RAHMET VE BEDDUA
Eski Peygamberlerin zamanında kâfirlere çeşitli azaplar geliyordu. Mesela Hazret-i Nuh’un kavmi suda boğulmuş, Lut kavminin bulunduğu şehir batmıştı. Ad, Semud ve diğer kavimler cezalanmıştı. Aynı günahlar şimdi de işlenildiği halde, niçin genel bir bela gelmemektedir? Diye bir soru akla gelirse buna verilecek cevap:
Peygamber efendimiz aleyhisselam, âlemlere rahmettir. Âyet-i kerimelerde mealen buyuruluyor ki:
(Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]
(De ki, ey insanlar, ben, Allah’ın hepiniz için gönderdiği Resulüyüm.) [Araf 158]
(Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmez.) [Sebe 28]
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Ben lanet edici olarak değil, rahmet için gönderildim.) [Müslim]
Peygamber efendimiz Cebrail aleyhisselama, (Benim âlemlere rahmet oluşumdan sana da bir pay düştü mü?) diye sual edince, (Evet, sonumun ne olacağından korkardım. (Tekvir) suresinin 20 ve 21. âyet-i kerimelerini getirince, Arşın sahibi yanında, kıymetim, emin olduğum meydana çıktı) dedi. (Şifa-i şerif)
Diğer Peygamberlere inanmayanlar dünyada çeşitli belaya maruz kaldıkları halde, Peygamber efendimizin rahmet olması sebebiyle, cezalar genelde ahirete tehir edilmiştir. Onun hürmetine bu ümmete dünyada hemen ceza verilmiyor. Bir âyet meali şöyledir:
(Sen aralarında bulundukça, o kâfirlere azap etmem.) [Enfal 34]
Kâfirler, Resulullah efendimiz ile alay ederek, (Rabbine söyle de, bize çabuk azap göndersin) diyorlardı. Allahü teâlâ, kâfirlerden müminler dünyaya getirmeyi ezelde takdir buyurduğu için, (O kâfirlere azap etmem) buyurdu. Enfal suresinin, (İstiğfar ettikleri için Allah onlara azap yapmaz) mealindeki 33. âyeti için, (Onlardan, istiğfar edecek olan çocuklar dünyaya geleceği için, onlara azap etmem demek) olduğunu, âlimler bildiriyor.
Bu ümmet seçilmiştir. Bir âyet meali:
(Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.) [Al-i İmran 110]
Yine hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, beni âlemlere rahmet ve hidayet için gönderdi.) [Ebu Nuaym]
Bu rahmet, yalnız insanlar için değil, bütün mahlukat içindir. Hatta kâfirler bile istifade eder. Allahü teâlâ, Peygamber efendimizin hürmetine bu ümmete genel bir ceza göndermiyor. Eski insanlar bin yıl kadar yaşıyordu. Kur’an-ı kerimde Hazret-i Nuh’un bin yıl yaşadığı bildiriliyor. Bu ümmetin çok sıkıntı çekmemesi için, Allahü teâlâ, Peygamberimizin hürmetine ömürlerini kısa eyledi. Cenab-ı Hak, bu kısa zamanda yapılacak, hayırlı işlere ve ibadetlere sonsuz nimetler ihsan edecektir. Peygamberine uymayan, İslamiyet’i beğenmeyenlere de, sonsuz azap yapacaktır. Ayrıca Onun hürmetine, günahlara dünyada hemen ceza vermiyor.
Salih kimseler yeryüzünde var olduğu müddetçe, Peygamber efendimizin hürmetine bu ümmete genel azap gelmez. Ayrıca Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Eğer Allah, yaptıkları yüzünden insanları hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı kalmazdı. Fakat Allah, onları belli bir süreye kadar erteler.) [Fatır 45]
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ buyurur: Camiye devam eden, benim için birbirini seven ve seherlerde istiğfar edenler olmasaydı, günahta haddi aşanlardan dolayı genel bir bela gönderirdim.) [Beyheki]
Kâfirlere ahirette şiddetli azap olacağını bildiren âyet-i kerimelerden üçü şöyle:
(Allahü teâlâ zalimlere elem verici, acıklı bir azap hazırladı.) [İnsan 31]
(Rabbin elbette azap yapacaktır. Ondan kurtuluş yoktur.) [Tur 7-8]
(Ey inkârcılar [resulü ve hadislerini] yalanladığınız için, azap yakanızı bırakmayacaktır.) [Furkan 77]
Cenab-ı Hak, (Allah ve Resulünün emirlerine aldırış etmeyen, beğenmeyen, “asra, fenne uygun değildir, modern ihtiyaçlara kâfi değildir” diyen, kıyamette Cehennem ateşinden kurtulamayacak, Cehennemde, çok acı azaba maruz kalacaktır) buyuruyor.
Kâfirlere dünyada merhamet edilmesi görünüştedir. Kur’an-ı kerimde, kâfirlere çok mal ve evlat verilmesinin onlara iyilik olmadığı, onların azmaları, kudurmaları ve Cehenneme gitmeleri için bir istidrac olduğu bildiriliyor. (Mü’minun 55-56)
BEDDUA
Müslümanların başına bir sıkıntı geldiğinde, o sıkıntı geçinceye kadar onlara dua, eğer kafirler zulmediyorsa, onlara da beddua edilir ki, bunun adı kunuttur ve yapılacağı yer de farz namazların son rekatında, (vitrdeki kunutun aksine) rükudan doğrulduktan sonradır.
Şöyle ki; Semiallahu limen hamideh Rabbena (ve) leke’l hamd dedikten sonra eller dua için açılır ve mü’minlere dua, kafirlere beddua edilir. Namaz cemaatle kılınıyorsa, her cümle dua ve bedduanın sonunda cemaat “amin” derler. Kunut bitince tekbir ile secdeye eğilinir ve bilindiği üzere namaz tamamlanır.
Rasulullah(S) bir sabah /kırk sabah /bir ay boyunca her vakit, farz namazında kunut yapmış, sonra terk etmiştir. Rasulullah (S), birkaç ayrı zamanda kunut yapmıştır.
Birisi Uhud gazvesinde yaralanıp, dişi kırıldığında sabah namazının son rekatında, Ya Allah fulana, fulana lanet eyle diye yaptığı kunuttur. Bunun üzerine Allah Azze ve Celle “…işten hiçbir şey sana aid değildir. Allah ya onların tevbesini kabul eder, yahut onları kendileri zalim kimseler oldukları için azaplandırır,” (Ayet 128) ayetini indirmiştir, böylelikle bu kunut sona ermiştir. Bir diğeri; Bi’ri Maune olayı diye bilinen yetmiş kurrâ sahabenin şehit edilmesi olayıdır. Daha sonra (tilaveti) neshedilen şu ayetle Allah azze ve celle bu olayı Rasulüne bildirmiştir. (Şehitlerin lisanı üzere) “Kavmimize tebliğ ediniz ki biz Rabbimize kavuştuk. O bizden razı oldu biz de O’ndan razı olduk.” Rasulullah (S) bu yetmiş kurrâ sahabeye yandığı kadar hiçbir seriyyeye yanmamıştır.
Tamamı şehit edilmiş sahabelerden ümit kalmayınca, Rasulullah (S.A.V) onları şehit eden kafir kabilelere bedduaya devam etmiştir. Onları şehit eden kafirlere beddua ettiği bu kunut bir ay sürmüştür. Bir ay sonra kunutun terk edilme sebebi hakkında açık bir rivayete rastlayamadık. Lakin bu da kunutun nesh edildiğini göstermez, çünkü Rasulullah (S.A.V) bundan sonra da kunut yapmıştır. Diğeri de Mekke’de esir tutulan sahabeler için, bir ay boyunca kunut yapmıştır, onlar kurtulmuş ve Rasulullah (S.A.V) kunutu böylelikle terk etmiştir, bu terkin sebebi kendisine sorulduğunda da Rasulullah (S.A.V) “haklarında dua ettiklerimin geldiklerini görmüyor musunuz?” buyurmuştur. Yani duanın terk edilmesine sebep, duaya icabet edilmiş olmasıdır.
Ayrıca bu ayetle nesh olmadığına şu delilleri de zikredebiliriz.
Hicretin 3. yılında Uhud savaşı yapılmış ve Rasulullah onda kunut yapmış ve bu ayet o zaman nazil olmuştur. Sonra hicretin 4. yılında Bi’ri Maune olayı vuku bulmuş ve Rasulullah (S.A.V) yine kunut yapmıştır. Sonra Mekke’de olup da hicret etmesine izin verilmeyen mü’minler için kunut yapmış ve onlar hicretin 7. yılında Medine’ye geldiklerinde kunut yapmayı terk etmiştir. Eğer hicretin 3. yılında nazil olan o ayetle kunut neshedilseydi Rasulullah 4. ve hatta 7. yılda kunut yapmazdı. Dolayısıyla kunut neshedilmemiştir. Yine Ebu Hureyrenin (r.a) Rasulullah (S.A.V) vefat ettikten sonra kunut yaparak namaz kıldırması ve bu Rasulullah’ın (SA.V) namazıdır, demesi Ebu Hureyre’nin de (r.a) nesh olmadığını bildiğine delalet eder, bu bilgi önemlidir, çünkü Rasulullah’ın kunutunu karışık bir şekilde anlatan, sonra da bu ayet nazil olunca Rasulullah’ın kunutu terk ettiği haberi bize ulaştı diyen Ebu Hureyre’dir. Rivayetteki karışıklığı aynı ravinin anlayışıyla halletmek en doğrusudur, çünkü ravi rivayet ettiğini gayrına nisbetle daha iyi bilir. Hufaf’ın (r.a) “Rasulullah’ın (S) kunutunu anlattıktan sonra, namazda kafirlere lanet işte bu yüzden meşru kılındı sözü de kunutun neshedilmeyip, devam eden amellerden olduğunun ifadesidir.
Kunuttan maksat mü’minin kurtuluşu için dua olduğuna göre, sıkıntı bitmedikçe dua da zamanla kayıtlanamaz. Rabbimiz azze ve celle de kulunun kendisine dua etmesini, hem emreder, hem sever hem de ona icabet eder. Hayatından ümit kesilmemiş mü’minler için yıllarca da olsa kunut yapmak mubahtır. Allah en doğrusunu bilendir.
Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulsunlar. Bakara suresi (Ayet 186)
Sual: Okul arkadaşım, (Biz ehl-i kitaba hiç beddua ve lanet etmeyiz, Allah kahretsin demeyiz, Allah ıslah etsin deriz. Özellikle, “Allah Yahudileri ve Hristiyanları ıslah etsin” diye dua ediyoruz. Bunların Müslüman olma ihtimalleri olduğu için bedduadan kaçıyoruz. Peygamberimiz de kâfirlere beddua etmedi ve onlardan, daha sonra Müslüman olanlar oldu. Beddua etseydi, onlar Müslüman olamazdı. Peygamberimize uyarak, biz de beddua etmiyoruz) dedi. İslam düşmanlarına, kahrolsun demek caiz olmuyor mu?
CEVAP
Önce şu hususu açıklayalım. Böyle düşünenler, Ehl-i Kitabın ebedi Cehennemlik olduğunu bildiren âyetleri tarihsel kabul ediyor, yani onları kâfir bilmiyor. Bu bakımdan, onların ıslah olmaları için niye dua etsin ki? Bu işte bir gariplik yok mu? Allah ve Resulü ile İslam âlimleri, zalimlere, kâfirlere beddua etmiştir, lanetlemiştir, kahrolsunlar demişlerdir. Onlar hâşâ bunların Müslüman olabileceğini, onun için beddua etmemek gerektiğini bilememişler mi?
Kur'an-ı kerimde de Allahü teâlâ lanet etmiştir. İşte âyet-i kerimeler:
(Âyetlerimizi inkâr edip kâfir olarak ölenler var ya, işte Allah’ın, meleklerin, insanların hepsinin laneti onlaradır.) [Bekara 161]
(Allah, inkârları yüzünden onlara [Yahudilere] lanet etmiştir.) [Nisa 48]
(Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı Cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.) [Nisa 93]
(Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik.) [Maide 13]
(Yahudiler, Allah’ın eli sıkı dediler; dediklerinden ötürü elleri bağlansın, lanet onlara!) [Maide 93]
(Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun!) [Araf 44]
(Allah onları [Yahudi ve Hıristiyanları] kahretsin!) [Tevbe 30]
(Allah, ikiyüzlü erkek ve kadınlara ve inkârcılara, ebedi kalacakları Cehennem ateşini hazırlamıştır. O, onlara yeter. Allah lanet etsin! Onlara devamlı azap vardır.) [Tevbe 68]
(Yeryüzünde bozgunculuk yapanlara lanet olsun!) [Rad 25]
(Bilin ki, Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir!) [Hud 18]
(Allah ve Resulünü incitenlere Allah, dünyada ve ahirette lanet etmiştir.) [Ahzab 57]
(Koyu bir cehalet ve gaflet içinde olan o yalancılar kahrolsun!) [Zariyat 10,11]
Peygamber efendimiz de, bazı gruplara beddua etmiştir. Birkaç hadis-i şerif meali:
(Yahudileri Allah kahretsin, iç yağını Allah haram edince, onu eriterek satıp parasını yediler.) [Müslim]
Lânet, Kur'ân'da birçok kez ve tüm anlamlarında kullanılmıştır. Nitekim" ...Her ümmet (ateşe) girdikçe yoldaşına lânet etti..." (el-A'râf 7/38) âyetinde hakaret, sövüp sayma anlamında Israiloğullarından inkâr edenlere Davud ve Meryem oğlu Isa diliyle lânet edilmiştir... " (el-Maide 5/78),
"..Işte onlara hem Allah lânet eder, hem bütün lânet edebilenler lânet eder" (el-Bakara, 2/159) ayetlerinde beddua. “Kalplerimiz perdelidir dediler. Hayır, ama inkârlarından dolayı Allah onları lânetlemiştir" (el-Bakara, 2/88) (Allah’ın laneti inkârcıların üzerine olsun.) [Bakara 89] âyetinde Allah'ın rahmetinden uzaklaştırma ve gazab etme anlamlarını dile getirmek üzere kullanılmıştır. Şeytan'a "mel'un" (lânetlenmiş) denilmesi de Allah'ın rahmetinden kovulması, gazabına uğraması nedeniyledir.
Bu tür kullanımlardan ayrı olarak Kur'an'ın iki yerinde iki karşılıklı lânetleşmeden söz edilir. Bunların ilkinde Hz. Peygamber (s.a.s)'e şöyle buyurulur: "Kim sana gelen ilimden sonra seninle tartışmaya kalkarsa de ki: Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra gönülden dua edelim, yalan söyleyenlere Allah'ın lânetini dileyelim" (Âl-i Imran, 3/61).Bu ayet uyarınca Hz. Peygamber (s.a.s), Hz. Isâ (a.s) hakkında kendisiyle tartışan Necran Hristiyanlarını lânetleşmeye çağırmıştı. Ancak, "mübahele olayı" olarak bilinen bu olayda Hristiyanlar lânetleşmeye yanaşmamışlardı.
Ikincisinde ise karı ile kocanın karşılıklı, ama lâneti kendilerine dileme biçiminde lânetleşmesi söz konusu edilir. Islâm hukukunda Lian* olarak adlandırılan bu olayda eşine zina isnat eden, ancak başka bir şahid getiremeyen kocanın doğruluğuna dört kez Allah'ı şahit tutması ve sonra da eğer yalan söylüyorsa Allah'ın kendisini lânetlemesini dilemesi öngörülür. Bu itham karşısında kadınında kocasının yalan söylediğine dört kez yemin etmesi ve arkasından da yalan söylüyorsa Allah'ın gazabına uğramayı dilemesi gerekir (en-Nur, 24/6-9). Karşılıklı yapılan bu yeminleşme ve lânetleşmeden sonra kadın zina cezasından kurtulur, ancak karı-koca arasında evlilik bağı kesin bir biçimde sona erer.
Hz. Peygamber (s.a.s)'in Bi'r-i Maûne olayında şehid edilen müslümanlar nedeniyle Rıl, Zekvan, Lıhyan ve Usayya oğulları aleyhinde kırk sabah lânet okuyarak beddua ettiği bildirilir (Buhari, Cihad 17). Buna karşılık Hz. Peygamber (s.a.s), müslümanları rastgele lânet etmekten menetmiş, özellikle ashabının birbirine ve tabiat kuvvetlerine lânet etmelerini yasaklamıştır (Ebu Davud Edeb, 4908; Müslim, Birr, 80-87).
Islâm bilginleri arasında kimlere lânet edilip kimlere edilmeyeceği konusunda görüş ayrılığı vardır. Bilginlerin bir bölümü müslümanlara hiç bir şekilde lânet edilemeyeceği görüşündedir. Bilginlerin diğer bir bölümü ise fasık olan müslümanlara lânet edilebileceğini kabul ederler. Kâfirlere lânet edip edilemeyeceği de tartışma konusu olmuştur. Bazı bilginler, kâfirlere kayıtsız şartsız lânet edilebileceğini kabul ederken bazıları da bunun vacib olmadığını, onlara lânet edilebilmekle birlikte lânet etmemenin daha güzel ve yararlı olacağını savunmuşlardır (Fahruddin er-Razı, Tefsir-i Kebir Ter. III,188; Ibn Mace, Tercüme ve Şerh, X, 148).