Hz. Ebûbekr'in Hilafet DönemiHz. Ebûbekr'in Hilafet Dönemi
ResûluHah'm (s.a.v.) vefatım müteakip, mü si umanlar, Beni Sâide sakifesinde toplanıp; Resûlullah'dan sonra onun yerine geçecek, müs-lümanlara lider olup onları yönetecek şahsın kim olabileceğini görüştüler. Hayli tartışmadan ve çeşitli grupların ortaya attığı görüşlerin müzakeresinden sonra, Besûlullah (s.a.v.)'dan sonra, onun ilk halifesi olmaya eri uygun zâtın; hastalığı sırasında kendi yerine namaza vekil gösterdiği, onu her an en üst düzeyde tasdik eden ve mağarada kendine eşlik etme payesine eren Hz. Ebû Bekir (r.a.)'in olacağında söz birliğine vardılar. Hz. Ali (r.a.)'nin ise, bu toplu görüşe asla muhalefeti yoktu. Bey'-atmdaki gecikme ise-, sadece Hz. Fâtıma (r.a.) ile Hz. Ebû Bekir arasında; Hz. Fâtıma'nm Resûlullah'a mirasçı olma isteği açısından baş gösteren tartışmadan ötürü idi[1]. Halifelik Dönemindeki Önemli İcraatı
Birinci olarak: Üsâme ordusunu donatıp yola çıkarmasıdır. Yâni sorumluluk ve yetki kendisine geçince; Resûlullah (s.a.v.)'m hastalığını öğrenmesi üzerine Medine yakınındaki «Zûhaşeb» mevkiinde ordugâh kurup beklemekte olan Üsâme ordusuna hareket emri verip (Bizans üzerine) uğurladı... Bunu yaparken de; daha önceden başlamış ve büyük yayılma istidadı göstermiş olan, dinden dönme (irtidad) olayları dolayısıyla bu orduyu göndermemesi tavsiyelerine de; Üsâme (genç olduğundan) 'nin yerine başka bir komutan tayini görüşlerine de hiç kulak vermedi. Ve Sıddık (r.a.) başında Üsâme'nin bulunduğu orduyu yaya yürüyerek uğurluyordu. Hattâ, Üsâme atından inip, kendisini bindirmek isteyince; — Hayır, ne sen ineceksin, ne ben bineceğim[2] diye reddetti. Ve orduya şu öğütlerde bulundu: — Hiyânet etmeyin, haksızlık etmeyin, aşın gitmeyin, (ölülere kötü muamele) müsle yapmayın; çocukları, kadınları, yaşlıları öldürmeyin. Ağaçları kesip ya da ateşe verip (tahrip) etmeyin. Hayvanları yiyecek ihtiyacı dışında öldürmeyin... Ve özellikle dedi ki; manastırlarda ibadetle meşgul insanlar göreceksiniz. Onları kendi hallerine ve ibadet yerleriyle başbaşa bırakın[3]. Sıddık (r.a.) Üsâme'ye özel olarak da şunu söyledi: îznin olursa, Ömer (r.a.)'i, müslüinanlarm işlerini yürütmemde görüşlerinden yararlanmam için, bana bağışla!.. Üsârne ise; «Emir zatınıza aittir», dedi[4]. Üsâme ordusuyla ilerledi. Onu gören, irtidad etmiş her kabile aslına dönüyor; bu ordunun heybeti gönülleri fethediyordu zira. Yâni, düşünüyorlardı ki, tslâmi otoritenin gücü ohnasa, böyle bir zamanda, böyle bir ordu tâ Bizans topraklarına gonderilemezdi!.. Bu yüzden kalblerine korku geliyor, tevbekâr oluyorlar.. Üsftme ise, babasının şehid olduğu bölgeye gelip Rum sınırlarına girince; onlarla savaşa tutuşmuş, Allah onu muzaffer kılmıştı. Şerefle dönüp geldiler[5]. İkinci olarak: Mürtedlere (dinden dönenlere) ve zekâtı ödemek istemeyenlere karşı ordular hazırladı. Onbir alaydı hazırlanan. Her birliğin komutanına, bir yön gösterip gönderdi. Kendisi de «Zülkıssa- yönüne gidecek birliğin başına geçti. Fakat Hz. Ali (r.a.) ona ısrarla, bu işten vazgeçmesi tavsiyesinde bulundu. Atının geminden tutarak; «Ey Resûlullah'm halifesi, ben sana Resûlullah (s.a.v.)'ın Uhud günü söylediğini tekrar ediyorum: «Kılıcını kınına koy, bizi kendinden mahrum etme-. Yâni vallahi, mü si limanlar seni kaybederse, senden sonra bu makamı dolduracak birini bulamaz. Bunun üzerine Ebû Bekir, yerine birini vekil kılıp, kendisi geriye (Medine'ye) döndü.[6] Allah müslü m anlara yardım etti ve mürtedlerin kökü kesildi, dibi geldi. İslâm artık yarımadada tamamen oturdu. Bütün kabileler de zekâtlarını vermeye razı oldular. Üçüncü olarak: Sıddık tr.a.) Hâlid bin Velid'i, Irak üzerine hazırlayıp gönderdi. Yanına da, Müsennâ bin Haris Eş-Şeytanl'yi vermişti. Bunlar da birçok beldeyi fethedip muzaffer ve ganimet yüklü döndüler.,. Dördüncü olarak: Bizans üzerine bizzat savaş açmak kararındaydı. Bu maksatla sahabeyi toplayıp müşaverede bulundu. Hemen hepsi bu görüşü destekliyordu. Sonra Hz. Ali (r.a.)'ye döndü: — Ebâ Hasan, sen ne dersin? diye sorunca o da; hayırlı bir niy-yettesin, inşâallah muvaffak ve muzaffer olursun dedi. Ebû Bekir tr.a.) buna çok sevindi ve huzurlandı. Ve halkı toplayıp, onlan cihada teşvik eden bir nutuk verdi. Valilerine de emirnameler yazıp merkeze çağırdı. Büyük bir kongre oluştu. Kabileler bölük bölük geliyorlardı. Komutanlar «Emirler ve Emirler emiri...» gibi vazifeliler tayin etti. Bunları ardı ardına Şam bölgesine şevketti. Ebû Ubeyde bin Cerrâh'ı ise tüm ordulara Başkomutan olarak tâyin etti. Gönderdiği her askeri birliğe ve başlarına, öğüt ve vasiyyette bulunuyor, Allah'ın düsturuna uymayı, birbirleriyle iyi geçinmeyi, cemaatle namazı ihmal etmemelerini ve tam vaktinde kılmalarım tenbihliyordu. Ve diyordu ki; kim kendi nefsini düzeltir itaatli kılarsa, Allah da halkını düzeltip kendisine itaatli kılar. Ayrıca, düşman elçileri gelince de onlara kibar davranmaları, ama askeri sırlarını fazla göstermemelerini, öylece yollamalarını öğüt-lüyordu. Müslümanın ne yapacağını bilmesinlerdi... Müslümanlar Rum ülkesine yöneldiler. Yermük bölgesinde toplandılar, Ebû Bekir (r.a.)'e Rum askeri gücünün büyüklüğüne dair haberler uçurdular... O da. Irak'da bulunan Halid bin Veüd'e yazıp, hemen Suriye'ye geçmesini emretti. Askerinin yarısını alıp Ebû Ubeyde'ye takviye olarak götürmesini, yansını ise Müsennâ bin Haris emrine bırakmasını bildirdi. Aynı zamanda Şam ordusuna ulaşır ulaşmaz komutayı üzerine almasını da belirtti. Halid Şam'a ulaşıp müslümanlarla buluştu ve hemen Ebû Ubeyde'ye bir mektup yazıp durumu şöylece açıkladı: «Korkulu günlerde sana ve nefsine Allah'dan himaye dilerim. Dünya ve âhirette de her türlü kötülükten korunmanızı temenni ediyorum. Bana Resûlullah'ın Halifesinden bir yazı geldi. Burada, benim Suriye'ye ulaşır ulaşmaz ordulara el koyup komutayı üzerime almam emrediliyor. Vallahi, ben. bunu arzu da etmiyorum, kendisinden de böyle bir şey istemedim. Sen ise tamamen serbestsin; sana karşı gelmem, aykırı da davranmam. Sensiz bir karar da vermem.,. Ebû Ubeyde Halid'in mektubunu okuyunca; Allah, Resûlü'nün Halifesini kararından ötürü yüceltsin. Halid'i de Allah bu tavrıyla yaşatsın... dedi. Zaten Halife, Ebû Ubeyde'ye de yazmıştı. Ve diyordu ki: «İmdi, ben Halid'i, Şam ordularına savaşta komuta görevini uygun gördüm. Sen ona muhalefet etme. Dinle ve itaat at. Kardeşim, ben onu sana komutan olarak göndermekle aslında sana bir iyi niyetimi gösterdim. Yâni ben onda, bu çetin fitneli bölgede savaşıp başaracak yetenek seziyorum da ondan. Allah sana ve bize hayır ve selâmetler versin...» Bundan sonradır ki; Bizans ordularıyla, tslâm orduları üst düzeyde savaşa tutuştu. Artık aralarında kanlı savaşlar birbiri ardınca sürüp gidecektir. Tabii uzun savaşların sonunda zafer mü s] umanlarındı. Rumlar sayısız ölü ve öylece de çok esir vererek yenilgiyi kabul edip çekileceklerdi. îşte bu zafer günlerindcydi ki, Halid (r.a.)'e Hz. Ebû Bekir (ra.)'-in vefat haberi ulaştı. Ondan sonra da Hz. Ömer'in (r.a.) Halife olduğunu öğrenmişti. Hemen ardından da Halid'in başkomutanlıktan alındığı ve Ebû Ubeyde'nin komutan olduğuna dair yazılı emir ulaştı. Ama Halid, asker arasında herhangi bir huzursuzluk endişesiyle emri gizli tuttu. Ebû Ubeyde'ye de haber ulaşmış, o da aynı hassasiyetle mes'eleyi bir zaman gizlemişti[7]. Hz. Ebû Bekir (r.a.)'In Vefatı
Vefatı, Hicretin onüçüncü yılı, Cemaziyel'âhir'in yedisi, salı gecesindeydi. Ve altmış üç yaşındaydı. Hilâfet süresi ise; iki yıl üç ay, üç gündür. Hz. Âişe'nin odasında Resûlullah (s.a.v.)'ın yanına gömülmüştür. [8] Hz. Ömer'i Hilâfete Veliahd Kılması:
Hz. Ebû Bekir vefatına yakın, Resûlullah'ın ashabı arasında görüş ve bilgi sahibi seçkin zevat ile müzakere etti. Bunlar da, Ömer'i veliahd (Hilâfete aday) göstermesinde ittifak ettiler. Bu bakımdan Hz. Ebû Bekir, kendinden sonra halifeliği emânet edeceği şahsı be-lirliyen ve tâyinini sağlıyan ilk kişidir. Bu mes.eleyi şöyle bir tafsilâtla açıklamada fayda görürüz: Taberi, İbn-i Cevzİ ve İbn-i Kesir., diyorlar ki; Hz. Ebû Bekir, kendisinden sonra müslümanlarm ihtilafa düşmesinden ve artık tek görüşte birleşememelerinden endişe etti. Hastalığının ağırlaştığı bir anda onları davet etti. Kendinden sonra Hilâfetin ne olacağım danıştı. Bunun sağlığında ve bilgisi altında esasa bağlanmasını istiyordu. Ne var ki müslümanlar, böyle bir anda Ebû Bekir'e vekâlet edecek şahsı tesbitte ittifak edemiyorlar, mes'eleyi kendisine havale ediyorlardı: «Sen ne dersen, biz ona razıyız» diyorlardı. O da başladı, tek tek müşavereye. Ve baktı ki her sahabe Ömer'in ehliyetinde birleşiyor. Sonunda onları çağırıp topluca hitap etti: Ve artık yerine kimi bırakacağında güçlük kalmadığını, uygun zâtı tesbit ettiğini, yâni Ömer'i halifeliğe atadığını söyleyince, hepsi birden: –– Duyduk ve kabul ettik, dediler[9].
Ömer Hangi Esasa Göre Halife Oldu?
Bazı kimseler, bu tarzdaki halife seçiminin, bir şahsı atama ve bir şahsın tâyini olduğu; müslümanlarm topluca iştiraki ile «Ehl-i Hali Vel-Akit» irâdesi denecek olan şûra esasına aykırı olduğu kanaatlim varıyorlar. Halbuki çok iyi düşünür, mes'eleyi derenden tahlil edersek, bunun düpe düz ve tam anlamıyla «Ehlü'1-Hall vel-Akt»'e danışılarak yapıldığını rahatça görürüz. Çünkü Hz. Ebû Bekir, Ömer (r.a.)'i, sahabenin seçkinleriyle müzakere edip, hepsinin, onun hakkındaki tezkiye ve tavsiyesini aldıktan sonra tâyin etti. Bununla birlikte, onun tâyini yine de kesin ve bağlayıcı değildi. Ancak, sahabeye topluca ilân edip; onların da: — «Duyduk, kabul ve itaat ettik» demeleriyle tamamlanmış oldu. Onun ölümünden sonra da (bey'at ettiler) böylece yapılan işin sıhhati ve istihlâf (yâni halife belirlemelin şeriata uygunluğuna dair (sahabe) icmaı gerçekleşti.[10] Böylece, şartına uygun yapılmak kaydıyla veliahd ve istihlâf yoluyla imamın belirlenmesinde icma' türünden bir delil oluştu[11]. Hz. Ömer'e Ahid Yazısı:
Ebû Bekir, halkın toptan, Hz. Ömer'i tasvip ettiğini ve Halifeliğini kabullendiğini görünce, Hz. Osman'ı çağırıp şu yazıyı dikte ettirdi : «BismUlâhirrahmânirrahim. Bu, Resûlullah'ın halifesi Ebû Bekir'den, dünya hayatının sonu, âhlret hayatının başlangıç anında bir beyannamedir. Yâni, kâfirin de inandığı, facirin de kabullendiği Çölüm) ânı!.. Evet, ben Ömer'i size emir tâyin ettim. İnanıyor ve biliyorum ki, dayanacak ve âdil davranacaktır. Olur da hal değiştirir, zâlim olursa, ben gaybe hâkim değilim. Sadece hayır diliyorum. Her kişinin kazancı kendine. «Zâlimler ise, nereye sürüklendiklerini yakında anlayacaklardır». Ve altını mühürleyip, Hz. Osman tarafından halka okunmasını sağladı. Halk da Ömer'e bey'at etmeğe başladı. Tarih: Hicrî onüç Ce-maziyel'âhir idi. [12] İbretler Ve Dersler
Hz. Ebû Bekir (r.a.) 'in hilâfeti sırasında meydana gelen olayları özetledik[13]. Bu olaylar bize (îslâmi hayat açısından) son derece önemli ipuçları ve hareket ilkeleri sunmaktadır. Şöylece arzederiz: Birincisi: Hz. Ebû Bekir'in hilâfeti açık - kesin şûra ile gerçekleşti. Aralarında Hz. Ali efendimizin de bulunduğu bütün «Ehl-i Hail vel-Akt» zevatın katılımıyla oldu. Ve bu bize gösterdi ki, Resûlullah-dan sonra hilâfet hakkını bir kişiye tahsis eden, hükme bağlayan; ne Kitapta, ne Sünnette bir nass yok. Çünkü nass olsa bu olay cereyan etmezdi. Yâni şûraya yol bulunamaz, sahabe de, istişare ve ittifak ederek bu nassa açıkça tecavüz etmeyi caiz göremezdi... İkincisi: Benî Sâide sakifesinde başlayan tartışma, sahabenin en seçkinleri arasında oldu ve halife seçimi için istişare niteliğindeydi. Bu ise danışmanın ve hükmün ortaya çıkarılmasının tabiî akışıdır. Danışma ve araştırmaya açılan hükmün de ciddiyet kazanmasını sağlar. Yine bu, her türlü görüş ve farklı kanaatlerini hiçbir sınırlama olmaksızın şâri'in himayesinde olduğunun belgesidir. Tabii, açık bir nassın bulunmadığı her mes'ele böyledir. Kısaca; Şâri'in sükût geçtiği her konuda, gerçeğe varmanın yolu; samimiyet ve serbesti içinde ve her yönüyle tartışılarak çoğunluğun görüş ve kabulünü elde etme tarzıdır. Esasen o an, çok tehlikeli ve aşılmaz bir duruma doğru gidiş vardı. Eğer sahâbe-i kiram başlarına bir imam seçememiş olsalar. Bunca tartışma ve gürültüden sonra bir karar eltle edemeden dağılsa-lar; bu şûfa değil bir yıkım içtimai olacaktı. Hele ki bu anlaşma onları bu felâketi önleyen bir çare oluverdi... Ama şu «îslâm'da Şûra» türküsü tutturanlara şaşarım ki; bu ittifakı «tstibdad» gibi göstermeye kalkışıyorlar. Hattâ, bilmeden ya da yalandan aptal olup, gözleri önündeki bu apaçık örnek şûra tarzını, kavga ve boğuşma diye adlandırmaya yelleniyorlar. Peki acaba kafalarındaki şûra nicedir? Şekli nedir ve nasıl olması gerekir?.. Üçüncüsü: Allah ikisinden de razı olsun, Hz. Ali'nin Hz. Ebû Bekir'e tavsiyesi, yâni bizzat, mürtedlere karşı savaşa çıkmaya kalktığı an; başına bir iş gelirse müslümanlarm uğrayacağı zararı hatırlatması olayı... Bu, Hz. Ali'nin, Hz. Ebû Bekir'e karşı kalbi bağlılığını açıklamaya yeter. Hem de, Resûhıllah'a halife oluşundaki liyâkat ve halifeliğinin normal olduğuna da kesin belgedir. Bunun dışında diğer bütün işlerde birbirleriyle yardımlaşmaları ve samimi istişarelerinde de görüldüğü gibi!.. Hz. Ali'nin bey'atte gecikmesini bu konuda dile dolasalar da; bu gecikme farklı tarz ve müddetle nakledildi ise de; yukarıda serdiğimiz gerçeği nakzedecek hiçbir yol ve tutanak bulunamaz. Zaten biliniyor ki, Hz. Ali'nin bey'atta gecikmesi, hanımı Hz. Fâ-tıma için bir gönül alma ve hissiyatını teskinden öte bir sebep ve niyet taşımıyordu. Yâni zâti içtihadıyla; her kadının babasına vâris olacağı gibi kendisini de Resûlullah'a mirasçı görmesinden gelen kırgınlığın yatışmasını beklemekten ibaretti. Yoksa Hz. Ali'nin gönlünde sakladığı bir niyetten değil. Çünkü bir başka niyet taşıyan kişinin kalkıp bu derece, sevgi, bağlılık ve sıyânet göstermesi olur şey değildir... Dördüncüsü: Ebû Bekir'in mevkiinde bir başka müslüman kendini asla göremez. Yâni şu kabilelerin dinden dönmesi felâketi karşısında, en yiğit ve metin sahabelerin bile apışıp kaldığı anda, ümmetin başında bulunan baş sorumlu kimse olarak gösterdiği metanet, sarfettiği gayret ve elde ettiği başarı ölçüsüyle!.. Evet kimsenin kendisini onunla kıyaslaması bir yana; hepsi, Ce-nâb-ı Hakk'ın; en kritik anda, tam zamanında ve en münasip şahsiyeti ümmetin başına nasib etmesindeki yüce hikmeti teslim etmiştir!.. Biz de hemen aynı görüşü paylaşırız ki; öyle bir fırtınalı dönemde, bu makama Ebû Bekir'den daha lâyık biri olamazdı ve bu belâların üstesinden gelemezdi... Hattâ sahabe arasında şiddet ve dirâyetiyle tanınan Ömer (r.a.) bile o anda apışmış ve Ebû Bekir'in müthiş kararlılığı karşısında sönük kalmıştı. Şimdi kim görecek buradaki ilâhi hikmetin dehşetini? Görecek de, yine de tarihi kişilikleri sorgulayacak, bu yüce adalet karşısında iki zâtın (Ali ve Ebûbekir) teslimiyetini anlamazlıktan gelip ayıplayacak?.. Beşincisi: Bazı kimseler de zannediyorlar ki; sadece ahd ve is-tihlâf (veliahd, halife namzedi seçmek) İmametin ve hâkimiyetin kesin ölçüsüdür. Yâni Hz. Ebû Bekir'in Ömer'i halifeliğe tavsiyesi işleminden yola çıkarak bu görüşe varıyorlar... Halbuki iş bu kadar değil. Tam aksine, imamet bununla tamam olmaz. Halka arzedilip ilân edilir. Veliahde halk da nza gösterir ve tasdik eder. Bu rıza ortaya çıkınca ancak imamet istikrar bulur, ke-sinleşir. Yâni Ebû Bekir, Ömer'i (r.a.) tâyin etse de, halk tasvip etmeseydi, bu tâyinin bir değeri olamazdı... İşte yukarıda arzettiğimiz üzere biz buradan anlıyoruz ki, Ömer'in halifeliği zımnî bir şûra (meşveret) ya dayanır. Yâni Ebû Bekir'in çağırıp görüştüğü, danıştığı sahabelerin oluşturduğu bir şûraya... [14] |
882 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |