Veda Haccı Ve HutbesiVeda Haccı Ve Hutbesi
İmâm Müslim, Câbir (r.a.)'den senediyle rivayet etti: «Resûlullah ts.a.v.î Medine'de tam dokuz sene kaldı, hacc etmedi. Nihayet onuncu yılda, halka Resûlullah'ın haccedeceği duyuruldu. Bunun üzerine halk akın akın Medine'ye geldi. Resûlullah'a uyup, onunla haccetmek istedi. Ve Resûlullah (s.a.v.) Zilkade'den beş gece kalmışken[7] Medine'den yola çıktı. Üevesi Beyda'da çökünce, onun önündeki binekli ve yaya yürüyenlere baktım gözümün erebildiği kadar... Sağı böyle, solu böyle, arkası böyle, ucu bucağı yoktu kalabalığın... Resûlullah ise aramızda, ona Kur'an inip durur. Bu hususta râviler ihtilâf ettiler: Medine ehli Resûlullah (s.a.v.) -m Hacc-ı tfrad yaptığını, başkaları ise Hacc-ı Kıran yapıp hacla umreyi birleştirdiğini, bir başka grup ise Temettu'a niyetle umre için Mekke'ye girdiğini, haccı ona ilâve ettiğini söyler... Resûlullah Mekke'ye üst yandan, Kedâ tarafından girdi: Bent Şeybe kapısına vardı. Beyt-i Haram'ı görünce; «Yâ Rab! Bu beyt'in şerefini, ta'zimini artır. Bereketlendir, heybetlendir. Onu ta'zim eden, Hac ve Umre ile ona gelip teşerrüf eden, ciddiyet ve takva ile saygı ve hürmet gösterenleri artır[8]» diye dua etti. Böylece Resûlullah (s.a.v.) gitti, haccını yapıp halka hac menâ-sikini öğretti. Sünnetlerini yaparak açıklamış oldu[9]". Ve Resûlullah Cs.a.v.) Arafat'ta, çevresine toplanmış muazzam müslüman cemaata, son derece şümullü hitabede bulundu. Metni şöyleydi: -Ey insanlar! Sözümü dinleyin. Bilmem, ama belki de bu seneden sonra burada sizinle buluşamam... Ey insanlar! Kan ve malınız birbirinize haramdır. Tıpkı şu gün, şu ay, şu şehriniz gibi haram... Dikkat edin, câhiliye döneminden ne kaldıysa hepsi ayağımın altındadır. O dönemden kalan her türlü kan dâvaları da lağvedilmiştir, tik kaldırılan kan dâvası da, îbn Rebia bin Hâris'in kamdır. Câhiliye faizleri de iptal edilmiştir, ilk iptal edilip yok sayılan faiz de Abbas bin Abdülmuttalib'inkidir. Çünkü bunların hepsi mülgadır: însanlar! Artık şeytan şu ülkenizde kendisine uyulmaktan ebediyen ümidini kesmiştir. Ama basit sanılan hususlarda olsun yaptıklarınızda ona itaat olunursa bundan memnun olur. O halde din konusunda ondan sakının... İnsanlar! Nesi' küfre bir ektir. İnkarcılar, insanları bununla azdırırlar: Yâni (haram ayları) bir yıl helâl, bir yıl haram sayarlar. Maksadlan Allah'ın haram kıldıklarına ilâve yapmak. Böylece Allah'ın haram kıldığını helâl, helâl kıldığını da haramlaştırmış olurlar. Zaman döndü dolaştı Allah'ın yeri göğü yarattığı noktaya vardı: Bir yıl on iki aydır. Bunun dördü haram aydır. Üçü ard arda gelir; Zilkade, Zilhicce, Muharrem, Receb-i Mudar ise Cemâdi ve Şaban arasındadır. Kadınlar hakkında Allah'tan korkun. Zira siz onları Allah'ın mâniyle aldınız. Allah adına da onların namusunu kendinize helâl kıldınız. Sizin onlar üstünde hakkınız olduğu kadar da, onların sizin üzerinizde hakları var. Sizin onlar üzerindeki hakkınız, döşeğinizi sizden başkalarına çiğnetmemeleri; hoşlanmazsanız tabii bu halden[10]. Bunu yaparlarsa, yaralamıyacak şekilde dövebilirsiniz onları. Ama onların da sizin üzerinizde; mâruf şekilde yiyecek ve giyeceklerini te'min ödevi vardır. Aklınızı çalıştırın insanlar, çünkü ben tebliğ ettim. Ve size öyle iki şey bıraktım ki; onlara tutunursamz sapmazsınız; Allah'ın Kitabı ve Resûlullah'm Sünneti. Ey Nâs! Dinleyin ve itaat edin. Hattâ, Allah'ın kitabını aranızda uyguladığı müddetçe; kıvırcık saçlı bir köle başınıza tâyin edilse bile... Kölelerinize de dikkat edin!.. Onlara kendi yediğinizden yedi-rin, giydiğinizden giydirin. Hatâen suç işlerlerse onları bağışlayın. Ya da satın, ama eziyet etmeyin sakın[11]. Ey Nâs!. Sözümü iyi dinleyip, anlayın. Anlayın ki; her müslü-man birbirinin kardeşidir. Tüm müslümanlar kardeştir. O halde bir kişiye kardeşinin malı helâl olamaz. Ancak, gönül rızası ile verirse o ayrı... Siz nefsinize de zulm etmeyin. Yâ Rab! Tebliğ ettim mi?.. Yarın Rabbinizin huzuruna çıkacaksınız. Sakın benden sonra geri dönüp, birbirinizin boynunu vurmaya başlamayın tekrar... Dikkat edin, burada bulunanlar bulunmayanlara duyursunlar bunları. Ne belli, belki de işitenden daha iyi kavrayacaktır duymayan biri... Bakın, size benden sorulsa ne diyeceksiniz? Dediler ki: Şâhidlik edeceğiz ki; Sen bize tebliğ vazifeni edâ ettin ve bize güzel öğüt verdin. Şehadet parmağı yukarıda şöyle dedi, O da (üç kere): Şâhid ol yâ Rab!.[12]» Burada hutbe bitince Resûlullah ancak güneş batmcaya kadar Arafat'da kaldı. Bundan sonra da halkı Müzdelife'ye sevk etti. O sağ eliyle işaret ederek şöyle diyordu: Sakin olun insanlar, daha sakin. Müzdelife'de akşam ile yatsıyı «cem-i te'hirle» kıldırdı ve geceyi burada geçirdi. Sonra da güneş doğmadan Minâ'ya geçildi. Orada ilkin Cemre-i Akabe'ye yedi taş attı. Her atışta Tekbir getiriyordu. Hemen kurbanı kesme yerine vardı. Altmış üç tane deve kesti. Sonra bu sayıyı yüze tamamlattırdı. Bu işler de bitince, bindi ve tavaf için Beyt'e doğru yöneldi, öğle namazını Mekke'de kıldı. Abdülmuttalib evlâdının yanına vardı. Onlar Zemzem'den halka su dağıtıyorlardı. Şöyle emir verdi: «Abdülmuttalib evlâdı! Su çekin kovalarla. Eğer halkın size müdahale etmeyeceğini aklım kesse, ben de sizinle birlikte su çekerdim'». Sonra bir kova zemzem alıp ondan içti. Hac bitince de Resûlullah, Medine'ye doğru hareket etti. [13] İbretler Ve Öğütler
1- Resûlullah (s.a.v.)'ın haclarının sayısı ve haccın meşru oluş zamanında ulema ihtilâf etti: Acaba Resûlullah bu haccdan başka hacc yapmış mıdır? Tirmızi ve îbn Mâce'nin rivayetine göre onun Medine'ye hicretinden önce üç kez haccı vardır. Hafız Ibn Hâcer, Fethü'l-Bârİ'sinde şunu söylüyor: Akabe'de Medineli hey'etlerle görüşmesi de bu haccı müteakip olmuştur. Çünkü onlar önce gelip sözleşmişlerdi. Arkasından yine gelmiş ilk bey'atı yapmışlardı. Tabiî üçüncü kere gelişte ise ikinci bey'at yapılmıştı[14]. Onlardan bazısı işte böylece hicret öncesi B-esûlullah'ın her yıl hacc ettiğini rivayet ediyor... Durum ne olursa olsun şurası şübhesiz ki hacc'ın vü-cûbu hicretin onuncu yılında meşru kılındı. Bundan önce vâcib olmadiği gibi Resûlullah da, Hicreti müteakip bundan başka hacc etmedi. Onun için de sahabenin çoğu bu hacca »Haccetü'l-îslâm» adını vermişlerdi. Ya da «HaccetüY-Resûl»... îmam Müslim de bu haccı anlatan hadisi aynı adla anmıştır. Bu duruma işaret eden diğer hususlardan biri şudur: Abdülkays hey'etinin Resûlullah (s.a.v.)'a gelişini anlatan Buhârİ ve Müslim'in rivayetleri. Burada nakledildiğine göre o hey'et Resûlullah (s.a.v.)'a dediler ki: Bize öyle birşey emret ki-, biz de yapalım, bizden sonrakilere- de emredelim ve bu sayede de Cennet'e girelim. O da, öyleyse size dört şeyi emredip dört şeyi yasaklıyorum buyurdu. Ve bu dört emri saydı: Allah'a imanı emrediyorum size, namaz kılmayı, zekât vermeyi, oruç tutmayı ve ganimetin beşte birini vermenizi emrediyorum. Öyle görünüyor ki; İman ile ilgili emir ziyâdedir. Çünkü o daha önceden de vardır. Buradaki zikir onun herşeyin temeli olduğunu te'kiddir. Zaten bu hey'et Hicretin dokuzuncu senesinde gelmişti. Demek ki o âna kadar hacc farz olmuş olsa, onlara yönelttiği emirler arasında sayması gerekirdi. 2- Resûlullah (s.a.v.1 'in haccındaki büyük anlam: Resûlullah'ın bu haccı son derece değişik bir mana taşır. Hem onun hayatı, hem İslâm'ın da'veti, hem de İslâm nizamının genel esaslarına ışık tutan bir mâna... Bilindiği gibi müslümanlar namazını da, orucunu da, zekât ve öteki ibadet ve vazifelerini de hep Resûlullah (s.a.v.)'m uygulamalarından alarak öğrendiler. Artık öğrenmeleri gereken temellerden hacc ve onun menâsiki, yerine getirmede takip edilecek usûlü kalmıştı. Çünkü câhiliyyet dönemi bütünüyle ve onun babadan oğula intikal eden en çirkin miraslardan hacc adı altında işlenenleriyle toptan durulup atılıyordu. Meselâ hacc mevsiminde el çırpma, tavafı çıplak yapmak, ıslık çalmak gibi... İşte böylece, tıpkı putlara uygulanan temizlik uygulanmış, Beytullah her kirden arındırılmış oluyordu. Böylece artık Allah'ın Beyt-i Haram'mı haccetmeye dair olan çağrı kıyamete kadar sürecektir. Bu çağrı ise, Peygamberlerin dedesi olan (Cenâb-ı Hakk'm emri gereği) Hz. İbrahim tarafından başlatılmıştır. Ama câhiliyyetin müdahalesi ve putçuluğun saptırması sonucu öyle ilâveler, öyle garip âdetler sokulmuş ki, şirk ve küfrün rengine boyanmış hacc, İslâm geldi ve bu değişmez şiân yeni temizledi. Saf ve berrak bir hâl alıp tevhid akidesine Ve sırf Allah'a kulluk hedefine göre düzenlendi... İşte bu büyük inkılâp emeliyle Resûlullah (s.a.v.) halka Bey-tullah'ı ziyaret emri ve talimatı verdi. Yine bu maksadlanyla, halk her bucaktan toplanıp geliyor; yâni haccı gerçek ve noksansız şekil ile öğrenmek ve câhiliyye âdetlerinden korunmak istiyordu. Bir daha rezil hallere düşmemek istiyordu. Ve öyle görülüyor ki; Resû-lullah'in gönlünde artık dünyadaki işlerinin en önemlilerinin tamamlanıp sona yaklaştığı doğmaktaydı. Emâneti edâ etmiş, Yarımadaya ekilen tevhid meyve vermeye başlamış, İslâm kalblere ve kafalara yayılıp yer etmişti. Halka gelince (ki o gün sayıları hayli kabarıktı). Resûlullah'ı görmek, nasihat ve direktiflerini dinlemek için iştiyakla dolup taşmaktadır. O ise aynı şekilde onlarla karşılaşmanın ve kalabalıklarının şevki ile doludur. Zaten bu kalabalığın çoğu, Arap Yarımada-sı'nın muhtelif bölgelerinden toplanıp gelen ve henüz Resûlullah ile belki yüz yüze gelme imkânı bulamamış olan yeni müslümanlardır. Böyle bir fırsat ellerine geçmemişti. Beytullah'ı ziyaretle bu fırsatı da birlikte elde etmiş oluyorlardı. Beyt çevresinde, Arafat vadisinde İslâm'ın en büyük şiarlarından birisini edâ ederken Resulü ile ümmetinin karşılaşması, bir buluşma ki; orada, onun verâ ve tavsiyesi Allah'ın ilmi ve Revülünün ilhamiyle açıklanmış oluyordu. Resûlullah, yirmi üç yıllık mücadelenin mahsulü olan bu muazzam kalabalıkla bulunmayı elbette candan arzulardı. Maksad ise, İslâm ve onun nizamını bütün incelikleriyle, ama toplu ve veciz bir şekilde hulâsa etmekti Bu ise gönlünde damla damla biriken o sevginin ümmetine tezahür ve tatmini olsa gerekti. Özellikle de onların şahsında; tarih sürüp dünya durdukça gelecek altın nesillerin, onları izleyecek kahraman milletlerin hakkı olan nasihat ve vasiyyetini çağların ardından duyurmaktı. İşte bunlar Resûlullah (s.a.v.)'m haccının derin mânâlarından bazıları: Veda haccı. Ü. ResûIuÜah'ın Arefe günü Ürene vadisinde attığı adımlarla canlı varlık haline geldi. 3- Veda Hutbesi üstüne düşünceleri Sözlerin gönüle en hoş işleyeni muhakkak ki Allah'ın kelâmıdır. O'nun ilhâmıyladır, Aarafat meydanında sarf edilenler... Bu hitabe, aynı zamanda yorulma ve usanma bilmeyen bir gayretle, Allah yolunda yirmi üç yıllık mücadelenin sonunda, emâneti edâ etmiş, ümmetini uyarmış bir Nebî'nin nesillere ve tarihlere yönelik, muazzam vasiyetidir. Zamanların da en çarpıcısı Allah'a mahsus. Şu an Resûlullah (s.a.v.)'in çevresinde toparlanan bu bütünleşmiş yüzbinler, onun çevresinde tam huşu ve iç teslimiyetiyle toplandı. Bundan önce nice kurgular olmuştu, bunlar gözetlenmiş ti. Bu binlerce insan kitlesinin akışına gözler hayran hayran bakıyordu, dört bir yandan. Diller de Cenâb-ı Hakk'ın şu kavlindeki mânâyı tekrarlıyordu : «Biz elbette Resulümüzü ve onunla birlikte olanları zafere erdireceğiz. Hem dünya hayatında, hem de âhirette şâhidler olarak kalkacaklar». Ve o anda Resûlullah, asırlar sonra gelecek İslâm milletlerine, onların iki kaşı arasından bakıyor, şarkı, garbı dolduran büyük İslâm dünyasını seyrediyordu. Bu hâlet-i ruhiye içinde bu koca âlemin kulaklarına şu kelimeleri ulaştırıyordu: «Ey nâs! Sözlerime kulak verin. Çünkü bilemem ama, bana Öyle geliyor ki; bu yıldan sonra bu yerde bir daha ebediyyen buluşa-mayacağız.» Bütün dünya o an dilini yutmuş gibi dinliyordu. Taşlar, ağaçlar, dağlar, ovalar susuyor, Resûlullah'ın sevgi dolu bu nutkuna yöneliyordu. Tam altmış üç yıl ona alışan ve bahtiyar olan dünya. Eh, işte şu anda o göçe hazırlanıyor. Rabbinin emrini ifâ edip yeryüzüne iman ağacım bir daha sökülmez şekilde diktikten sonra... İşte tebliğ ile yükümlü olduğu, uğrunda cihad ettiği dâvanın ana ilkelerini özetliyor. Şaşmaz ve evrensel ilkeleri dünyanın kulağına fısıldıyor. [15] Bu Vasiyetin İlk Bendi Neydi?
(İlk sunulan ve üzerinde durulan prensip). Sübhânallah! Ne müthiş, ne kadar gönül burkucu! Şu sebepten ki; Resûlullah daha o kutlu vasiyetlerini sunduğu an âdeta gün olup gelecek nesillerin, nasıl da bazı saptırıcıların ardından yürüyerek, (zamanın ve zeminin de ayak kaydıran etkisine mâruz kaT larak) şu an önlerine tuttuğu bu ışığı kaybedeceklerini görerek konuşuyordu : İşte o ilk düstûr ve dikkat çekilen husus; «însanlar! Kanlarınız ve mallarınız birbirinize, tâ Rabbınıza kavuşuncaya kadar haramdır. Tıpkı bu günün, tıpkı bu ayın haram ve yasaklığı gibi». Ve bu tavsiyeyi hutbenin bitiminde bir daha tekrar edecek, buna son derece dikkat ve riâyet gerektiğini vurgulayacaktır. «Bilirsiniz ki bütün müslümanlar birbirinin kardeşleridirler. Ya- ni müslümanlar kardeştir. Bir kardeşin hiçbir şeyi de, gönül ması olmadan öbürüne helâl olmaz. Dikkat edin, kendi kendinize zulm etmeyin!.. Peki, tebliğ ettim mi? Ve biz (asırlar sonra da) cevab veririz. Evet, vallahi tebliğ ettin, ey Efendimiz. Ve umarız ki, sana bu noktadan cevab vermek lüzumludur. «Tabii tebliğ ettin» diye. Ve ne yazık ki biz mes'ûliyetiml-zi senden tam olarak öğrendiğimiz halde, onun hakkını vermekte son derece kusurluyuz. İkinci betide gelince Bu sırf bir tavsiye değil, bütün insanların huzurunda ilân edilen kesin bir karar ve emirnamedir. Hem o an çevreleyip dinleyenlere, hem de gelecek ümmetine toptan. İşte o kararın ifadesi: Dikkat edin! Câhiliyye (İslâm öncesi veya sonrası, insan uyduruğu) den kalan her âdet (inanış, davranış) mülgadır, tptâl edilmiş olup ayağımın altındadır!.. Kan dâvası olarak veya faiz olarak ne varsa iptal edilmiştir». Bu kararda ifadesini bulan anlam nedir? O anlatıyor, açıklıyor işte: Câhiliyyede benimsenen ve uyulan kavmiyetçilik ve kabilecilik; dil, renk ve ırk ayrımı; İnsanları öz kardeşinden ayıran zulüm ve faizcilik... Bütün bunlar iptal edilmiş, hükümsüz kalmıştır. Bugün artık kokuşmuş bir leştir ki, onun çekilip yok olması, dünyanın göbeğinde İslâm şeriatının zuhuru ile gerçekleşmiş ve tabiî yeri de islâm hayatı sürdükçe, onun ayaklarının altı olacak. Çünkü küfür ve câhiliyye necistir temizlenir, körlüktür giderilir, sapıklıktır yıkılır... Peki şimdi, bütün bunlardan sonra, toprağa gömülü bu İaşeyi kim çıkarıp bağrına basar? Hangi normal akıl sahibi bunca arınıp durulduktan sonra tekrar bu pislikle boğuşmaya kalkar? Hangi boyun, kırılıp atılan bu boyunduruğa tekrar tâlib olur, kalkıp yeniden tamir eder, bugün de onunla işe koşulur?... Bu câhiliyye, taklit ve pisliklerini, Resûlullah (s.a.v.) insandan uzaklaştırdı. İnsanın yolunu temizleyip, ona fikrî tekâmülün ve medeniyetin yolunu açtı. Ve tabiî, bunların ayağı altında ezilen bayağı ve zararlı şeyler olduğunu ilân etti. Böylece tüm dünya her asır ve çağ, her insan toplum ve soyu şunu kavrasın: tslâm'ın dışında, kim bir terâkki, fikrî tekâmül ve dayanak ararsa, muhakkak görülen bu çağ dışı ilkelere ve kokmuş leşlere varacaktır. Tarihin karanlıklarına gömülen o kadavralara, taş ve putlara çıkacakttır eller. Kim îslâm nizamı dışında yükseleceğini savunursa bu leş kuyularının dibine batar! [16] Üçüncü Bend (Evrensel İlke):
Resûlullah (s.a.v.î, orada, ayların adlarının tanzimine göre zamanın mutabakatını ilân etti. Çünkü câhiliyye döneminde de, tslâm döneminin başlarında da Araplar hep bu aylarla oynayıp durmuşlardı. Mücâhid ve ötekilerinin naklettiğine göre, onlar haccı her sene kendi tâyin ettikleri bir ayda yapıyorlardı, tki yü Zilhicce'de haccederlerse meselâ, iki yıl da Muharrem ayında yaparlardı. Bu yıl Resûlullah (s.a.v.) haccedince - tam Zilhicce'ye rastlamıştı. O da ilân etti ki; Allah'ın, yeri-göğü yarattığı gün, zaman dilimleri nasıl idiyse, ona uygun hale dönüp vardı!.. Yâni, artık kimse ayların yerini değiştirmek gibi bir oyuna giremiyecek. Bundan böyle de artık sadece Zilhicce ayında hacc olabilecek başka değil. Bazı nakillere göre müşrikler, bir yılı on iki ay ve on beş gün sayıyorlardı. Bu durumda hac, Ramazan'da da, Şevval'de de, Zll-kade'de de olabiliyordu. Yâni senenin her ayında. Bu aylarda devir ise, on beş günlük fazlalıktan geliyordu. Bu yüzden de, Hz. Ebû Bekir'in dokuzuncu yılda haccı Zilkade ayma rastlamıştı. Sonraki yıl gelince, Resûlullah hacca niyetlendi. Bu Zilhicce'nin onuna denk geldiği gibi hilâlin devreleri de tam denk gelmişti. Bunun üzerine Resûlullah /s.a.v.) eski takvimin ve zaman ayarının lâğvedildiğini ilân etti. Bir yıl da sadece on iki aydan ibaret sayıldı. Bu yıldan sonra artık hiç müdahale olmadı... Kurtubi der ki: Bu görüş, Resû-lullah'm şu sözünü andırır-. «Zaman devretti». Yâni hac vakti, aslî vaktine döndü, Allah'ın âlemi yaratırken koyduğu zaman ölçüsüne... yâni meşru olan haline ki, malûmatı yukarıda geçti.[17] Dördüncü Bend
Resûlullah, kadınlara karşı hayır tavsiyede bulunuyor. Ve bunu özlü ama kuşatıcı ifadelerle te'kid ediyor. Câhiliyyede kadına zulmeden yöntemler uygulandığım bildiriyor. Kadının hak ve yetkilerini, insanlık alemindeki şerefli yerini şeriatın koyduğu ahkâm ile belirliyor. Halbuki o günün cemiyetlerinde, bunu bu derece açık ve icesin söylemek çok güçtü Ama o önemle üzerinde duruyordu. Çünkü, o günün müslümanı, henüz, kadına hiçbir insani hak tanımayan, meşakkatte ortak ama yetkide aşağı, üstelik zevk âleti bir metâ olarak telâkki eden bir toplum yapısından kopup gelmişlerdi. Bu vaslyyet ve titizlikte ikinci bir hikmet de şu olsa gerek: Müslümanlar hangi devirde ve durumda olursa olsun kadının şeref ve haysiyetiyle, ona îslâm şeriatının tanıdığı tabiî hak ve yetkileri çok iyi tâyin ve tefrik etmeliydiler. Kadından istifadeyi ve eğlenmeyi mubah sayanların, islâm'ın savaş açtığı tutumlarından ötürü, islâm'a savaş açtıklarım da bilmeliydiler. [18] Beşinci Bend
Hayatlarına engel olan her müşkile karşı koyacak üçüncüsü olmayan iki kaynak koydu müslümanların önüne. Onlara tutunan için iman var. Sapıklıktan ve isyandan tam bir güvenlik. Bunlar Allah'ın Kitabı ve Resûlü'nün Sünnetiydi. Zaten biz de her devirde ve her toplumda, bütün hak ve sorumlulukların kaynak ve dayanağı cla-geldiklerini görüyoruz. Hiçbir asırda da farklı durum yoktur. Bu esaslara tutunmanın değiştiği veya geriledeği bir dönem yok. Artık, bu tavrı ve teamülü bozacak hiçbir yeni tedbir, bir medeniyet, örf-âdet ya da mütegallibe düşünülemez. [19] Altıncı Bendi
Burada da, Aleyhissalâtü vesselam efendimiz; hâkim ile mahkûm, Halife ile tebaası arasındaki alâkanın nasıl olmak gerektiğini açıklıyor: Halk için, dinleyip itaat etmek; reisin soyu, işi, rengi ve şekli ne olursa olsun. Allah'ın kitabı ve Resulünün sünneti ile hükmettikçe onlar önemsiz... Onlar tecâvüz ettiği zaman ise, hâkim kim olursa olsun, itaat de, dinleme de yok! Demek, hükmü elde tutana itaat onun kitab ve sünnete itaat ve bağlılığına göredir. Aksi halde, kitabta ve sünnette dayanak bulamaz. Kendisi o iki düstura bağlı ise artık siyah köle olması v.s. hiçbir şey ifade etmez. Onun bu özellikleri başkalarından asla ayırmaz, Allah indinde... Yine Resûlullah (s.a.v.) bununla bize şunu da anlatmış oluyor ki; Allah'ın Kitabı ve Nebİ'sinin sünnetinin sınırları ötesinde hiçbir hâkimin imtiyaz ve yetkisi yoktur. Ve aynı zamanda İslam usûlü ve hükmü üstünde görünmeye de hâkimlerin salâhiyeti olamaz. Zira gerçek anlamda kişiler asla hâkim değildir. O, yetkisini çıkarına da hiç kullanmaz. O ancak ve ancak, müslümanlara, Allah'ın hükmünü uygulamada güvenlik kişi telâkki edilmiştir, o kadar!.. Yine buradan anlaşılır ki, îslâm şeriatı asla, dokunulmazlık, ya da imtiyazlı sınıf veya müslümanlar arasında, hükümde, kanun koyma veya icra etme işlerinde ayırım veya tercih fikrini telkin etmez. Ve nihayet; Resûlullah, İslâm'ı tebliğ ve ona da'vet sorumluluğunu hakkıyla ifâ ettiğinin şuûrundadır. îşte de İslâm yayılmıştır. İşte de câhiliyyet ve şirk bulutları dağılmıştır, işte de İslam'ın ilâhi şeriatı ve ahkâmı öğretilmiştir. Bunun isbatı da o anda Resulüne inen ilâhi kelâmdır. Ve bütün insanlığa fermandır. «Bugün dininizi size tamlaştırdım, ni'metimi de bütünleştirdim, Din olarak da (Nizam ve hayat tarzı) İslâm'ı seçtim size[20]». Fakat Resûlullah, yarın kıyamet günü kendilerine sorulunca ümmetinin Allah huzurunda bu konuda şehadet edeceklerinden de emin olmak istiyor, vasiyetinin sonunda. Nitekim sözcüsüne sorduruyor bu hususu: «Size benden sorulacak. Peki ne diyeceksiniz?» Çevresinden büyük kitlenin sesi yükseliyor tabiî: «Biz, senin tebliğ ettiğine ve vazifeni edâ edip, bize hakkı tavsiye ettiğine şâ-hidlik edeceğiz». Artık buna itminan getirince yüce Resul (s.a.v.) : Yarın Rabb-i Celil'ine takdim edeceği bu şehadeti tevsik etmek istiyordu. O yüce Resul buna emin olmuştu. Onun için de yüzünde ve gözlerinde memnuniyet parıldıyordu. Yücelere dikti gözlerini ve şehadet parmağını da göğe kaldırarak, insanlara da bakarak şöyle bağladı sözünü: «Şâhid ol yâ Rab! Şâhid ol yâ Rab! Şâhid ol yâ Rab!..» O ne büyük saadetti! Bu, gençliğini geçirip, ömrünü ae sânı yüce Rabbinin şeriatını neşir uğruna bitiren Resûlullah (s.a.v.)'m saadetiydi... Ortaya koyduğu cehd ve gayret, feda ettiği Ömrün mahsûlünü gördüğü andı bu. Allah'ın birliğini terennüm için yükselen ve yankılanan ses, dini için yere konan ve secde izi taşıyan alın, Allah sevgisiyle çarpan ve çırpınan kalbin erdikleri, gördükleridir. Allah'ın sevgilisi için bu ne yüce saadettir. Çöllerdeki bitmez yol-culuklardaki muhacirin susuzluğu, en bayağı işkencelere katlanmış ve sonunda Allah'ın arzında bu iman çatısını kurmuş olmanın hâtırasından doğan saadet!.. Sevinç ve saadetle gözlerini sürmelemek, hakkındır. Artık şu an kalbinin hamd, neş'e ve sürürdür ödevi, Bu ödev mübarek olsun sana!.. ' Hayır, vallahi; sadece şu an seni çevreleyen yüzbinler değil, bu gerçeğin şahidi, ey efendim Resûlullah! Fakat her asırda, her dönemde süregelen ve yeryüzüne mirasçı olan ümmetinin bütün nesilleri lisân-ı hâl ile olsun buna şâhiddir. Şâhidlik ediyor: «Biz de şahidiz yâ Resûlâllah! Gerçekten en güzel tebliği yaptın. En üstün öğü-tü sen verdin. Allah ümmetinden yana en hayırlı, en ustun mükafatını versin...» Ama, senden sonra bu ağır yük, da'vet sorumluluğu bizim boynumuza yüklendi. Halbuki şu gün biz bunun hakkını vermekten ne kadar uzağız!.. Yarın seninle yüzyüze gelince bu yüzden ne kadar mahcûb olacağız. Bizim hâlimiz, seni çevreleyen sahâbeninkiyle kıyas kabul etmez. Biz bu dünyanın aldatıcı renklerine ulaşmak için koşarken da'vetten gafil oluyor ve o derece ağır alıyoruz. Halbuki onlar, seni dinlerken, o mübarek insanlar bedenlerinde şehadet kanı dolaşıyor. Elleri, o yolda cihad ederken döktükleri kanla boyalı. Dünya ise onlar için; sadece senin şeriatının zaferi ve da'vetinin sürmesi, cihadın omuzlanması için çiğnenen bir topraktır! Allah bizi ve bütün müslümanlan adam eyleye. Bizi dünya sarhoşluğu, heva ve heves budalalığından uyara. Bize lûtf u keremi ve cömertliği ile muamele ede. Âmin. Resûlullah (s.a.v.î haccını tamamladı. Zemzem suyundan kona kana içti. Halka hareket tarzlarını öğretti. Ve artık çevresi ile birlikte Medine'ye döndü. Tekrar, Allah yolunda, bitişi olmayan cihad ödevinin başına, Allah yolunda sürekli mücadelenin başına... [21] |
2133 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |