İslamın İyi Dediklerini Emretmek, Kötü Dediklerinden Sakındırmakİslamın İyi Dediklerini Emretmek, Kötü Dediklerinden Sakındırmak
Bu bölümdeki 8 ayet ve ondört hadis-i şeriften; müslümanlar içerisinden bir grubun mutlaka bu görevi üstlenmesi gerektiğini, en hayırlı ümmetin vasıflarının bu olduğunu, iyilikleri emredip affetmeyi prensip haline getirip cahillerden uzak durulması gerektiğini, müslümanların erkek ve kadın daima bu görevlerine devam edeceklerini, önceki toplumlarda bu görevi yaşamayanlara lanet edildiğini, gerçek ve doğruların Rabbimizden olduğunu, dileyenin iman edip dileyenin inkar ettiğini, emrolunduğumuz islami hüküm ve bilgileri beyinleri çatlatırcasına duyurmamız gerektiğini, kötülükten sakındıranların kurtulduklarını, bu işi yapmayan ve kötülüklere batıp gidenlerin azaplandırıldığını, kötülük gören kimsenin gücü doğrultusunda eliyle, diliyle değiştirmesi gerektiğini bunlara gücü yetmeyenin kalbiyle buğzetmesi gerektiğini, bunun da imanın en zayıf derecesi olduğunu, cihadın el ile, dil ile, kalb ile olabileceğini, cihad fikri ve şuuru olmayan kimsede hardal ağırlığı kadar imanın olmadığını, küfür sayılacak bir işi işlemedikleri sürece idarecileri dinleyip itaat edeceğimizi, geminin alt katındakilerin su almak için üsttekileri rahatsız etmemek için geminin tabanına bir delik açarak bu ihtiyaçlarını gidermelerine üst kattakiler engel olmazlarsa hepsinin birden boğulacaklarını, dine uygun olmayan işler yapan idarecilere engel olmaya çalışanların kurtuluşa ereceklerini, namaz kıldıkları sürece onlara savaş açılamayacağını, kötülük ve günahlar çoğaldığı vakit insanların topyekün helak olacaklarını, yollarda oturmamak gerektiğini oturmak mecburiyeti varsa yolun hakkı olan gözü haramlardan korumak gerektiğini selam almak, kimseye eziyet etmemek, kötülüklerden sakındırma vazifesini yerine getirmek gerektiğini, haram kılınan bir şeyden başka yönlerden istifade edilebileceğini, en kötü yöneticinin insanlara katı ve kaba davrananlar olduğunu, Allah ve Rasulunun iyi dediklerini emretmek, kötü dediklerinden sakındırmanın bir vazife olduğunu, yapılmadığı takdirde azabın gerçekleşeceğini, en faziletli cihadın zalim hükümdara karşı hakkı söylemek olduğunu, İsrail oğullarında dinden sapmanın nasıl ve ne şekilde olduğunu, doğru yolda olduğumuz sürece sapıtanların bize zarar veremiyeceklerini öğreneceğiz. [1]
“İçinizden iyi ve yararlı olana davet eden doğru olanı emreden bir topluluk çıksın. İşte gerçek kurtuluşa kavuşanlar onlardır.” (Al-i İmran: 3/104) “Siz müslümanlar insanlığın iyiliği için çıkarılmış bir topluluksunuz, doğru olanı emreder, eğri olandan insanları alıkorsunuz.” (Al-i İmran: 3/110) “Affetme yolunu tut, iyilik ve güzel davranışla emret, kendini bilmeyen cahillerden yüz çevir.” (Araf: 7/199) “Erkek ve kadın mü’minlere gelince onların birbirlerinin yakını ve dostlarıdır. Hep iyi ve doğru olanın yapılmasını emrederler, kötü ve zararlı olanın yapılmasına engel olurlar.” (Tevbe: 9/71) “Allah’tan gelen gerçekleri örtbas etmeye şartlanmış olan şu İsrailoğulları zaten Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlenmişlerdir. Bu onların isyan etmeleri ve hak adalet sınırlarını aşmalarından dolayıdır.” (Maide: 5/78) “De ki: Hak olan bu Kur’an Rabbinizden gelmiştir. Artık dileyen inansın dileyen inkar etsin...” (Kehf: 18/29) “Artık sen sana emrolunanı açıktan açığa bildir...” (Hıcr: 15/94) “... Biz de kötü eylemleri önlemeye çalışan kimseleri kurtardık. Varoluş gayesine aykırı hareket edenleri, yapmakta oldukları kötülüklerden dolayı şidetli bir azap ile yakaladık.” (Araf: 7/165)
* Maruf: İslamın yani Kur’an ve Sünnetin iyi kabul ettiği Allah’a itaat etmenin içinde saydığı kişiye sevap kazandıran tutum ve davranışların bütünüdür. Münker ise Kur’an ve Hadiste iyi sayılmayan Allah’ın ve Rasulünün günah saydığı hoş karşılanmayan şeylerdir. (Al-i İmran: 3/105)’de olduğu gibi kişi Allah ve peygamber tarafından ortaya konan esasları yok sayıp ayrılığa düşerse büyük bir azaba çarptırılacaktır. Dinin temeli olan farzlardan biri olan marufu emir ve münkerden nehiy her müslümana düşen görevlerdendir. Bu görev yerine getirilirse bir önderin önderliğinde ümmet toplumuna ulaşılır. Ferdî müslüman olarak kalınmaz mutlaka kişi İslam ümmetinin bir parçası olmak zorundadır. Değilse Tevbe: 9/67 hükmüne girmiş oluruz. Halbuki müslüman Tevbe: 9/71’in kapsamına girer ve toplum olarak ta İslam ümmetini teşekkül ettirmeleri için Hac: 22/41 ayetine uymalıdırlar ayrıca Bakara: 2/44 ve Saf: 61/3 ayetleri de unutulmamalıdır. Çünkü bu iş tüm müslümanlara farzı ayndır. [2]
186. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ i şöyle buyururken işittim dedi: “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir.”[3]
* Ayetler bölümünde maruf ve münker’in ne demek olduğu açıklamıştık. Emredilmesi ve yasaklanması gereken hususlar herkesin bildiği ve bilmek mecburiyetinde olduğu meselelerden ise bunda tüm müslümanlar ortaktır. Bu işi yaparken de tebliğ metoduna uygun olarak yapılmalı kibarlık, hoş muamele, yumuşak davranış esas olmalıdır. Kötülüğü el ile değiştirmek demek ona fiili müdahalede bulunmak ve işe el atmak demektir. Şayet kişinin içinde bulunduğu durum ve konum bu şekilde o kötülüğü düzeltmeye kafi gelmiyorsa bunu dili ile söyleyerek yapmalı büyük fitnelere sebep olmamalıdır. Yine bir tehlike yani kargaşa ve fitne olacaksa kalbiyle o şeyden tiksinsin ve uzak dursun denilmekle tebliğ ve ikaz zaman ve zemine göre ayarlanmalıdır. Herkesin çoban olduğu, yönetimi ve idaresini elinde bulundurduğu kimselerden sorumlu olduğu hadisi de gözden uzak tutulmamalıdır. Aile reisi ev halkına bir işyeri idaresinde bulunan oradaki çalışanlara, devleti idare eden de tebaasına karşı, bu konuda gerekli yükümlülüğü vardır. Bu işi yaparken de Allah’ın ve Rasulünün razı olacağı her vasıtayı kullanmak da bir gereklilikdir. [4]
187. İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah Teâlâ’nın benden önceki her bir ümmete gönderdiği peygamberin, kendi ümmeti içinde sünnetine sarılan ve emrine uyan ihlâslı ve seçkin yakın çevresi ve ashâbı vardı. Bu samimi çevre ve ashâbından sonra, yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıklarını yapan kimseler onların yerini aldı. Böyle kimselerle eliyle cihad eden mü’mindir, diliyle cihad eden mü’mindir; kalbiyle cihad eden de mü’mindir. Bu kadarcığı da bulunmayanda hardal tanesi ağırlığında bile iman yoktur.”[5]
* Bu hadiste de her peygamberin kendilerini dine davet ettikleri insanların hepsinin bir olmadığını öğreniyoruz. Bazısının bizzat o peygamber gibi yaşamayı prensip edinen ve o gibi olan kimselerden çoğunluğunun da Meryem: 19/59’da belirtildiği gibi Allah ve Peygamberler tarafından istenmeyen insanlar olduklarını; bunların düzeltilmesi için elleriyle, dileriyle ve kalbleriyle çaba sarfedenlere mü’min denilebileceğini, değilse hardal tanesi kadar bile imanın olmadığını öğreniyoruz. Bu hadiste cihadın el, dil ve kalble olabileceği de bizlere öğretilmiş oluyor. Şeriatın emirlerine uymayanlarla yapılan mücadele cihad sayılır. Dinin haram, günah, yasak kabul ettiğini kabul etmeyenin imanı yok hükmündedir. Bugün hem müslümanım deyip hem de müslümanca yaşamayan, müslümanlık hayatlarında gözükmeyen kimseleri her türlü vasıta ve imkanlarla düzeltmeye çalışmak ta müslümanların görevleri cümlesindedir. [6]
188. Ebü’l–Velid Ubâde İbni Sâmit radıyallahu anh şöyle dedi: Biz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ e zorlukta ve kolaylıkta, sevinçli ve kederli anlarda, başkaları bize tercih edildiği zamanlarda kendisini dinleyip itaat etmeye, açıkça küfür sayılan bir şey yapmadıkları sürece devleti yönetenlerin işlerine karışmamaya, nerede olursak olalım hakkı söyleyeceğimize ve Allah hakkı için hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayacağımıza dair bey’at ettik.[7]
* Pek çok hadislerde Ashabın değişik prensipler üzerine biat ettikleri bellidir. Burada da bu değişik şeylere biat edilmiş oluyor. [8]
189. Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu anhümâ’ dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah’ın çizdiği sınırları aşmayarak orada duranlarla bu sınırları aşıp ihlâl edenler, bir gemiye binmek üzere kur’a çeken topluluğa benzerler. Onlardan bir kısmı geminin üst katına, bir kısmı da alt katına yerleşmişlerdi. Alt kattakiler su almak istediklerinde üst kattakilerin yanından geçiyorlardı. Alt katta oturanlar: Hissemize düşen yerden bir delik açsak, üst katımızda oturanlara eziyet vermemiş oluruz, dediler. Şayet üstte oturanlar, bu isteklerini yerine getirmek için alttakileri serbest bırakırlarsa, hepsi birlikte batar helâk olurlar. Eğer bunu önlerlerse, hem kendileri kurtulur, hem de onları kurtarmış olurlar.”[9]
* Günümüzde de İslam adına İslamdan tavizler vererek bazı işler yapanlar aynen bu hadisteki misalde olduğu gibi gemiyi delmekteler fakat diğer müslümanlardan hiçbir tepki ve engelleme de gelmemekte böyle olduğu için batıl ve geçersiz olan şeyler müslümanlar tarafından müslümanca bir hareket ve tavır gibi görülmekte ve sergilenmektedir. Bugün hepimizin yapacağı tek iş, İslamı Kur’an ve hadislerden en güzel şekliyle öğrenip yapılacak ve yapılmayacak işleri o bilgiler doğrultusunda yapmak veya yapmayıp engel olmak şeklinde bir tavır ortaya koymak olacaktır. Böylece İslami isim ve imajlar altında gayri islami işler yapılmamış ve İslam tatmin vasıtası olarak kullanılmamış olacaktır. Bugün batıl bidat, hurafe ve haram olan pek çok şey İslami elbise giydirilerek meşru imiş gibi gösterilmekte ve kimse tarafından hiçbir engelleme olmadığı için yapılıp gitmekte ve kafalarda meşru bir iş gibi kalmaktadır. Kitap ve sünnet gözlüğüyle bakanlar böylece yapılan pek çok gayrimeşru işi bugün İslami isimler altında görebilecektir. Gücümüz yettiğince bunlara engel olunmalıdır. [10]
190. Mü’minlerin annesi, Ümmü Seleme Hint Binti Ebû Ümeyye Huzeyfe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Sizin üzerinize birtakım emirler, yöneticiler tayin olunacaktır. Onların dine uygun olan işlerini iyi bulur, uygun olmayanlarını ise hoş karşılamaz, tenkit edersiniz. Kim hoş karşılamaz, kerih görürse günahdan korunmuş olur. Kim de tenkit eder, onların kötülüklerine engel olmaya çalışırsa, kurtuluşa erer. Fakat kim de razı ve hoşnut olur, onlara uyarsa isyan etmiş olur.” Bunun üzerine sahâbe–i kirâm: – Ya Resûlallah! Onlarla savaşmayalım mı? dediler. Peygamber Efendimiz: –”Aranızda namaz kıldıkları sürece hayır” buyurdu.[11]
* Müslüman idareci ve başkana karşı yapılacak tutum bu hadiste böylece özetlenmiş oluyor. Müslüman bozguncu değildir, ıslah edicidir. Hadisi tekrar okumak kafidir, fazla söze hacet yoktur. [12]
191. Mü’minlerin annesi, Ümmü’l–Hakem Zeyneb Binti Cahş radıyallahu anhâ’ nın anlattığına göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, korkudan titreyerek onun yanına girdi ve: “Allah’dan başka ilah yoktur. Yaklaşan şerden dolayı vay Arabın haline! Bugün Ye’cûc ve Me’cûc’un seddinden şu kadar yer açıldı” buyurdu ve baş parmağı ile şehadet parmağını birleştirerek halka yaptı. Bunun üzerine ben: – Ey Allah’ın Resûlü! İçimizde iyiler de olduğu halde helâk olur muyuz, dedim? Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem : – “Kötülük ve günahlar çoğaldığı vakit, evet” buyurdu.[13]
192. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem: “Yol ve sokaklara oturmaktan sakınınız” buyurdu. Sahâbîler: – Ya Resûlallah! Bizim yol ve sokaklara oturmaktan vazgeçmemiz mümkün değil, çünkü lüzumlu işlerimizi orada konuşuyoruz, dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem : –”Vazgeçemiyorsanız ve mutlaka oturmak zorunda kalıyorsanız, o halde yolun hakkını veriniz” buyurdular. Bunun üzerine: – Yolun hakkı nedir ki, ya Resûlallah? diye sordular. Peygamberimiz: –”Gözü haramlardan korumak, gelip geçene eziyet vermemek, verilen selâma mukabelede bulunmak, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırma vazifesini yerine getirmek” buyurdular.[14]
193. İbni Abbas radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir adamın elinde altın bir yüzük gördü, onu çıkardı ve attı. Sonra da şöyle buyurdu: “Sizden biriniz ateşten bir köze yönelip, onu eline mi alıyor?” Hz. Peygamber gittikten sonra o adama: – Yüzüğünü al da ondan uygun bir şekilde faydalan, denildi. Bu kişi ise: – Hayır Allah’a yemin ederim ki, Allah Resûlü onu attıktan sonra onu ebediyyen almayacağım, dedi.[15]
* Altın ve ipek kullanmak erkeklere haram kılınmış olup zaruri hallerde yani vücudun bir uzvuna (burun, diş vs.) altından ek konulması ve kaplanması tedavi ve tamir niteliği taşıdığından caizdir, süs ve zinet olarak kullanılması haramdır. Yine ipek elbiseyi de savaşta ve uyuz hastalığına yakalanan bir kimsenin kullanması caizdir. Bu hadisten gücü yeten kimsenin kötülüğü eliyle giderebileceğini de öğrenmiş oluyoruz. [16]
194. Ebû Saîd Hasan el–Basrî’den rivayet edildiğine göre, Âiz İbni Amr radıyallahu anh Ubeydullah İbni Ziyâd’ın yanına girdi ve: – Ey oğlum! Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in “Yöneticilerin en kötüsü, idaresi altındaki insanlara karşı katı ve kaba davrananlardır” buyurduğunu işittim, sakın sen onlardan olma, dedi. Ubeydullah İbni Ziyâd, Âiz’e: – Sen otur! Çünkü sen Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’ in ashabının, unun kepeği gibi döküntü takımındansın, dedi. Âiz İbni Amr: – Onlar arasında unun kepeği gibi döküntü takımından olan mı var ki? Unun kepeği gibi döküntü takımından olanlar onlardan sonra ve onlar dışındakilerin arasından çıktı, dedi.[17]
195. Huzeyfe radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz, ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama, duanız kabul edilmez.”[18]
* Allah’ın iyi dediklerini emredip kötülüklerden sakındırma görevi yerine getirilmezse Allah mutlaka azabını gönderir, herkes bu işi yapmalıdır. Bakınız bu işi yapmayanların duaları bile kabul edilmiyor. [19]
196. Ebû Saîd el–Hudrî radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Cihadın en faziletlisi, zâlim sultanın karşısında hakkı ve adaleti söylemektir.”[20]
197. Ebû Abdullah Târık İbni Şihâb el–Becelî el–Ahmesî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ayağını özengiye koymuş vaziyette iken, bir adam: – Hangi cihad daha faziletlidir, diye sordu? Peygamberimiz: – “Zâlim sultan katında söylenen hak söz” buyurdular.[21]
* 196-197: İslam, insanlığı diriltmek için gelen bir sistemdir. Bu sebeple cihaddaki prensip şudur: Bir kişiyi müslüman edip kurtarmak, binlerce kafiri yok edip ortadan kaldırmaktan daha hayırlıdır. Maide: 5/32’de olduğu gibi. Cihad sadece cephede düşmana karşı yapılan savaş değildir. Cihad gayret etmek demektir. Kişi İslamı yüceltmek ve Allah’ın dinini yeryüzüne hakim kılmak için her ne türlü gayret ederse etsin hepsi cihad kapsamındadır. El, dil, kalem, basın yayın ve pek çok değişik yöntemlerle cihad yapılabilir. Yöneticilere doğru ve adaleti tavsiye etmek de cihadın bir türüdür. [22]
198. İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İsrailoğulları arasında dinden sapma, ilk defa şöyle başladı: Bir adam bir başka adama rastlar ve: Bana baksana! Allah’dan kork ve yapmakta olduğun şeyi terket. Çünkü bu sana helâl değildir, derdi. Ertesi gün, aynı işi yaparken o adamla tekrar karşılaşır ve kendisini yaptığı kötü işten nehyetmediği gibi, onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah Teâlâ kalblerini birbirine benzetti. Sonra Resûl–i Ekrem şu âyeti okudu: “İsrâiloğullarından kâfir olanlar Dâvud’un ve Meryem oğlu İsâ’nın diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, baş kaldırmaları ve aşırı gitmeleriydi. Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mani olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi! Onlardan çoğunun inkâr edenleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin onlara âhiret hayatı için hazırladığı şeyler ne kötüdür! Allah onlara gazab etmiştir, onlar azab içinde temelli kalacaklardır. Eğer Allah’a Peygamber’e ve ona indirilen Kur’an’a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi, fakat onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir” (Mâide: 5/77–81). Hz. Peygamber bu âyetleri okuduktan sonra şöyle buyurdu: “Hayır, Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zâlimin elini tutup zulmüne mani olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah Teâlâ kalblerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrâiloğullarına lânet ettiği gibi size de lânet eder.”[23]
Yukarıdaki tercüme Ebû Dâvûd’un metnine aittir. Tirmizî’nin metninin tercümesi ise şöyledir: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “İsrâiloğulları günahlara daldıklarında, âlimleri onları nehyettiyse de onlar işledikleri günahları terketmediler. Bu defa âlimleri de onlarla birlikte oturdular, beraberce yediler, içtiler. Bunun üzerine Allah Teâlâ da onların kalblerini birbirine benzetti. Dâvûd ve Meryem oğlu İsâ’nın diliyle onlara lânet etti. Bu onların isyan etmeleri ve haddi aşmaları sebebiyle idi.” Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yaslandığı yerden doğrulup oturarak: “Hayır! Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, onları hakka boyun eğdirinceye kadar bu böyle devam edecektir” buyurdular.
* Ne kadar günümüzü yansıtıyor Allah Rasulü (s.a.v.). [24]
199. Ebû Bekir es–Sıddîk radıyallahu anh şöyle dedi: Ey insanlar! Şüphesiz siz şu âyeti okuyorsunuz: “Ey inananlar! Siz kendinize bakın, doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. İşlemekte olduklarınızı size haber verecektir” (Mâide: 5/105) Oysa ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim: “Şüphesiz ki insanlar zâlimi görüp de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allah’ın kendi katından göndereceği bir azabı hepsine umumileştirmesi yakındır.”[25]
* Şahsi ihmallerden doğacak zarar tüm toplumu etkiler, sapık toplumlara gelen felaketler içlerindeki iyi kimseleri de içerisine alır. Çünkü o iyi olanlar toplumu düzeltmek için gerekeni yapmamışlardır. [26]
[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 76 [2] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 77 [3] Müslim, Îmân 78. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17. [4] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 77 [5] Müslim, Îmân 80. [6] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 77-78 [7] Buhârî, Ahkâm 42; Müslim, İmâre 41. Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at 1, 2, 3; İbn Mâce, Cihâd 41. [8] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 78 [9] Buhârî, Şirket 6; Şehâdât 30. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 12. [10] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 78 [11] Müslim, İmâre 63. [12] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 79 [13] Buhârî, Fiten 4, 28; Müslim, Fiten 1. Ayrıca bk. Buhârî, Enbiyâ 7, Menâkıb 25; Ebû Dâvûd, Fiten 1; Tirmizî, Fiten 23; İbn Mâce, Fiten 9. Benzeri 2 numarada geçmiş olup izahat verilmişti, yine bir benzeri 1832’de gelecektir. [14] Buhârî, Mezâlim 22, İsti’zân 2; Müslim, Libâs 114. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 12. 1625 ve 1626’da tekrar gelecek ve açıklama orada verilecektir. [15] Müslim, Libâs 52. Yasak giysi ile alakalı 1801’e bakınız. [16] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 79 [17] Müslim, İmâre 23. Benzeri 657’de tekrar gelecektir. Daha iyi anlayabilmek için 654 ve 658 arasındaki hadislere bakınız. [18] Tirmizî, Fiten 9. [19] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 80 [20] Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Fiten 13. Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at 37; İbni Mâce, Fiten 20. [21] Nesâî, Bey’at 37. Ayrıca bir önceki hadisin kaynaklarına bakınız. [22] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 80 [23] Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Tefsîru sûre (5), 6, 7. [24] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 81 [25] Ebû Dâvûd, Melâhim 17; Tirmizî, Fiten 8; Tefsîru sûre (5), 17. Ayrıca bk. İbni Mâce, Fiten 20. [26] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 81 |
5582 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |