• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/ali.gulhan.58
  • https://www.twitter.com/ali69gulhan
ali gulhan

Cîhad Ve Cihadın Farz Kılınmasın Hakkında Genel Bir Açıklama

Cîhad Ve Cihadın Farz Kılınmasın Hakkında Genel Bir Açıklama

 

Madem ki, bu araştırma bizi cihad ve savaş hakkında bahset­me noktasına kadar getirecek, o halde burada cihadın kendisi, meş­ruiyeti ve geçirdiği dönemler üzerinde doğru ve sağlam görüşü açık­lamamız için bir miktar durmamız,gerekir.

Hadîs ilmi, İslâm'a Jikri savaş açan batılıların, hakkı bâtıl ile karıştırmak ve İslâm'a şubhe sokmak için açık kapı bulmaya uğ­raştıkları en önemli fırsat olma özelliğini hâlâ koruyor.

İslâm düşmanlarının nazarında, kendilerini korkuya salan ve dehşete düşüren İslâm esaslarının en tehlikelisinin cihad olduğunu okuyucu öğrendiği zaman; onların tüm düşüncelerini, özellikle ci­hadın meşruiyeti hususunda odaklaştırdıklarma şaşmayacak!... İs­lâm düşmanları çok iyi anlıyorlar ki, cihad ruhu yeniden müslü-manların gönlünde alevlenir ve müsl umanların hayatında tekrar stki sahibi olursa, o zaman, İslâmî hareketle cihadın kazanacağı önemi hiçbir kuvvet durduramıyacaktır. Bundan dolayı da bu nok­tada yapılacak ilk iş o İslâm selini durdurmak olacaktır.

Biz bu açıklamada; önce cihadın anlamını, İslâm'daki gayesini, geçirdiği merhaleleri ve nihayet en son karar kıldığı merhaleyi açık­layacağız. Daha sonra da onun anlamına karışmış safsataları ve anlaşılması güç olan taksimatı açıklamaya çalışacağız.

Cihadın anlamına gelince: O îslâmî toplumu kurmak ve Allah kelimesini yükseltmek için bu uğurda gayret sarfetmek demekt.r. Savaşarak gayret göstermek cihad türlerinden biridir. İslâm'da ci­hadın gayesi ise yine İslâm toplumunu kurmak ve gerçek İslâmî devleti oluşturmaktır...

Cihadın geçirdiği dönemlere gelince, gerçekten cihad bildiğimiz gibi İslâm'ın başlangıcında barışçı bir çağrı ile birlikte, bu uğurda­ki sıkıntı ve'zorluklara katlanmakla yetinmek olmuştu. Sonradan bunun yanına - Hicretin başlangıcı ile birlikte - savunma savaşı, yâ­ni her saldırıya aynıyla cevab vermek meşru kılınmıştı.

Bu dönemden sonra, müşriklerden, puta tapanlardan, inkarcılardan Müslümanlığı kabul etmelerinin dışında hiçbir şart kabul etmemek üzere; İslâm toplumunu kurma yolunda engel olarak du­ran her kişiyle savaşmak farz kılınmıştı. Puta tapıcılann, inkarcı­ların ve müşriklerin taşıdıkları inkarcılık veya puta tapıcılık fikri, İslâm toplumuyla uyum sağlaması imkânını ortadan kalktığı için, bu yol seçilmiştir. Ama kitab ehlinin durumu biraz daha farklıdır. Ki-tab ehlinin İslâm toplumuna boyun eğmesi ve müslümanların ver­diği zekâtın yerine *cizye» diye adlandırılan vergiyi İslâm devle­tine ödemesi şartıyla, onların İslâm devletinin hâkimiyetini kabul etmesi kâfidir...

Bu merhale ile İslâm'daki cihad hükmü son şeklini aldı. Bu du­ruma göre-, her asırda yaşayan müslümanların başta gelen ödevi, kendilerinde yeterli guç ve savaş malzemesi bulunduğu takdirde ci­had etmektir. Bu son merhale hakkında Cenâb-ı Hak şöyle buyu­ruyor: «Ey îman edenler! Yakınızda bulunan inkarcılarla savaşın, sizi kendilerine karşı sert bulsunlar. Biliniz ki, Allah muhakkak takva sahipleriyle beraberdir[91]». Yine aynı konuda Peygamber Efen­dimiz şöyle buyuruyor: «Bana «Lâ ilahe illallah» diyene kadar insan­larla savaşmam emredildi. Kim şehadet kelimesini söylerse, malını ve canını benden korumuş olur. Gizli olarak taşıdığı küfrün, güna­hın hesabı Allah'a aittir[92]».

Buradan da anlaşılıyor ki; Allah yolundaki cihadı, savunma har­bi ve hücum harbi diye ikiye ayırmanın bir anlamı yoktur. Çünkü cihadın meşru kılmış sebebi ne sadece hücum, ne de sadece savun­madır. Asıl sebeb, İslâm toplumunu, bütün prensip ve sistemiyle kurma ihtiyacıdır. Bundan sonra, artık cihadın hücum veya savun­ma şeklinde olmasının farkı yoktur...

Meşru savunma savaşma gelince; o bir Müslumanın malını, mülkünü, namusunu ve hayatını savunması gibi bir şeydir. Bu sa­vunma İslâm fıkhındaki cihad terimiyle alâkası olmayan, savaşla­rın bir başka türüdür. Buna «saldırgana karşı savunma» adı verilir. İslâm fakîhleri, fıkıh kitablarında bunun için özel bir bölüm ayır­mışlardır. Bugün sözde araştırmacılar, konumuz olan cihadla bu sal­dırıya karşı nefs müdafaasını birbirine çok karıştırıyorlar. Hayret doğrusu!..

İslâm şeriatında, cihadın anlamının ve amacının özeti işte bu­dur.

Cihad üzerinde yalan dolanla yapılan eleştirilere ve safsatalara gelince; görünüşe göre bunlar, çelişkili iki nazariye olarak kendini göstermektedir. Fakat her ikisi de gerçekte ve işin hakikatmda bir­biriyle uyum içindedirler. Çünkü her ikisinde de cihadın meşruiye­tini temelinden ortadan kaldırmayı hedef alan müşterek bir tavır vardır.

Birinci nazariye, islâm'ın ancak kılıç zoruyla yayıldığını, Hz. Peygamber'in ve ashabının dini zorla kabul ettirme yolunu seçtik­lerini, iddia eder. Bu nazariyeye göre Hz, Peygamber'in ve ashabının eliyle gerçekleşen îslâmi fetihler zorbalıktır. O'nun ve ashabının eliyle gerçekleşen îslâmi fetihler, fikir ve ikna fethi değildi[93].

İkinci nazariyeye gelince, o da tamamen bunun aksini söylü­yor. Yâni İslâm dini, sevgi ve barış dinidir. Bu dinde cihad ancak saldırgan düşmanı geri püskürtmek için meşru kılınmıştır. Müslü­manlar, buna mecbur bırakılmadıkça ve etrafları tamamen kuşatıl-madıkça savaşa başvurmazlar.

Bu iki nazariye yukarıda da dediğimiz gibi birbiriyle çelişkili olmalarına rağmen, yine de, İslâm'a fikri saldırıda bulunan İslâm düşmanları her ikisinden de muayyen bir gayeye varmak istiyorlar. Aslında o iki nazariyeden bir gaye kasdedilmiştir. îşte bunun izahı şudur:

îslâm düşmanları önce, İslâm dininin gayr-i müslimlere karşı saldırgan ve kindar bir din olduğunu piyasaya sürüp etrafa yay­dılar. Sonra onlar, bu şayianın müslümanlar tarafından reaksiyon­la karşılaşmasından ve İslâm hakkında ortaya atılmış bu haksız it­hama verilecek cevaptan çıkacak neticeyi beklediler.

Müslümanlar bu asılsız iddiaya karşı cevab vermeye yönelir­ken, yine o İslâm düşmanlarından bir grub, uzun ve yorucu araş­tırmadan sonra; kalkıp İslâm'ı savunur görünmeye ve bu haksız ithamı şöylece reddetmeye başladılar. îslâm dini diğerlerinin dediği gibi kılıç, mızrak ve saldırı dini değildir. Bilâkis o, bunların tama­men aksine, sevgi ve barış dinidir. İslâm'da cihad ancak zaruret ânında ve saldırgan düşmanı geri püskürtmek için meşru kılınmış­tır. Yoksa müsîümanlar kendi dinlerini yaşamaya imkân bulduk­ları sürece savaşa arzu duymazlar!.

Bir kısım saf müslümanlar, öndeki çirkin iftiranın etkisiyle, bu «güzel» savunma biçimini uzunca alkışladılar. Onların bu savun­maları, başlangıçta yapılan iftirayı reddetmek için hazır hale gel­miş Müslüman gönüllerde hüsn-ü kabul gördü. Bunun üzerine, bu basit müslümanlar, onların bu savunma şeklini desteklemeye ve tasdik etmeye başladılar. Diğerinin ardından onların dedikleri gibi,' İslâm dininin, fiilî olarak barış ve sulh dini olduğunu; İslâm diya­rına saldırıda bulunulmadıkça ve onun sükûnetini ve rahatını boz­madıkça, başkalarıyla herhangi bir işi olmadığını, tez olarak ileri sür­düler.

Bu saf müslümanlar, istenilen sonucun bu olduğunun farkına bile varmadılar. Halbuki, birinci şayiayı ortaya atıp sonra ikincisini etrafa yayan kişilerin gizlice üzerinde anlaştıkları gaye bu idi.

Asıl maksad, müslümanların zihnindeki cihad fikrini silip at­mak ve gönüllerindeki coşkun ruhu öldürmekle sonuçlanan çeşitli metod ve yolları denemektir...

Biz buna şahit olarak arkadaşımız Dr. Vehbetû'z-Zuhayli'nüı «Îsâru'l-Harbî fi Fıkhı'1-1 slâmî» adlı kitabından, İngiliz Müsteşriki Anderson ile aralarında geçen konuşmayı buraya alacağız. Dr. ez-Zuhayli diyor ki:

«Batılılar, özellikle İngilizler, Müslüman toplumlarda cihad fik­rinin yeniden uyanmasından çok tedirgindir. Onlar müslümanların sözlerinin biraraya gelmemesini istiyorlar. Çünkü bu gerçekleşir­se müslümanlar düşmanlarının karşısına dikilirler. Bunun için Ci­had hükmünün nesholunduğunu gündeme getirmeye uğraşıyorlar. Yüce Allah kalblerinde iman taşımayanlar hakkında şöyle buyurur ve bu gerçeği açıkça ortaya koyar: «İnananlar; «Keski bir sûre in-dirilse de, cihada çıksak» derlerdi. "Fakat kesin anlamlı bir sûre in­dirilip, orada savaş zikredilince; kalblerinde hastalık olanların, ölüm korkusuyla bayılmış kimselerin bakışları gibi sana (Hz. Peygam-ber'e) baktıklarını görürsün...[94]». Ben İngiliz Müsteşriki Anderson ile (3 Haziran 1960) günü akşamleyin karşılaşmıştım. Ona bu mev-3u ile alâkalı görüşünü sordum. Onun bana nasihati şöyle oldu: «Zamanın değişmesiyle hükümler de değişir» kaidesine binâen, ar­tık bugün cihad farz değildir. Anderson'un nazarında cihadın, müslümanların devletler arası anlaşmalar ve uluslararası kuruluş­larla ilgi kurabilmeleri için, çağdaş devletçilik kurallarılya birleş­mesi mümkün değildir. Çünkü cihad insanları İslâm'a sevketmek için bir araçtır. Bugünkü hürriyet ilkesi ve gelişmiş akıl, kuvvet kul­lanmayı şart koşan bir düşünceyi kabul etmez. Tabiî bu, müsteşri­kin fikri[95]».

Biz yine İkinci Akabe Bey'atı'ndan bahsetmeye dönelim:

Allahü Teâlâ murad ettiği için, bu ikinci bey'at haberi, Mekke müşriklerinin kulağına ulaştı. Halbuki iş Resûlullah ile Medineli müs-lümanlar arasında olup bitmişti.

Belki de müşriklerin bu olayı duymalarının hikmeti; Hz. Pey-gamber'in Medine'ye hicret etme sebeblerini hazırlamaktır. Müşrik­lerin kulağına değen bu haberin Resûlullah'ı sıkıştırmalarında; onu öldürmek ve ondan kurtulmak üzere fik'r birliği etmelerinde önem­li etkisi olduğunu göreceğiz...

Her ne olursa olsun, İkinci Akabe Bey'atı, Resûlullah (s.a.v.)'ın Medine-i Münevvere'ye hicreti için ilk adım olmuştu. [96]



1536 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın