca asır sonra) bu gün lâf etmemiz-, hele yüzlerce ta­rihî olayın üst üste yığılıp birbirini gölgelemesinden sonra; artık Re­sûlullah'ın dil uzatılmasını yasakladığı genel anlamda sahabesinin de ötesinde, Râşid Halifeleri eleştirmemiz çok ucuz bir saldırı olur.

Halbuki, ilmî esaslara dayanarak, olayların niceliğini kavramak isteyen gerçekçi kişiye de; Ibn-i Kesir, îbn-i Esir ve Taberî gibi gü­venilir tarihçilerin araştırmalarının hududunda olsun, durmak ya­raşır...

Üçüncü olarak ı Fitnenin başlayışının, Hz. Osman döneminin bi­timine rastgeldigi bir vakıa. Ama senaryonun arka plâninda bulunan ve fitneyi sürekli körükleyen Abdullah îbni Sebe ismi de unutulma­malıdır.

Bu îbni Sebe aslen Yemenli bir yahudidir. Hz. Osman zamanında Mısır'a gelmiştir. Orada Hz. Osman aleyhinde ve (sözüm ona) Hz. Ali ile Ehl-i Beyt lehinde propaganda başlatmıştır.

Halka sirayet edebilmek için şu üslûp ve taktikle konuştuğu meş­hurdur:

Muhammed (s.a.v.), İsa (â.s.)'dan efdal değil midir? Peki Mu-hammed (s.a.v.î, İsa'dan daha elyak değil midir, dünyaya tekrar gel­meye?.. O halde Hz. Muhammed, kendisine en yakın olan amca oğ­lu Ali'nin kişiliğinde gelecektir[35].

îşte bu tarzda Mısır halkım oyuna getirmeyi becerdi. Halbuki aynı taktiği Yemen'de yapmış, tek ferdi inandıramamıştı[36]. Bu oyuna gelen çevreler ise, hemen toplanıp Medin'ye yürüdüler. Niyetleri Hz. Osman'ı devirmekti. Ama yukarıda verdiğimiz tarihî bilgiden görül­düğü üzere, Hz Ali'nin tavrı onları bu eylemden vazgeçirnûşti

Şimdi bu noktadan hatırlayalım, îslâm ümmetinin Sünnî - Şiî di­ye iki parçaya ayrılışını:

Bu olay o zaman başladı ve İbni Sebe elinde son şekline ulaştı. Yoksa, Emevîlerin, Ehl-i Beyt ve onların taraftarlarına eza ve ce-falarıyla başlamış falan değil... Önemli olan, tarihi gerçeklerin «Elif bâ»sı olan bu iki vakıadan herhangi birini alıp, öbürünü unutma­maktır.

Dördüncü olarak: Tekrar olsa da, bu üçüncü hilâfet döneminde Hz. Osman ile, Hz. Ali arasındaki bağlılığı ve AH (r.a.), Osman fr.a.) 'a karşı gerçek tutumunu aklımızda tutmalıyız:

Görüyoruz ki; Hz. Ali, Hz. Osman'a ilk bey'at eden şahıstır. Bu­nu çoğu tarihçilerimiz ifade ediyor. Meselâ İbn-i Kesir bu önceliği apaçık yazar. Sonra, Mısır'dan gelen ve Hz. Osman'a isyan edenlere karşı, yani îbni Sebe ekibine gösterdiği tutum ortada: Ben onları def ederim diyor ve Cuhfc bölgesinde karşılayıp, hakaretle, tehditle, onların kendisine iltifatlarını bile yüzlerine çarpıyor. Öyle ki, bu âsi­ler (ya da aklanmışlar) bin pişman yüz geri olup yerlerine dönüyor­lar... Hattâ bazıları «îşte, kendi uğruna savaştığımız adam, Halifeye, kendi adına isyan ettiğimiz zâtın tavrı bu mu olmalıydı?[37] diye ya­kındılar.

Ve onun, Halife'ye nasihatmdaki içtenliği şefkat ve sevgiyi gö­rüyoruz: Onu en kritik anlarda onun yambaşında buluyoruz. En so­nunda ise, iki oğlunu tehlikenin ortasına atıp, Halifenin kapısında muhafız yaptığını biliyoruz...

Öyle ise, hilâfeti boyunca, Hz. Osman'ın en faydalı dostu ve yar­dımcısı Hz. Ali'dir. En dar anlarda yardımcısı; son anda ise ona en güzel ve faydalı tedbiri öğreten öğütçü yine Hz. Ali'dir.

Şunu çok iyi bilmeliyiz ki; Hz. Ali gibi büyükleri, Allah ve Re­sulüne inanan herkese, gözünün bebeği gibi bilip sevmesi yaraşır. Ve insanlığını yitirmemiş her şahıs da kalbinde ona sevgi taşır. Sev­ginin isbatı ise, ona uyma, itaat etme ve bundaki samimiyetiyle or­taya vurur. Bu özellik başta Hz. Ali'de var ve kendinden önceki ha­lifelere karşı isbat etmiştir... O halde onun hayatı bize örnek olsun, Taizim sevgimiz de ona ve onun sevdiklerine yönelsin! [38]

 



1034 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın