İSLAMDA FAİZ
İslâm'ın yasakladığı ribâ iki kısma ayrılır. Nesîe ve fazlalık ribası.
A. Nesîe ribası (ribe'n-nesîe). Cahiliye devrinde bilinen ve uygulanan ribâ çeşidi budur. Bu, satım akdinden veya ödünç (karı) vermekten doğan bir borç için vade durumuna göre eklenen faizdir. Borç vadesinde ödenmeyince yeni anlaşmalarla faiz ilave edilir. Kur'ân-ı Kerîm'de bu çeşit ribaya işaret edilerek, yasak hükmü getirilmiştir:" Ey iman edenler gerçek mü'minler iseniz Allah'tan korkun, faizden henüz alınmamış olup da kalanı bırakın" (el-Bakara, 2/278, 279).
B. Fazlalık ribâsı (ribel-fadl). Bu, hadîs-i şeriflerde yer alan ribâ çeşidi olup, mislî tür malı, misliyle, iki ivazdan (bedelden) birisini diğerimiz üzerine ziyadeyle satmaktır. Meselâ bir ölçek buğdayı, iki ölçek buğdayla peşin veya vadeli olarak trampa etmek gibi...
Ubâde b. es-Sâmit'ten Hz. Peygamber'in şöyle dediği nakledilmiştir: "Altın altınla, gümüş gümüşle, buğday buğdayla, arpa arpayla, hurma hurmayla ve tuz tuzla misli misline, birbirine eşit ve peşin olarak trampa edilirler. Ama bunların cinsleri ayrı olursa peşin olmak şartıyla, istediğiniz gibi satış yapınız" (Müslim, Müsâkat, 81; Ebû Davud, Büyü',18; Ahmed b. Hanbel, V, 314, 320). Bu hadisin Tirmizî'deki rivâyetinde şu ilave vardır: "Her kim bu şekil mübâdelede fazla verir veya alırsa şüphesiz ribâ yapmış olur" (Tirmizî, Büyü', 23).
İslâm hukukçularının çoğunluğu bu hadiste sayılan altı maddeyi "örnek kabilinden" sayarken, yalnız Zâhirîler, yasak hükmünün sadece bu altı maddeye ait olduğunu söylemişlerdir. Buna bağlı olarak ribanın illeti de tartışılmıştır.
Hanefilere göre, faizin illeti mislî mallarda cins ve miktar birliğidir. Ölçü ile alınıp satılan şeylerde cins ve ölçü birliği, tartı ile alınıp satılan şeylerde ise cins ve tartı birliği ortak niteliktir. Bu duruma göre faizin hükmü, yalnız hadiste zikredilen altı maddeye değil, ortak özelliğe sahip olan tüm maddelere uygulanır. Bir hadiste şöyle buyurulur: "Faiz ancak altında veya gümüşte yahut ölçülen veya tartılan ya da yenilen veya içilen Şeylerde cereyan eder" (İmam Mâlik, el-Muvatta', Büyü', 44; Zeylaî, Nasbu'r-Râye, V, 36-37). Nesîe (veresiye satış) ribasının illeti ise vadedir. Mislî olan şeylerin aynı cinsle veya değişik cinsteki şeylerle vadeli mübâdelesinde bu çeşit riba gerçekleşir. Ancak vadenin bağlayıcı olmadığı karz-ı hasen ve nakit para karşılığı veresiye satışlarla selem akdi, toplumun bu muamelelere ihtiyacı nedeniyle özel nass (âyet hadis)larla meşrû kılınmıştır.
Şâfiî hukukçulara göre, altın ve gümüşte ribâ illeti para olma (semenlik) özelliği, hadiste sayılan diğer dört maddede ise illet "yiyecek maddesi" olmalarıdır.
Asr-ı saadette ribâ uygulaması örnekleri:
Altının altınla değişimi eşit ağırlıkta ve peşin olarak yapılır. Hz. Peygamber devrinde dinar adı verilen altın para, yaklaşık 4 gram ağırlığında altından ibarettir. Böyle bir para ile altın zinet eşyası alınmak istense, gerçekte altın altınla mübadele edilmiş olur. Bu hesaba göre 60 gram altına eş değer olan 15 dinara 40 gramlık bir bilezik alırsak, 20 gram fazlalık faiz olur. Bunun aksine 10 dinara, 60 gram ağırlığındaki bileziği satın almak da aynı sonucu doğurur.
Hayber'in fethinden sonra Allah Rasûlüne ganimet olarak getirilen boncuk ve altından oluşan bir gerdanlığı Fudâle b. Ubeyd 12 dinara satın almıştı. Altınlarını ayırınca yalnız bunların 12 dinardan fazla olduğunu gördü. Durumu Allah Rasûlüne anlatılınca;" Âltınlar ayrılmadan satın alınmaz" buyurdu (Müslim, Müsâkât, 17).
Gümüşün para birimi dirhemdir. Bir dirhem yaklaşık 3,2 gram gümüş ihtiva eder. Gümüşten yapılan ziynet eşyası ve benzerlerinin gümüş para karşılığında satımı hâlinde de, altın konusunda arzedilen sakıncalar ortaya çıkar, Muâviye devrinde savaş ganimeti olan gümüş bir kap, bu kabın ağırlığından farklı miktarda dirhem (gümüş para) karşılığında satılmak istenince, bir sahabi, Ubâde b. Sâmit'in naklettiği altı ribevî madde hadisini hatırlatmış ve satışın ancak eşit ağırlıktaki gümüşler arasında olabileceğini belirtmiştir (Müslim, Müsâkat, 80; bkz. İbn Mâce, Mukaddime,II).
Altın veya gümüş paranın kendi cinsleriyle mübâdele edilirken peşin ve eşit ağırlıkta olmasının istenmesi, paranın maden değerinin (gerçek değeri) üstünde veya altında nominal (izafi) bir değer kazanmasını engellemiştir. Yani para ile, kendi cinsinden imal edilen altın veya gümüş ziynet eşyaları arasında bir fiyat farkının oluşmasını, başka bir deyimle, o devirlerde enflasyonun oluşmasına İslâm'ın faiz yasağının engel teşkil ettiği söylenebilir.
Altın ve gümüş, biri diğeriyle, peşin olmak şartıyla, farklı ağırlıklarda mübâdele edilebilir. Hz. Ömer, altı ribevî madde hadisini naklettikten sonra şunu ilâve etmiştir: "Bu maddelerin birbirleriyle mübadelesinde, alıcı senden eve girip çıkıncaya kadar mühlet istese bile verme. Çünkü sizin için ramâ'dan, yani ribâdan korkuyorum" (Mâlik, Muvatta', Büyü', 33).
Hurmanın hurma ile mübâdelesinde şu örnek dikkat çekicidir. Bilâl (r.a) Hz. Peygamber'e ikram etmek üzere iyi cins hurma getirdi. Allah'ın elçisi bu hurmayı nereden aldığını sorunca, Bilâl şöyle dedi: "Bizde âdi bir hurma vardı. Nebî (s.a.s)'e yedirmek için, ben onun iki ölçeğini bu iyi hurmanın bir ölçeğine sattım". Bunun üzerine Allah'ın elçisi şöyle buyurdu: Eyvah, eyvah! Ribânın ta kendisi, ribânın ta kendisi. Bunu böyle yapma. Fakat hurma satın almak istersen, kendi hurmanı başka bir satım akdi ile sat. Onun satış bedeli ile istediğin hurmayı satın al" (Buhâri, Vekâle,11). Buna göre, aynı cins misli mallar trampa edilecekse, eşit olarak mübâdele edilmeli, eğer kalite farkı gibi nedenlerle taraflardan birisi veya ikisi buna razı değillerse, mübâdele edilecek malların kıymeti para ile takdir edilerek değişim yoluna gidilmelidir.
Böylece faiz yasağının amacının, tarafların aldanmasını önlemek ve haksız kazanca engel olmak noktasında toplandığı anlaşılmaktadır.
İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre, nakit para borçlarında, geri ödeme tarihine kadar paranın satın alma gücünün düşmesi veya yükselmesi dikkate alınmaz. Ancak İmam Ebû Yusuf altın veya gümüş para dışındaki madenî paraların (felsler) satın alma gücünde meydana gelebilecek değişmeler, borçların ödenmesinde dikkate alınır. Satın alma gücünde ki düşme veya yükselme halinde, borç satım akdinden doğmuşsa akit tarihi; ödünç (karz) akdinden doğmuşsa kabz (teslim etme) tarihi esas alınarak, madenî paranın altın veya gümüş para karşılığı itibariyle ödeme yapılır. Ebû Yusuf bu görüşüyle madenî paralarda enflasyon farkını faiz olarak kabul etmemektedir. Ancak onun bu görüşü, kendi devrindeki altın veya gümüş paradan doğan borçları kapsamına almamaktadır. İbn Âbidîn bu noktayı özellikle belirtmiştir (İbn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, IV, 24, Resâil, II, 63, 64; Tenbîhu'r-Ruküd alâ Mesâili'n-Nuküd, Mecmuatu'r-Resâil, II, 52; el-Fetâvâl-Bezzâziye, (Hindiyye kenarında), c. IV, 510).
Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı devletinde altın karşılığı olarak banknot çıkarılmıştı. Bunlar onaltıncı ve onyedinci yüzyıllarda bazı Avrupa ülkelerinde çıkarılan şemsili kâğıt paraların benzeri ve devamı niteliğindedir. Onyedinci yüzyılda İngiltere ve İsveçte resmî darphaneler kendilerine bırakılan altın ve mücevherleri emânet olarak muhafaza ediyorlardı. Ancak, devlet mâlî sıkıntılar yüzünden bu güveni kötüye kullanınca, sarraflar teşkilatlandılar ve halkın elindeki kıymetli eşyayı da saklamaya başladılar. İşte sarrafların emanet bırakanlara verdiği "Goldsmith's notes" denilen makbuzlar, para yerine kullanılan ilk yazılı belgelerdir (Feridun Ergin, İktisat, 560, 570).
Osmanlılarda, İbraz edildiklerinde altın karşılığının ödeneceği taahhüt olunan banknotlarla, karşılık gösterilen altın arasında giderek satın alma gücü farkı meydana gelmiştir. Bu durum, fels ve mağşuş paralarla altın ve gümüş paralar arasında meydana gelen satın alma gücü farkı ile aynı niteliktedir. Borçların banknotla ödenmesinde bu enflasyon farkının ilâve edilmesi faiz sayılmamıştır. Meselâ, 1879 M. tarihli bir kararnamede, borçlar kâime ile ödenirken, 450 kuruşluk kâime yerine bir yüzlük altın (1 altın lira) veya borçları ödeme gününde, bir altın kaç kâime ederse o kadar kâime ödenmesi emrolunmuştur. Günümüzde kâğıt para, önceki yüzyıllarda para fonksiyonu olan mübâdele vâsıtalarının yerine geçen, devletin desteklediği ve halkın muâmelelerde kullanmasıyla tedâvülünü örfleştirdiği bir para çeşidi olmuştur. Bu yüzden altın, gümüş veya diğer madenî paralara uygulanan faiz hükümleri kâğıt paraları da kapsamına alır. Ancak kâğıt paralar piyasada, itibarî (nominal) değerle dolaştıkları için, aynı nitelikteki madenî (fels ve mağşûş para) paraların benzeridir. Aralarındaki fark şudur: Ebû Yusuf'a göre, tedâvülden kalkması veya satın alma gücünde değişiklik olması halinde felsin kıymeti, satım akdinde akit tarihi, karzda teslim tarihindeki altın veya gümüş paranın kıymeti üzerinden hesaplanmıştır. Bu, bir enflasyon farkından çok, aynı anda tedavülde bulunan iki para arasında "kur ayarlaması" olarak düşünülebilir.
Ancak İslam daki riba yasağının kapsamı ve bir kısım borç ilişkilerindeki ödemelerin bu yasak kapsamında müteâla edilip-edilmeyeceği konusunda İslam alimleri farklı fikirler serdetmişlerdir. Faizle ilgili görüşler aşağıdaki gibidir.
1- Vadeli satım ve vade farkı, ilerde taraflar arasında herhangi bir ihtilafa yol açmayacak bir biçimde akid esnasında taraflarca belirlenmek kaydıyla kural olarak caizdir.
İmam Malik8217;in talebesi arasında mümtaz bir yeri bulunan İbnü8217;l Kasım ile öğrencisi Kadı Sehnun arasında şu konuşma geçiyor.
Sehnun:
- Yanında bir mal bulunan birisine gelsem ve kaça sattığını sorsam o da: peşin elliye, veresiye yüze dese, ben malı veresiye yüze veya peşin elliye almak istesem bu İmam Malik’e göre caiz midir.?
İbnü’l Kasım:
- Malik’in dediği şudur: Eğer satıcı ister satar, isterse satmaz; alıcıda ister alır, isterse almaz durumda olurlarsa caizdir. İkisinden birisi veya her ikisi muhayyer değil ise bu mekruhtur; bunda hayır yoktur. Dedi.
Bazı alimler bir satış içinde iki satışı şöyle açıklamışlardır. Birisinin şu elbiseyi peşin ona, veresiye yirmiye sattım deyip de bu iki satıştan birisine karar vermeden ayrılmalıdır. Eğer bu ikisinden birisine karar verip böyle-ayrılır iseler caizdir.
İbnü’l Arabi hadisin şerhinde altı ayrı açıklama veriyor ve bu arada şunu kaydediyor: Ebu Hanife şöyle demiştir: Eğer bu (mal) peşin şu kadara yahut veresiye şu kadara der ve bu iki satıştan birisine karar vererek ayrılırlarsa bu caizdir.
2- Her hangi bir şekilde hesabında faiz tahakkuk etmiş olan bir Müslüman bunu bankadan alıp bir sevap beklentisi olmaksızın hayır yolunda harcamalıdır.
3- Borcun vadesinde ödenmemesi durumunda, -alacaklının bu gecikmede bir kusuru olmaması ve başlangıçta şart koşulmaması kaydıyla- ifaya gücü yeten borçludan asıl alacağına ilave olarak uğradığı zararın tazminini de isteyebilir.
4- Repo yasak olan faizin kapsamı içindedir.
5- Haramların zaruret halinde mubah olma ilkesi faiz içinde geçerlidir. Ancak her bir zaruret halinin kendi şartları içinde ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir.
İslamda Zaruret Halinin şartlarını şöyle sıralayabiliriz.
1-Tehlikenin mevcut olması
2-Tehlikenin filhal mevcud olması
3-Tehlikenin kaçınılmaz olması
4-Tehlikenin mülci olması
5-Meşru yoldan giderme imkanının bulunmaması
6-Tehlikenin bulunduğuna kesin kanaat sahibi olunması
7-Zaruret halinde alınan haram, zaruret miktarını aşmamalı.
Zaruretten anlaşılması gereken ana fikir şudur ki zaruret, terk edildiğinde nefsinde veya bir uzvun telef olmasını netice veren bir haldir.
Burada şu soru akla gelmektedir. Acaba günümüzde faiz zaruret sayılabilirmi.?
Muhammed Ebu Zehra;ya göre ise, günümüzdeki faizli muameleleri zaruretten dolayı mübah saymak, faizi helal kılmak için açılmış bir penceredir. Faize dayalı bir sistemde genel olarak zaruret halini düşünmek mümkün değildir. Yine Draz;a göre faizin hiç bir çeşidi için ihtiyacın bulunması kâfi değildir. Sadece ihtiyaçla zaruret tahakkuk etmez.
6- İslam;da alacaklı hakkından fazlasını alamayacağı gibi hakkından eksik almaya da zorlanamaz. Bu itibarla bir kısım İslam alimlerine göre borç konusu paranın değerinde zamanla önemli sayılacak miktarda değişme olduğu takdirde, ödemelerin enflasyon miktarı dikkate alınarak yapılması gerekir. Diğer bir kısım alimler ise para borçlarının kararlaştırılan rakamsal değerler esas alınarak ödenmesi gerektiği kanaatindedir. Şu kadar var ki bu guruptaki bazı alimler borçlanma esnasında ön görülmeyen durumların ayrıca değerlendirilmesi gerektiği görüşündedir.
7- Faizle iştigal eden kişi ve kuruluşlara faiz alma niteliğiyle para yatırmak, faiz oranı enflasyon oranının altında da olsa caiz değildir.
8- Akdin konusu meşru olmak kaydıyla komisyonculuk karşılığında ücret almak caiz olup, alınacak ücret anlaşmayla veya ticari teamülle belirlenir.
9- Kiracının sözleşme süresinin bitiminden önce gayrimenkulu tahliye edip malikine veya mal sahibinin muvafakati ile ikinci bir kiracıya teslim etmesi karşılığında bir bedel alması caizdir. Fakat kira süresi sona ermiş yahut açık olarak veya zımnen yenilenmemişse kiracının tahliye bedeli alması caiz olmaz. Şu kadar var ki kiracı devir hakkını kullanma konusunda malik ile açıkça anlaşmış ise mülkiyet hakkını sözleşme hükümlerini ihlal etmemek ve hakkaniyet kurallarına uymak kaydıyla bu hakkın kullanımı karşılığında bir bedel alabilir.
10- Factoringde kredi verme dışındaki hizmetler komisyonculuk vb. Hizmetlerin hükmüne kredi verme ise genel faiz hükümlerine tabidir.
11- Devletin verdiği teşvik kredileri konusunda
a-bir kısım İslam alimleri, ülke ekonomisinin gelişmesine katkı amacıyla verilen bu tür kredilerin faizinin reel pozitif olmaması ve meşru alanlarda, şartlarına uygun biçimde kullanılması kaydıyla- alınabileceği kanaatindedir. Bu görüşün sahipleri özellikle, dini duyarlılığı olan kişilerin de bu imkandan yararlanmalarına ve ülke ekonomisinde etkin bir rol üstlenmelerine engel olunmaması gerektiği düşüncesinden hareket etmektedirler.
b-Diğer bir kısım İslam alimleri ise ya devletin kamu ya ait bir imkanı bu şekilde kullandırmasına olumlu bakmadıkları veya bu uygulamayı riba çerçevesi dışında görmedikleri için yada her iki mülahaza ile bu tür kredilerin alınmasının caiz olmayacağı kanaatindedir.
Ribel fadl denilen faiz türü nedir? Günümüzde bu faiz nasıl gerçekleşir? Bir cep telefonunu iki cep telefonu ile değiştirmek faiz sayılır mı?
Hanefî Mezhebi'ne göre, “Riba’l-Fadl” denilen faiz çeşidinin haram olmasının illeti / sebebi mübadele edilecek mallar arasında cins ve ölçü-tartı birliğinin bulunmasıdır. Buna göre mübâdele edilecek iki malın hem cinsleri, hem de ölçü-tartı sınıfları aynı ise peşin olarak ve eşit miktarlarda mübadele edilmek durumundadır. Aksi takdirde faiz gerçekleşmiş olur. Örneğin sekiz ölçek buğdayın dokuz ölçek buğdayla -peşin olarak da olsa, kaliteleri farklı da olsa- mübadele etmek, Riba’l-Fadl olarak bir faizdir.(V. Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslamî, 4/676-77).
Bu şartların tahakkuk etmediği mallarda / ölçülen-tartılan cinsten olmayıp da sayılan veya metre olarak hesaplanan cinsten olan mallarda faiz söz konusu değildir.(a.g.e). Buna göre, cep telefonları faizin geçerli olduğu mallardan değildir. Bu sebeple bir cep telefonunu iki cep telefonu ile mübadele etmek faiz değildir.
Şafii Mezhebi'ne göre “Riba’l-Fadl” denilen faizin illeti “tu’miyet ve semeniyettir”(Yani gıda, meyve, tedaviye yönelik her türlü yiyecek maddesi ile altın, gümüş ve paradır). Demek ki, bu iki maddeden olan eşya arasında faiz cereyan eder. Buna göre, mübadele edilen mallar aynı cinsten olursa -söz gelimi- buğday ile buğday, nakit ile nakit arasında bir mübâdele söz konusu olduğu zaman, şu üç şartın gerçekleşmesi gerekir:
a. Hulûl / peşin,
b. Mümaselet = eşitlik / ölçüde ve tartıda aynı miktarda olması.
c. Takabuz / karşılıklı malların -alış veriş meclisinde- hemen teslim edilmesi.
Bu şartlardan biri kesik olursa işin içine faiz girmiş olur.
Mübadele edilen ilgili mallar arasında şayet cins birliği yoksa, mesela; buğday ile arpa, altın ile para arasında bir mübadele söz konusu olduğunda, mümaselet şart değil, yani aralarında fazlalık olabilir, fakat peşin ve o anda kabz etmek, malı almak şarttır.
Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, Şafii Mezhebi'ne göre, yiyecek / gıda-meyve-ilaç ile nakit / altın-gümüş-diğer paralar dışında kalan mallarda faiz işlemez.
Buna göre, bir koyunu iki koyunla (canlı olarak yiyecek sayılmadıkları için), bir cep telefonunu iki cep telefonu ile mübadele etmekte faiz cereyan etmez.(bk. a.g.e, 4/686-89).