İLGİLİ HADİSLERMUCİZELER[1] VE HARİKULADE OLAYLAR BÖLÜMÜ ﴿ كِتَابُ الْمُعْجِزَاتِ وَالْخَصَائِصِ ﴾ - “Peygamber (s.a.v)’in peygamberlik davası ve bu davasını mucizelerle ortaya koyması” ile ilgili hadisler Sa’d (ö. “Hz. Muhammed (s.a.v)’in peygamberliğine gelince, O, hem peygamberlik davasında bulunmuş -O’nun peygamberlik davasında bulunduğu tevatürle sabittir- ve hem de mucizeler göstermiştir… Hz. Peygamber (s.a.v)’den harikulade hususları gösterdiği nakledilmiştir. Gösterilen mucizeler ile ilgili nakiler, -bu çeşit nakiller hernekadar teferruat itibariyle ahad olsa bile- ortak noktalar itibariyle tevatür derecesine ulaşmıştır. Hz. Ali (r.anh)’ın cesareti ile Hatem et-Tâî’nin cömertliği gibi. Şüphe yok ki, teferruat yönünden ahad olsa da, bunlardan her biri tevatürle sabit olmuştur. Bunlarla ilgili hususlar, “Siyer” kitaplarında geçmektedir.” Kadı İyâz (ö. Şihâb (ö. (Suyûtî) “Metâliu’l-Musirrât”da konu ile ilgili olarak şöyle der: “Her nekadar Hz. Peygamber (s.a.v)’in şahsi özellikleri ile ilgili bütün mucizeler, mütevatir olmasa bile, Hz. Peygamber (s.a.v)’in (peygamberlik davası ile ilgili) bu mucizesi, manevi mütevatirdir. (Buradaki) ortak nokta, rivayetlerin teferruatı arasında yer almaktadır.” İleride de geleceği üzere, (Hz. Peygamber’in mucizeleri iki kısma ayrılır: Birincisi:) Hz. Peygamber (s.a.v)’in, hem zatı ve hem de kişisel özellikleri ile ilgili mucizelerdir. Bunların bazısı, mütevatirdir. (İkincisi:) Kesin olarak bilinip bize tevatür yolu ile ulaşan mucizelerdir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in bu tür mucizeleri getirmesin de, göstermesinde ve peygamberlik davasını bu tür mucizelerin kanıtıyla delil getirmesinde herhangi bir görüş ayrılığı ve şüphe yoktur. Mucize olarak, öncesinde ve sonrasında bir benzerinin daha bulunmadığı ‘Kur’an Mucizesi’, sana yeter ve artar bile. Kadı İyâz’ın “Şifâ”’da konu ile ilgili olarak der ki: “Bu tür mucizeleri, bilinçli bir şekilde inatla inkar eden kimse, efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in dünyadaki varlığını inkar etmiş gibi olur.”
- “Peygamber (s.a.v)’in duasının (Allah katında) kabul olması”[2] ile ilgili hadisler Kadı İyâz (ö. Kadı İyâz bu konuda şöyle der: “Hz. Peygamber (s.a.v)’in lehte ve aleyhte insanlar hakkında yaptığı duanın kabul olduğu ‘genel anlamıyla’ mütevatirdir. Bu husus, herkes tarafından kesinlikle bilinmektedir.” Şihâb (ö. “Hz. Peygamber (s.a.v)’in duasının (Allah katında) kabul olması ile ilgili hadisin teferruatı tevatür olmasa bile ‘genel anlamı itibariyle’ manevi bir şekilde mütevatirdir.” * * *
- “Hz. Peygamber (s.a.v)’in, gayp ile ilgili bazı hususları bildirmesi ve bunlardan bazılarını haber vermesi”[3] ile ilgili hadisler Kadı İyâz (ö. Kadı İyâz konu ile ilgili olarak şöyle der: “Hz. Peygamber (s.a.v)’in, gaybten haber vermesi ve bunları bildirmesi, kesin olarak bilinen mucizeleri de bu şekildedir.” Kadı İyâz, bundan sonra gayp ile ilgili hususları ve daha başka hususları bilme hususunda şöyle der: “Bu konuda deniz ve sel gibi bitip tükenmeyecek kadar bir çok hadis mevcuttur. Bu mucize, bize ukaştığı kesin olarak bilinen ve tevatür yolu ile gelen Hz. Peygamber (s.a.v)’in mucizelerindendir. Çünkü bu konudaki hadislerin, hem ravilerinin çok olduğu ve hem de bu konudaki bütün hadislerin; Hz. Peygamber (s.a.v)’in, gayptan haber verdiği anlamı üzerinde görüş birliği vardır.” “Cevâhiru’l-Meânî”de, “Yüce Allah’ın, Hz. Peygamber (s.a.v) hakkındaki ﴿ مَا كُنْتَ تَدْرِي مَا الْكِتَابُ وَلاَ الإِيمَانُ ﴾ “Sen! Kitap nedir, İman nedir bilmezdin?” (Şûrâ: “Birbirine yakın ve uzak şekilde Hz. Peygamber (s.a.v)’in gayp ile ilgili hususları haber vermesiyle ilgili haberler, rivayetler ve hadis kitaplarında konuyla ilgili bölümlerin hepsi, (bunlarla) doludur. Hatta bazı sahabiler, derdiler ki: Resulullah (s.a.v), ümmetine gayp ile ilgili hususları haber verme dışında Kıyamet gününe kadar başka hiçbir işi bildirmemiştir. Çünkü Resulullah (s.a.v), bu konuda şöyle buyurmuştur: ﴿ مَا مِنْ شَيْءٍ لَمْ أَكُنْ أُرِيتُهُ إِلاَّ رَأَيْتُهُ فِي مَقَامِي هَذَا حَتَّى الْجَنَّةَُِ وَالنَّارَُُِ ﴾ “Bu (peygamberlik) makamımda, Cennet ve Cehennemde dahil, daha önce bana gösterilmemiş her şeyi gördüm”[4] Bu konuda gelen haberler, çok olup mütevatirdir. Hiçbir müslümanın bu konuda şüpheye düşmesi söz konusu değildir.” * * * - “Hz. Peygamber (s.a.v)’in yüz şeklinin güzel oluşu ve vücut organlarının birbiriyle uyum içerisinde oluşu”[5] ile ilgili hadisler Kadı İyâz (ö. 1. Hz. Ali 2. Enes 3. Ebu Hureyre 4. Berâ’ 5. Hz. Aişe 6. (Hind) ibn Ebi Hâle 7. Ebu Cuhayfe 8. Câbir b. Semure 9. Ümmü Ma’bed 10. Abdullah ibn Abbâs 11. Muarız b. Muaykîb 12. Ebu’t-Tufeyl 13. Addâ’ b. Hâlid 14. Hureym b. Fâtik 15. Hakîm b. Huzeym ve daha bir çokları Şihâb (ö. “(Müellif) bu sözüyle, (konu ile ilgili hadislerin mütevatir olduğuna) işaret etmektedir. Daha bir çok alim de,(bunlara ek olarak) şunları da getirmiştir: 16. Ka’b b. Mâlik 17. Fârûk[6] 18. Sıddîk[7] 19. (Rabîa) bint. Muavviz Nitekim bu husus, “Kitâbu’d-Delâil”, “Vefâ’” ve daha bir çok kitapta geçmektedir. * * * - “Peygamber (s.a.v)’in renginin kırmızıya çalar beyazlıkta olması” ile ilgili hadisler Şihâb (ö. “Hz. Peygamber (s.a.v)’in sakalının kırmızıya çalar beyazlıkta olması ile ilgili gelen hadisler, mütevatirdir. Bu husus, daha önce de geçmişti.” Münâvî (ö. “Hafız Ebu’l-Fadl el-Irâkî dedi ki: ‘Ravi Humeyd’in, Enes’ten naklen Hz. Peygamber (s.a.v)’in renginin ‘esmer’ olduğuna dair gelen lafızda Humeyd tek başına kalmıştır. Humeyd'in dışında bir çok kimse ise, bunu, raviler yoluyla Enes’ten ﴿ أَزْهَرُ اللََّوْنِ ثُمَّ نَظَرْنَا ﴾ “Peygamber (s.a.v)’in rengi, (kırmızıya çalar) ‘parlak beyaz’ idi. Biz de, (ona) öylece bakardık”[8] lafzıyla rivayet etmiştir. Enes’in rivayeti dışında Hz. Peygamber (s.a.v)’in renginin niteliğinin ne olduğunu rivayet edenlerin hepsi, Hz. Peygamber (s.a.v)’in renginin, ‘esmer’ değil de, ‘beyaz’ olmakla nitelendirmişlerdir. Bu(nu rivayet eden) kimseler, Bunun bir benzeri de, (Aliyyu’l-Kârî’nin) “Cem’u’l-Vesâil” adlı kitabında geçmektedir. * * * - “Peygamber (s.a.v)’in cesaretli olması”[9] ile ilgili hadisler Şeyh Abdurrauf el-Münâvî (ö. (Zürkânî’de) “Şerhu’l-Mevâhib”de Hz. Peygamber (s.a.v)’in cesaretli oluşu ile ilgili hadislerin, tevatür yoluyla sabit olduğunu ve Kur’an’ın da bu hususa işaret ettiğini söylemektedir. * * * - “Peygamber (s.a.v)’in; yumuşak huylu olması, hoşgörülü olması ve (dinen uygun olan bir husus yapmaya) izin vermesi”[10] ile ilgili hadisler Alimler, Hz. Peygamber (s.a.v)’in; yumuşak huylu olması, hoşgörülü olması ve (dinen uygun olan bir husus yapmaya) izin vermesi ile ilgili hadislerin, mütevatir olduğunu belirtmişlerdir. Yalnız bununla, mana bakımından mütevatirliği kast etmişlerdir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v)’in bu özellikleri, teferruatı haberi ahad olsa bile, kesinlik ifade eden hadisler ile haberler içerisinde geçmektedir. (Zürkânî) “Şerhu’l-Mevâhib”de Ka’b b. Züheyr’in kıssası ile ilgili yerde aynen şöyle der: “Hoşgörülü olmanın, Hz. Peygamber (s.a.v)’in ahlakından (olduğunu ifade eden hadisler,) mütevatirdir.” Şeyh İbrahim el-Bâcûrî (ö. “Hz. Peygamber (s.a.v), insanlar arasında kızgınlıktan en uzak olanı ve gönül olmada insanların en hızlı davrananı idi. Hz. Peygamber (s.a.v)’in yumuşak huylu olması ile ilgili hadisler, hoşgörülü olması ile ilgili haberler ve bağışlayıcı olmasıyla ilgili haberler ile rivayetler, mütevatir olarak gelmiştir.” * * * - “Peygamber (s.a.v)’in, detaylı bir şekilde dünya işleri ile şartlarını bilmesi ve dünya halkını; farklı olan akılları, mizaçları, adetleri ile dillerine göre yönetmesi” ilgili hadisler Kadı İyâz (ö. “Hz. Peygamber (s.a.v)’in, dünya işlerini, bunların faydalı olan inceliklerini ve dünya halkının siyasetini, insanları aciz bırakacak şekilde bildiği tevatürle nakledilmiştir. Nitekim bu konuya, bu kitabın, ‘Hz. Peygamber (s.a.v)’in Mucizeleri’ bahsinde değinmiştik.” Kadı İyâz’ın da belirttiği gibi, bu konu, manevi mütevatirdendir. Şihâb (ö. * * * - “Hz. Peygamber (s.a.v)’in risaletinin, evrensel olması ve bütün kırmızı ile siyah renkli insanlara peygamber olarak gönderilmesi”[11] ile ilgili hadisler Bir çok alimin belirttiğine göre; Hz. Peygamber (s.a.v)’in risaletinin, evrensel oluşu ve bütün insanlara peygamber olarak gönderilmesi ile ilgili hadisler, mana bakımından mütevatirdir. Bu husus, Kur’an[12] ve (alimlerin) icmaı[13] ile desteklenmektedir. “Kifâyetü’l-Muhtâc”da Şeyhulimam Ebu Abdullah Muhammed b. İbrahim et-Tilimsânî’nin biyografisinde ﴿ بُعِثْتُ إِلَى الأَحْمَرِ وَالأَسْوَدِ ﴾ “Kırmızılara ve siyahlara (peygamber olarak) gönderildim”[14] hadisi ile ilgili yerde Şumunnî (ö “Bu hadis, aslında haberi ahad olsa bile, diğer hadis kitaplarında da geçmemsi sebebiyle, mana bakımından mütevatirdir. Çünkü bu hadis, Hz. Muhammed (s.a.v)’in risaletinin evrensel oluşunu gösteren hadislerden olup Hz. Peygamber (s.a.v)’in kendisinden nakledilmiştir. Dolayısıyla da (hadislerdeki) ortak nokta, tevatüre ulaşmıştır. Hadisin teferruatı, Hatem et-Tâi’nin cömert oluşu ve Hz. Ali’nin kahraman oluşu gibi haberi ahad olsa bile, kesinlik ifade etmektedir.” Bunun bir benzeri de, onun, “Neylü’l-İbtihâc” adlı kitabında geçmektedir. * * * - “Hz. Peygamber (s.a.v)’in, peygamberlerin sonuncusu olması ve kendisinden sonra bir peygamberin daha gelmemesi”[15] ile ilgili hadisler Bir çok alimin anlattığına göre; Hz. Peygamber (s.a.v)’in, peygamberlerin sonuncusu olması ve kendisinden sonra bir peygamberin daha gelmemesi ile ilgili hadisler,[16] tevatür yoluyla sabittir. Ayrıca Kur’an’da[17] bu hususa işaret etmektedir. (Kastallânî) “Mevâhib”de konu ile ilgili olarak der ki: “Yüce Allah’ın (Kur’an’da) ve Resulullah (s.a.v)’in de mütevatir sünnette haber verdiği üzere; Hz. Peygamber (s.a.v)’den sonra gelen kimselerin, bu (peygamberlik) makamını üstlenmek isteyen herkesin yalancı, iftiracı, deccal ve sapık olduğunu bilmeleri için, Hz. Peygamber (s.a.v)’den sonra bir peygamber daha yoktur. He ne kadar bunlar; bilgiçlik taslasalarsa da ve sihir, tılsımlar ile büyülerin her türlüsünü getirseler bile, bu (peygamberlik makamını elde etmeleri) mümkün değildir. Akıl sahiplerine göre; (böyle bir durum) sapıklıktır.” * * * - “Benden önceki peygamberlerden hiç birine verilmeyen beş şey bana[18] verilmiştir: Suyûtî (ö. 1. Câbir b. Abdullah 2. Ebu Hureyre 3. Hz. Ali 4. Abdullah ibn Abbâs 5. Abdullah ibn Amr 6. Ebu Zerr 7. Ebu Musa el-Eş’arî 8. Abdullah ibn Ömer 9. Sâib b. Yezîd 10. Ebu Saîd el-Hudrî Toplam, (Derim ki:) (Suyûtî) “Menâhilu’s-Safâ”da bu hadis, adı geçen bu (Münâvî’de) “Feyzu’l-Kadîr”de Suyûtî’den naklettiğine göre; bu hadis, mütevatirdir.
* * * - “İsrâ’ kıssası”[24] Suyûtî (ö. 1. Enes 2. Mâlik b. Sa’sa’a 3. Ebu Zerr 4. Câbir b. Abdullah 5. Büreyde 6. Huzeyfe ibnu’l-Yeman 7. Abdullah ibn Abbâs 8. Übey b. Ka’b 9. Ebu Saîd el-Hudrî 10. Şeddâd b. Evs 11. Ebu Hureyre 12. Hz. Aişe 13. Abdullah ibn Mes’ud 14. Hz. Ali 15. Hz. Ömer 16. Ebu Habbe el-Ensârî 17. Ebu Leyla el-Ensârî 18. Ebu’l-Hamrâ’ 19. Ebu Eyyûb 20. Ebu Ümâme 21. Semure b. Cündub 22. Abdullah ibn Amr 23. Süheyb b. Sinân 24. Esmâ’ bint. Ebi Bekir 25. Abdurrahman b. Kurz 26. Ümmü Hânî’ 27. Ümmü Seleme Toplam, (Derim ki:) Hafız eş-Şâmî (ö. 28. Üsâme b. Zeyd 29. Bilâl b. Hamâme 30. Bilâl b. Sa’d 31. Sehl b. Sa’d 32. Abdullah ibn Ömer 33. Abdullah ibnu’z-Zübeyr 34. Abdullah ibn Ebi Evfâ 35. Abdullah b. Es’ad 36. Abdurrahman b. Âyis 37. Abbâs b. Abdulmuttalib 38. Hz. Ebu Bekir 39. Hz. Osman 40. Ebu’d-Derdâ 41. Ebu Süfyân b. Harb 42. Ebu Seleme 43. Ebu Sülemî er-Râî 44. Resulullah (s.a.v)’in kızı Ümmü Gülsüm (Zürkânî) “Şerhu’l-Mevâhib”de İbn Dihye’den naklen bunlara şunu da ilave etmiştir: 45. İyâz Görüldüğü üzere bu İsrâ’ kıssasını rivayet eden kimselerin toplamı, (Sehâvî’nin) “Fethu’l-Muğîs” adlı eserinde geçtiği üzere; Hâkim der ki: “İsrâ’ hadisinini, mütevatir olması da bu cümledendir.Hz. İdrîs (a.s.) ise, semanın dördüncü katında bulunmaktadır.” Bu konuda daha geniş bilgi için onun (İsrâ’ kıssasını rivayet edenlerin) toplamının öncesinde geçen sözüne başvurabilirisiniz. (Zürkânî) “Şerhu’l-Mevâhib”de konu ile ilgili olarak şöyle der: “Hz. Peygamber (s.a.v)’in Burak[25] üzerinde gece yolculuğu yapması ile ilgili haberler, mütevatirdir.” Görüldüğü üzere İsrâ’ kıssası, mütevatirdir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in Burak üzerinde gece yolculuğu yapması da aynı şekilde mütevatirdir. * * * - “Musa (a.s)’ın, semanın altıncı katında bulunması”[26] ile ilgili hadisler Aliyyu’l-Kârî (ö. * * * - “Yüce Allah’ın, Muhammed ümmetine beş vakit namazı farz kıldığında, Peygamber (s.a.v)’in, İsrâ’ gecesi Musa’ya geri gelmesi ve Musa’nın, O’na: ‘Rabbine geri dön ve bunu, ümmetinden hafifletmesini Rabbinden iste”[27] ile ilgili söylediği sözü hususunda gelen hadisler İbn Teymiyye (ö. “Hz. Muhammed (s.a.v), İsrâ’ gecesi, Rabbinin huzuruna çıktığında, ümmetine beş vakit namaz farz kılmıştı. Anlatıldığına göre; Hz. Muhammed (s.a.v), Hz. Musa (a.s)’a geri dön(üp durumu ona anlat)tı. Hz. Musa (a.s)’da, ona: ‘Rabbine geri dön ve bunu ümmetinden hafifletmesini (Rabbinden) iste’ dedi. Nitekim Mi’râc hadisleri içerisinde yer alan bu (tür hadisler), tevatürdür.” * * * - “Peygamber (s.a.v)’in, İsrâ’ gecesi, göğsününün yarılması”[28] ile ilgili hadisler (Kastallânî) “Mevâhibu’l-Ledûniyye”de Hafız İbn Hacer (ö. Hz. Peygamber (s.a.v)’in göğsünün yarılması ile ilgili rivayetlerin, mütevatir olduğunu, hem müellif Kastallânî (ö. Kurtubî (ö. Şihâb el-Heytemî (ö. “(Hz. Peygamber (s.a.v)’in göğsünün yarılması olayı,) bir başka defa daha gerçekleşmiştir. İsrâ’ gecesinde, Hz. Peygamber (s.a.v)’in göğsünün yarılmasını inkar eden kimsenin aksine İsrâ’ gecesinde Hz. Peygamber (s.a.v)’in göğsünün yarılması ile ilgili rivayetler, mütevatirdir.” (Derim ki:) Hz. Peygamber (s.a.v)’in, İsrâ’ gecesinde, göğsünün yarılması ile ilgili hadis, Buhârî ile Müslim’in “Sahîh”lerinde şu yoldan gelmiştir: Yine Buhârî ile Müslim’de Enes yoluyla, Müslim ile bir çok hadis kitabında bizzat, (Zürkânî) “Şerhu’l-Mevâhib”de konu ile ilgili olarak şöyle der: “Hz. Peygamber (s.a.v)’in, İsrâ’ gecesi, göğsünün yarılması ile ilgili hadisin, daha başka geliş yolları da vardır.” Bununla birlikte Hz. Peygamber (s.a.v)’in, İsrâ’ gecesi, göğsünün yarılması ile ilgili olayı, İbn Hazm (ö. Hafız İbn Hacer (ö. Her ne kadar Abdülaziz ed-Debbâğ (ö. Bu konuda daha geniş bilgi için bu kitaba başvurabilirsiniz. Asıl bilgi ise, Allah katındadır. * * * - “İsrâ’nın, Mekke’de gerçekleşmesi”[33] ile ilgili hadisler İbn Teymiyye (ö. “Mi’râc; ilim adamlarının görüş birliği, Kur’an’ın ve mütevatir sünnetin nassı ile sabittir ki, ancak Mekke’de gerçekleşmiştir.” * * * - “Kütüğün inlemesi”[34] ile ilgili hadisler Suyûtî (ö. 1. Sehl b. Sa’d 2. Câbir b. Abdullah 3. Abdullah ibn Ömer 4. Übey b. Ka’b 5. Büreyde 6. Abdullah ibn Abbâs 7. Ebu Saîd el-Hudrî 8. Enes 9. Ümmü Seleme 10. Muttalib b. Ebi Vedâa es-Sahmî Toplam, (Derim ki:) Kadı İyâz (ö. Daha sonra Kadı İyâz, bu Hafız İbn Hacer (ö. “Kütüğün inlemesi ile ilgili hadisin geliş yolları, çoktur. Beyhakî’de dedi ki: ‘Kütüğün inlemesi ile ilgili hadis, açıktır. Halef, bu hadisi, Seleften nakletmiştir. Fakat bu konudaki hadisleri getirmeye gerek yoktur. Zira hadis, çok meşhur bir konumdadır.’ Kadı İyâz’ın da belirttiği üzere, kütüğün inlemesi ile ilgili hadis, bize şu yollardan gelmiştir: 1. Abdullah ibn Ömer 2. Abdullah ibn Abbâs 3. Enes 4. Câbir 5. Sehl b. Sa’d Daha sonra İbn Hacer, bunlardan gelen bütün hadisleri nakletmiştir. Bu konuda daha geniş bilgi için İbn Hacer’in bu kitabına bakabilirsiniz. Yine (İbn Hacer) “Fethu’l-Bârî”de ise konu ile ilgili olarak der ki: “Kütüğün inlemesi ile ayın yarılması hadisi, müstefiz bir şekilde nakledilmiştir.
Bu konuda bir görüş belirtmeyecek kimselerin dışında hadisin geliş yollarını bilen kimselere göre, bu hadis, kesinlik ifade etmektedir. Yine de doğruyu en iyi bilen Allah’tır.” Şeyh Abdurrauf el-Münâvî (ö. “Kütüğün inlemesi hadisi, pek çok sahih yollardan gelmiştir. Bu geliş yollarının toplamı, manevi mütevatiri ifade etmektedir.” Daha sonra Münâvî, kütüğün inlemesi ile ilgili hadisin, Tâc es-Sübkî (ö. Ebu Abdullah ibnu’n-Nu’mân’da “Kitâbu’l-Müsteğisîn bi hayri’l-Enâm”da kütüğün inlemesi ile ilgili hadisin, tevatüre ulaştığını söylemiştir. Demîrî (ö. Bu konuda daha geniş bilgi için bu kitaba başvurabilirsiniz. * * * - “Ayın yarılması”[35] ile ilgili hadisler Tâc es-Sübkî (ö. “Bana göre, ayın yarılması ile ilgili hadis, sahih ve mütevatirdir. Kur’an’da ayın yarılması ile ilgili nass vardır. Buhârî ile Müslim’in “Sahîh”lerinde ve bir çok alimin kitabında yer alan bu hadis; çeşitli yollarla Şu’be’den, o da Süleyman b. Mihrân’dan, o da İbrahim’den, o da Ebu Ma’mer’den, o da Abdullah ibn Mes’ud’dan[36] rivayet edilmiştir.” Daha sonra Sübkî der ki: “Yine bu hadis, mütevatir olduğu hususunda şüphe gerektirmeyecek bir şekilde daha pek çok yollardan gelmiştir.” Kadı İyâz (ö. “Ayın yarılması mucizesine gelince, Kur’an, bu mucizenin meydana geldiğini belirtiyor, varlığını haber veriyor ve bunu da açıkça bir delille ortaya koyuyor. Sahih haberlerde, bir çok yollardan bu olayın meydana geldiği olasılığını güçlendiriyor. Bu konudaki din desteğini zayıf düşürme, tanımama ve sapma mahiyetindeki düşünceler, azmimizi kıramamakta ve bu konuda bid’atçi kimsenin, zayıf müminlerin kalplerine attığı şüphe tohumlarını (bize) yöneltememekte, aksine bu bidatçi kimsenin bu konudaki bozuk düşüncelerine karşı koyduk ve onun getirdiği saçma deliller, bir işe yaramayacağı için bu delilleri attık.” İbn Hacer (ö. Ayın yarılması olayını, içlerinde; Hz. Ali, Abdullah ibn Mes’ud, Huzeyfe, Cübeyr b. Mut’im, Abdullah ibn Ömer, Abdullah ibn Abbâs ile Enes’in de bulunduğu (bir grup) sahabe rivayet etmiştir. Kurtubî (ö. (Kastallânî) “Mevâhibu’l-Ledûniye”de konu ile ilgili olarak şöyle der: “Sahih rivayetlerde, ayın yarılması ile ilgili hadisler, içlerinde; Enes, Abdullah ibn Mes’ud, Abdullah ibn Abbâs, Hz. Ali, Huzeyfe, Cübeyr b. Mut’im, Abdullah ibn Ömer ve daha bir çoklarının da bulunduğu bir grup sahabeden gelmiştir.” İbn Abdilberr (ö. Münâvî (ö. Ebu’l-Fadl el-Irâkî (ö. فصار فِرْقَتَيْنِ فرقة علت وفرقة للطود منه نزلت وذاك مَرَّتَيْنِ بالإجماع والنص والتواتر السماعي. “Ayın yarılması hususunda iki grup oluştu: “Bir grup ifrata kaçtı. Diğer grup ise, tefrite kaçtı.” İşte bu olay; icmâ’, nass ve semâî tevatürle iki defa[37] gerçekleşmiştir.” Irâkî (ö. “Zannederim ki, Irâkî’nin ‘icmâ’ sözü; ayın, iki defa değil de (bir defa) yarılmasıyla ilgilidir. Çünkü ben, Hz. Peygamber (s.a.v) zamanında ayın yarılmasının (birden) çok olduğunu belirten hiçbir alimin bulunduğunu bilmiyorum.” (Kastallânî) “Mevâhib”de konu ile ilgili olarak der ki: “Belki de ‘iki defa’ sözünü söyleyen Irâkî, bununla, (ayın) ‘iki parçaya’ (ayrılmasını) kast etmiş olabilir. İşte bu durum, hiç kimseyi, rivayetlerin arasını birleştirmeye yöneltememektedir.” * * * - “Peygamber (s.a.v)’in, parmaklarından su akıtması kıssası”[38] ile ilgili hadisler Şihâb (ö. Kurtubî (ö. Kadı İyâz (ö. Sahabeden hiçbiri, bu kıssayı anlatan raviye ters bir harekette bulunmamış ve bu kıssa kendilerine anlatıldığında inkar yoluna gitmemişlerdir. Aksine bu kıssayı görenin söylediği gibi anlatmışlardır. Daha öncede belirttiğimiz üzere, bu çeşit olayların hepsi, Hz. Peygamber (s.a.v)’in mucizelerinden olduğu kesinlik kazanmaktadır.” Bu konuda daha geniş bilgi için (Kastallânî’nin) “Mevâhib” adlı kitabı ile bunun şerhine bakabilirisiniz. * * * - “Peygamber (s.a.v)’in bereketiyle az şeyin çoğalması”[43] ile ilgili hadisler Übbî (ö. - “Peygamber (s.a.v)’in bereketiyle yiyeceğin çoğalması”[44] ile ilgili hadisler Hz. Peygamber (s.a.v)’in bereketiyle yiyeceğin çoğalması ile ilgili hadisler, bir grup sahabiden[45] gelmiştir. Hatta bazı alimler, Hz. Peygamber (s.a.v)’in bereketiyle yiyeceğin çoğalması ile ilgili hadislerin, mütevatir olduğunu söylemiştir. Kadı İyâz (ö. “Hz. Peygamber (s.a.v)’in bereketiyle yiyeceğin çoğalması, doğrudur. Bunu kapatacak bir şey de yoktur. İmamlarımızdan Ebu Bekr el-Bakıllânî, Üstad Ebu Bekr ibn Furek ve daha bir çokları, konu ile ilgili bazı şeyler söylemişlerdir. Bana göre, bu konuda söz söyleyen kimse şunu kast etmektedir: Bu meşhur rivayetler, haberi vahid kategorisindedir. Fakat bu rivayetleri, haber verme ile rivayet etme açısından incelemenin ve bunu, başka bilgilerle değerlendirmenin önemsiz olduğu görülür. Ancak bu rivayetlerin geliş yollarını araştıran ve Hadis ile Siyer kitaplarında geçen rivayetleri inceleyen kimse, belirttiğimiz bu yöntem doğrultusunda bu meşhur kıssaların sıhhati hususunda şüpheye düşmeyecektir.” Yine Kadı İyâz (ö. “Sahabeden * * * - “Ağacın, Hz. Peygamber (s.a.v) ile konuşması ve (ağacı kendisine çağırdığında, yerinden kalkarak yanına gelip onun bu emrine) itaat etmesi”[46] ile ilgili hadisler
Kadı İyâz (ö. “İşte bu olay; Abdullah ibn Ömer, Büreyde, Câbir, Abdullah ibn Mes’ud, Ya’lâ b. Mürre, Üsâme b. Zeyd, Enes b. Mâlik, Hz. Ali, Abdullah ibn Abbâs ve daha birçoklarından gelmiştir. Bunlar, ağacın konuşması veya bu manada gelen olay üzerinde görüş birliğine varmışlardır. Bu olayı, bu sahabilerden, bunlardan kat kat daha fazla tabiun(dan kimseler) rivayet etmiştir. Böylece bu olay, meydana geldiği şekliyle yayılmıştır.” Şihâb (ö. * * * - ﴿ قِيَامه صَلَّى اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِاللَّيْلِ فِي رَمَضَانَ وَغَيْرِهِ ﴾ “Peygamber (s.a.v)'in az yemek yemesi; sabahleyin bir şeyler yediğinde akşemleyin bir şeyler yememesi, akşemleyin bir şeyler yediğinde ise sabahleyin bir şeyler yememesi ve nice günler aç kalması” “Peygamber (s.a.v)'in, Ramazanda ve Ramazan dışında (kalan diğer zamanlarda) gaceleyin kalkıp Allah'a ibadet etmesi”[47] ile ilgili hadisler Hz. Peygamber (s.a.v)’in az yemek yemesi ile ilgili husus, daha önce ‘Kitâbu’l-Et’ime’ (=Yiyecekler Bölümü’n)de[48] geçmişti. Bu hadis, (orada) Hz. Aişe’den gelmişti. Aynî (ö. 1. Enes 2. Câbir b. Abdullah 3. Haccâc b. Amr 4. Huzeyfe 5. Zeyd b. Hâlid 6. Safvân b. Muattal 7. Abdullah ibn Abbâs 8. Abdullah ibn Ömer 9. Hz. Ali 10. Fadl ibnu’l-Abbâs 11. Muâviye ibnu’l-Hakem es-Sülemî 12. Ebu Eyyûb 13. Habbâb 14. Ümmü Seleme 15. Adı bilinmeyen bir sahabi Daha sonra Aynî (ö. * * * - “Peygamber (s.a.v)’in, Yüce Rabbine ibadet etmeye devam etmesi”[49] ile ilgili hadisler (Zürkânî) “Şerhu’l-Mevâhib”de ‘Hz. Peygamber (s.a.v)’in İsimleri’ ile ilgili yerde O’nun bir ismini de “el-Âbid” olduğu ile ilgili hadislerin mütevatir olduğunu şöyle anlatmaktadır: “Hz. Peygamber (s.a.v), Rabbine (kavuşuncaya kadar her türlü şartlarda) ibadet etmeye devam etmiştir. Bununla ilgili hadisler, mütevatirdir.” * * * - “Peygamber (s.a.v)’e, kendi sahibini şikayet eden deve”[50] Suyûtî (ö. (Derim ki:) Münzirî (ö. Daha sonra Münzirî der ki: “Bu hadisi, İmam Ahmed ceyyid bir senedle rivayet etmiştir. Hadisin ravileri, sika ve meşhur kimselerdir. Bezzâr’da, bu hadisin bir benzerini nakletmiştir. Nesâî’de bu hadisi muhtasar bir şekilde rivayet etmiştir.” İbn Hibbân (ö. Bir başka olayda ise; devenin, sahibinden şikayet ettiği şu yoldan gelmiştir: Bu hadisi ise; İmam Ahmed (ö. Bu hadis, bir başka olayda ise şu yoldan gelmiştir: Bu hadisi ise; İmam Ahmed (ö. Yine bu hadis, bir başka olayda ise şu yoldan gelmiştir: Bu hadisi; Taberânî (ö. İmam Ahmed (ö. Münzirî (ö. Bu hadis, bir başka olayda ise şu yoldan gelmiştir: Bu hadisi; İmam Ahmed ve İbn Şâhîn (ö. Beğavî (ö. Devamla da der ki: “Ebu Dâvud, bu hadisi, Musa b. İsmail’den, o da Mehdî b. Meymûn’dan , (o da Abdullah ibn Ca’fer’den) rivayet etmiştir.” Kadı İyâz (ö. “Bahçeye kim girerse, deve ona saldırıyor (ve hiç kimseyi) bahçeye sokmak istemiyordu. Hz. Peygamber (s.a.v) bahçeye girince, deveyi yanına çağırdı. Deve dudağını yere koyup Hz. Peygamber (s.a.v)’in önünde çöktü. Hz. Peygamber (s.a.v), devenin boynundan yularını çıkarıp şöyle buyurdu: ﴿ مَا بَيْنَ السَّمَاءِ وَالأَرْضِ شَيْءٌ إِلاَّ يَعْلَمُ أَنِّي رَسُولُ اللّهِ إِلاَّ عَاصِيَ الْجِنِّ وَالإِنْسِ ﴾ “Yer ile gök arasında benim, Allah’ın Resulü olduğumu ve insan ile cinlerin asilerinden başka bilmeyen hiçbir varlık yoktur” Bu hadisin bir benzeri de şu yoldan gelmiştir: Deve konusunda gelen bir diğer haber de şöyledir: “Hz. Peygamber (s.a.v), onlara, devenin derdini sordu. Onlar da, deveyi kesmek istediklerini söylediler.” Başka bir rivayette ise: “Hz. Peygamber (s.a.v), onlara; ‘deve, çok çalıştırılmaktan ve az yem verilmesinden şikayetçi’ buyurdu.” Yine bir diğer rivayette ise: “Hz. Peygamber (s.a.v); ‘deve, bana, sizin onu küçüklüğünden beri zor işlerde çalıştırdıklarından sonra şimdi de kesmek istediğinizi şikayet etti’ buyurdu. Onlar da: - ‘Evet’ dediler.” (Kadı İyâz’ın sözü burada bitmektedir.) Suyûtî (ö. * * * - “Biz (peygamberler)e, hiç kimse mirasçı olamaz. (Mal cinsinden geri de) bıraktıklarımız, hep sadakadır”[55] Suyûtî (ö. 1. Hz. Ömer 2. Hz. Osman 3. Hz. Ali 4. Sa’d b. Ebi Vakkâs 5. Abbâs 6. Hz. Ebu Bekr es-Sıddîk 7. Abdurrahman b. Avf 8. Zübeyr ibnu’l-Avvâm 9. Ebu Hureyre 10. Hz. Aişe 11. Talha 12. Huzeyfe 13. Abdullah ibn Abbâs Toplam, Bu hadisi, Cennetle müjdelenen (Derim ki:) ﴿ مَنْ كَذَبَ عَلَىَّ ﴾ “Kim benim üzerime yalan söz söylerse…” hadisi daha önce geçmişti. Bu hadisi, Cennetle müjdelenen Hafız İbn Hacer (ö. “Bu hadis, sahih ve mütevatirdir.” * * * - “Hz. Peygamber (s.a.v)’in; Hatice bint. Huveylid, Sevde, Aişe, Ümmü Seleme, Hafsa, Zeyneb bint. Huzeyme, Zeyneb bint. Cahş, Ümmü Habîbe, Cüveyriye bintil’l-Hâris, Sâfiyye bint. Huyey, Meymûne binti’l-Hâris ile evlenmesi”[56] ile ilgili hadisler İbn Rüşd (ö. “Bunlar, Hz. Peygamber (s.a.v)’in hanımlarıdır. Bunlar hakkında herhangi bir görüş ayrılığı yoktur. Bunlarla ilgili bilgi, tevatür nakille gelmiştir. Bunlar; Hanımlarından ikisi, Hz. Peygamber (s.a.v)’in sağlığında ölmüştür. Bunlar da; Doğruyu en iyi bilen Allah’tır. * * * [1] “Mucize” kelimesi, sözlükte; “acz” kökünden türetilmiş bir kelime olup ac.z bırakan, güçsüz kılan, karşı konulmaz harika olay anlamlarına gelmektedir. Terim olarak ise; peygamberin elinde, peygamberlik davasında doğruluğunu ispat için Allah tarafından tabiat kanunlarına aykırı olarak yaratılan harikulade olay olup başkaları tarafından bir benzeri getirilemez. Mucize; bütün yaratıkların, melek, cin ve insanların güçlerini aşmakta olup peygamberliği tasdik ve doğrulama mahiyetindedir. Mucizenin meydana gelmesi, aklen imkansız değildir. Aslında her an insanın çevresinde meydana gelen olaylar ve hayatın kendisi, mucizeler kümesidir. İki şey arasında sabit, değişmez bir nispet olarak kabul edilen tabiat kanunu bir tecrübe sonucu keşfedilir ve hüküm olarak ifade edilir. Bu hüküm, mutlak zaruri değildir. Çünkü aynı sebepler, daima aynı sonuçları vermez. Mucizenin temelinde üç temel unsur vardır: Bazen kafirler, peygamberden mucize getirmesini isterler. Peygamber de, onlara karşı meydan okuma mahiyetinde Allah’ın izniyle mucize getirir. Örneğin, Semud kavmi, Hz. Salih (a.s)’dan; kayanın içinden dişi bir deve getirmesini istemişlerdi. Hz. Salih (a.s)’da, peygamberliğinin bir kanıtı olma mahiyetinde, onların bu isteğini yerine getirmişti. Yine Mekkeli müşrikler de, Mekkî surelerin tam Bazen de kafirler, peygamberden mucize istemeseler bile, peygamber, peygamberliğinin bir kanıtı olarak onlara mucize yada mucizeler göstermişti. Örneğin, Hz. Musa (a.s)’ın, elini koynuna koymasıyla elinin beyazlaşması, asanın büyük bir yılana dönüşmesi ve diğer Bazen de Rabbanî yardım ve desteklemeyle müminlerin imanının artması ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in, peygamberliğini kanıtlama mahiyetinde bir çok mucize meydana getirmiştir. Bu tür mucizeler, hadislerde geçmektedir. Bu tür rivayetler, lafzi mütevatir olmayıp manevi mütevatirdir. İnakrı küfrü gerektirmez. Zaten bu tür mucizeler, inanç esasları içerisinde yer almamaktadır. [2] Hz. Peygamber (s.a.v), Allah’tan vahiy alma ve bunu insanlara tebliğ etme görevi olduğu için Allah katında katında büyük bir makama ve yere sahip olduğu için Allah, onun, insanlar hakkında lehte ve aleyhte yaptığı duayı kabul etmekteydi. Hz. Peygamber (s.a.v) bir şefkat ve rahmet peygamberi olması hasebiyle zalim, fasık, günahkar veya mazlum bütün ümmetine karşı şefkat duymaktaydı. Mekke’de iken Kabe’de namaz kılarken secdeye gittiğinde üzerine deve işkembesi konulmuş, Taif’e gittiğinde taşlanmış, Mekkeli müşrikler tarafından her türlü işkence ve eziyete maruz kalmasına rağmen onların aleyhine dua etmemişti. Çünkü onlara dua ettiği takdirde duasının kabul edilerek aleyhlerine tecelli edileceğini bilmekteydi. Bu nedenle de onlara beddua etmekten her zaman kaçınmıştı. Bir-i Maûne ve Ric’i vakasında Hz. Peygamber (s.a.v)’e ihanet edilip sahabelerinin şehid edilmesi sebebiyle Hz. Peygamber (s.a.v), bu olayı gerçekleştiren kimseler hakkında bir ay boyunca sabah namazı beddua etmişti. Bu bedduanın sonucunda, olaya karışanlar çeşitli şekillerde ölmüştü. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.v) Enes’in mal ve çocuklarının çok olması için, Abdurrahman b. Avf’ın bereketli olması için, Abdullah ibn Abbâs’ın dinde anlayışlı olması ve tevili öğrenmesi için ve daha bir çok kimse için lehte dua etmişti. Bu dualar, zamanla gerçekleşmişti. [3] Gayp: Duyu organlarıyla algılanamayan ve insanın deney ve gözlemlerine konu olmayan hususlardır. Bunlar ise; Allah, melekler, cinler, öldükten sonra dirilme, Cennet-Cehennem peygamberlerin ve kitapların gönderilişi gibi. Bu tür hususlar, fiziksel dünyada ancak Hz. Peygamber (s.a.v) ile ilahi kitap Kur’an’ın bildiğine güvenilerek inanılır. Ayrıca gelecek de, bizim için bir gayp durumundadır. Gelecekte nelerin olacağını ancak Allah bilir. Zaten gaybın anahtarıda, Allah’tadır. Yalnız Allah, Cin: Hz. Peygamber (s.a.v), Allah’tan kendisine gelen vahyi insanlara bildirmesinin yanı sıra birde Kur’an vahyi dışında kendisine “vahyi gayri metluv” denilen bir vahiy çeşidi daha gelmekteydi. İşte Hz. Peygamber (s.a.v), bu vahiy çeşidi ile insanlara gelecekte olacak bazı olayları haber vermiştir. Örneğin, İran’ın ve Mısır’ın müslümanlar tarafından fethedilmesi, ümmetinin kendi içerisinde birbirlerini yok etmeye çalışmaları, Müslümanların zenginleşmesi, kıyametin küçük ve büyük alametleri, Hz. Fatıma’nın kısa bir zaman içinde kendisine kavuşması gibi. [4] Buhârî, İlim [5] Hz. Peygamber (s.a.v)’in fiziksel yapısı, her görene onun, Allah’ın Resulü olduğuna ilişkin fikir veriyordu. Hatta Hz. Peygamber (s.a.v) ile karşılaşan kişi, güzellik açısından eşi bulunmayan biriyle karşılaştığını anlardı. Bu, öyle bir görüntüydü ki, ilk bakışta insana güven verirdi. Onu görenler, bu gerçeği itirafta görüş birliği içindeydiler. Hz. Peygamber (s.a.v) orta boylu, nuranî yüzlü, başı iri, kirpikleri uzun ve siyah, ağzı geniş, dişleri beyaz ve seyrekti. Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Müslim, Fezâil [6] Yani Hz. Ömer [7] Yani Hz. Ebu Bekr [8] Buhârî, Menakib [9] Cesaret; kişinin, korku ve çekingenlik halinden uzak olarak değerli bir işe girme halini ifade eder. Cesaret sahibi kimse, tehlikeye ve riske girmekten korkmaz. Kişide, cesaretin oluşması, kişiyi; yürekli, atılgan ve yiğit bir hale getirir. Cesareti olmayan kimse; çekingen, korkak ve kendine güveni olmaz. Cesaretli olmak, her babayiğidin harcı değildir. Herkes cesaretli olmayabilir. Cesaretli olan kişi; hem kendisine güven duyar ve hem de sıkıntılara karşı göğüs germesini iyi bilir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in cesur oluşu; herkes tarafından bilinen bir husustur. Doğmadan önce babasını, altı yaşında iken annesini, sekiz yaşında iken dedesini yitirmesine rağmen o, hiçbir zaman yılgınlık göstermemiştir. Sıkıntılara ve musibetlere karşı göğüs germesini bilmiştir. Peygamberliğini ilan ettiğin de, insanların çoğu, ona düşman kesilmiş; onun delirdiğini, cinlendiğini, sihirbaz olduğunu ileri sürmekten geri durmamışlardır. Fakat o, Allah’a olan imanı sayesinde bütün bu iftiralara ve yalanlara karşı mücadelesini sürdürmüştür. Mekke’de geçirdiği on üç yıl boyunca, hep iftira ve karalamalara maruz kalmıştır. Yine de o, cesur olmayı hep sürdürmüş ve davasından hiç taviz vermemiştir. Medine’de ise; münafıklara, Yahudilere diğer karşı gelenlere hep cesaretle hareket etmiş, bir çok savaşta geriye kaçmamış, yerini terk etmemiş, ölümle burun buruna kaldığı zamanlarda bile arkasına dönüp geriye kaçmamış, sahabilerini terk etmemiş, düşmanla karşılaşmaktan hiç çekinmemiştir. Huneyn savaşı sırasında İslam ordusu pusuya düşürüldüğünde, müslümanların çoğu, çil yavruları gibi Allah Resulunü yalnız bırakıp kaçtıklarında Resulullah (s.a.v), yerini terk etmemiştir. Çünkü kaçmak, Hz. Peygamber (s.a.v)’e yakışır bir tavır değildi. O, imanın tadını, şehadetin kokusunu, cihadın özünü, özellikle de peygamberlik misyonunun gerektirdiklerini çok iyi biliyordu. [10] Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber (s.a.v)’i, “üstün yaratılışlı” ve “en güzel örnek” olarak nitelemiştir. Onun üstün yaratılışına, fizyolojik özellikleri dahil olduğu gibi fizyonomik özellikleri de girer. Dolayısıyla da Hz. Peygamber (s.a.v), gerek dış görünüşü ve gerekse de iç alemi ve ahlakıyla en üst düzeydedir. Üstün yaratılışı, İslam’ın şahsında getirdiği üstün ahlak ilkeleriyle birleşince, benzersiz kişiliğini oluşturmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v), insan olarak, son derece yumuşak huylu, ağırbaşlı, ciddi ve vakur idi. Şefkat, merhamet ve yumuşak kalplilikte eşsizdi. Çevresini oluşturanlara karşı güleryüzlü davranırdı. Ayırım yapmaksızın bütün akrabalarına ve bütün sahabilerine karşı gayet nazik davranırdı. Hz. Peygamber (s.a.v), bu güzel insani özelliklerinden dolayı peygamberlik görevini başarıyla sürdürmüş ve çevresindeki insanların çoğalmasını sağlamıştır. Hatta o sırada var olan zenginler ve köleler arasında oluşmuş sosyal tabakyla mücadele ederek müminlerin eşit ve kardeş olduklarını belirtmekle, onlar arasında seçkin olmayan ve sınıfsız bir toplum oluşturmaya çalışmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v), eğer sahabilerine karşı sert ve kaba davranmış olsaydı, elbette etrafında hiç kimse kalmazdı. Bunun aksine o, insanlara karşı şefkatli, merhametli ve yumuşak davranmıştır. Kendisine karşı yapılan bütün eziyetlere, zulüm ve işkencelere karşı eşsiz bir sabır ve tahammül gücü göstermesinin yanında bu kötü davranışları yapanlara karşı kin tutmayıp affı yeğlemesi, onun ayrı bir insani özelliğidir. [11] “Ahmer” (=kırmızılılar) ile kast edilen, Arap olmayanlardır. “Esved” (=siyahlar) ile kast edilen de, Araplardır. Yalnız “Ahmer” ile insanlar, “Esved” ile de cinlerin kastedilmiş olabileceği de ileri sürülmüştür. Aslında her iki manada doğrudur. Çünkü Tirmizî’de geçen bir rivayette; “Ben bütün mahlukata gönderildim” (Tirmizî, Siyer Hz. Peygamber (s.a.v), sadece Araplara değil bütün insanlığa peygamber olarak gönderilmiştir. Bugün dünyanın dört bir yanında müslüman bulunuyorsa, bunun nedeni; Hz. Peygamber (s.a.v)’in risaletinin evrensel oluşunu göstermektedir. Kıyamet günü ümmeti en çok olan peygamberin, kendisi olması da, ona, inanan ve risaletini kabul edenin sadece Araplar değil bütün insanların olmasıdır. Hz. Peygamber (s.a.v)’i risaletini belli bir toplulukla kısıtlamak, yüce Allah’ın indirmiş olduğu Kur’an-ı Kerim’i de kısıtlamak demektir. Halbuki Allah, Kur’an-ı, bir hidayet rehberi olarak göndermiş, onunla hidayete eren kim olursa olsun müslüman olur. [12] Enbiyâ: [13] Bütün İslam alimleri, Hz. Peygamber (s.a.v)’in risaletinin evrensel oluşu ve bütün insanlara peygamber olarak gönderilmesi hususunda icma etmiştir. [14] Buhârî, Teyemmüm [15] Yüce Allah, Kur’an’da; Hz. Muhammed (s.a.v)’in, peygamberlerin sonuncusu (Ahzâ b: Hz. Peygamber (s.a.v) daha hayattayken Müsellemetü’l-Kezzâb, daha sonra başka yalancı peygamberler ve günümüzde ise İran’da “Bahailik”in kurucusu Mirza Ali Muhammed (ö. İskender el-Ekber, ilk önce kendisini “Mehdi” ardından da peygamberliğini ilan edip “Risâlet Nurları” adında bir de kitap indirildiğini iddia etmiştir. Kitabın kapağında yüce Allah’ın adı bulunması gerekirken “İskender el-Ekber’e aittir” ifadesi yer almaktadır. Baştan sona saçma sapan cümleler ve hezeyanlarla dolu olan bu kitapçık; “eğer insanlar sadık peygamberlerine tabi olmazlarsa, onları arkalarına takacak sahte peygamberlerin çıkacağı” gerçeğini açık-seçik ortaya koymaktadır. Eğer insanlar içerisinde şüphe bulunmayan Allah’ın vahyi Kur’an’a sarılmazlarsa, bu ümmetin içinden çıkıp kendi elleriyle yazdıkları sahte peygamberlerin kitaplarına uyar hale gelebilirler. [16] Buhârî, Menâkib [17] Ahzâ b: [18] Bu ifade; Hz. Peygamber (s.a.v)’in, diğer peygamberlere üstün kılındığını göstermektedir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in, diğer peygamberlere üstün kılınması hususunda [19] Yüce Allah’ın bir lütfu ilahisi olarak; Hz. Peygamber (s.a.v)’e, bir aylık yürüme mesafesi uzakta bulunan düşmanlarının içine korku atılıp böylece düşman saldırılarının, sırf bu korku sebebiyle önlendiği ifad edilir. [20] Müslümanlar, yeryüzünün her tarafında secde yapabilir, namaz kılabilir. Önceki ümmetler, dünyanın her yerinde ibadet yapamıyorlardı. Sadece özel yerlerde ibadet edebiliyorlardı. [21] Önceki peygamberlerden bazısına, cihad etme ve ganimet alma izni verilmemişti. Bazısına da cihad etme izni verilmiş, fakat savaşta aldıkları ganimetleri kullanma izni yoktu. [22] Burada kast edilen şefaat, büyük şefattır. [23] Diğer peygamberler, kendi kavimlerine yada bir kavme gönderildikleri halde, Hz. Peygamber (s.a.v) bütün insanlığa peygamber olarak gönderilmiştir. [24] “İsrâ” kelime olarak; geceleyin yürüme, gece yürüyüşü anlamına gelmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v), bir gece Kabe’nin avlusunda Hatîm kısmında yada Hıcr’da uyku ile uyanıklık arasında iken Cebrail gelip onun göğsünü yarıp kalbini imanla ve hikmetle dolu altından bir kap içerisinde zemzemle yıkadıktan sonra Burak denilen bir hayvanı getirip Hz. Peygamber (s.a.v)’i ona bindirip Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürür. İşte geceleyin yapılan bu yürüyüşe, “İsrâ” denilir. İsrâ olayı, Kur’an’ın İsrâ: Mescid-i Aksa’dan Allah ile görüşmesine kadar geçen olaya ise, “Mirac” denilmektedir. [25] Burak; merkepten büyük, katırdan küçük beyaz bir hayvandır. Resulullah (s.a.v), mi’rac gecesi bununla yolculuk yapmıştır. [26] Yüce Allah, Kur’an’ın; Bakara: Hz. Peygamber (s.a.v), Mirac yolculuğu sırasında göğün birinci katında Hz. Adem, ikinci katında Hz. İsa ile Hz. Hz. Yahya, üçüncü katında Hz. Yûsuf, dördüncü katında Hz. İdrîs, beşinci katında Hz. Hârun, altıncı katında Hz. Mûsa, yedinci katında Hz. İbrahim’le görüşüp onlara selam vermiştir. Hz. Peygamber (s.a.v), göğün her katında karşılaştığı peygamberin bedeniyle değil de, ruhuyla konuşmuştu. Çünkü bedenler, toprak altındadır. Ruhlar, bedenlerden ayrı yaşamaktadırlar. Bu durum, ikinci surun üfürülmesine kadar devam eder. İkinci sur üfürüldükten sonra ruhlar rekrar bedenlerine girip mahşer yerine doğru gider. İslam alimleri, bedenden ayrılan ruhların nerede oldukları konusunda çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunları kısaca derecelerine göre şöyle sıralayabiliriz: Ruhun mahiyeti konusunda Allah ve Resulünden detaylı bir bilgi gelmemiştir. Bizim ruh hakkında bildiklerimiz ise; onun cisme girdiği, ona canlılık verdiği, ruh sayesinde cisimde idrakin, tefekkürün, ilmin, irade ve ihtiyarın, sevgi ve nefretin ortaya çıkmasıdır ki, bu özellikler onu cisimden ayırır. Bu sebeple de ölüm, insan için yok olmak değil, ruhun göç etmesidir. [27] Hz. Peygamber (s.a.v), Mirac dönüşünde semanın altıncı katında Hz. Musa (a.s)’a uğrayıp ona, yüce Allah’ın, kendi ümmetine hergün elli vakit namaz kılmayı farz kıldığını haber verdi. Hz. Musa (a.s), Hz. Peygamber (s.a.v)’e, Rabbine geri dönmesini ve bunu ümmetinden hafifletmesi gerektiğini belirtti. Çünkü yüce Allah, İsrailoğullarına iki vakit namazı farz kıldığı halde onlar bunu yapmamışlardı. Üstelik Hz. Musa (a.s), onlara en şiddetli muameleyi uyguladığı halde yine başarılı olamamıştı. İşte Hz. Musa (a.s), bu gerçeği gördüğünden ötürü Hz. Peygamber (s.a.v)’i, yüce Allah’a geri göndermeye çalıştı. Hz. Peygamber (s.a.v), namazı, beş vakite ininceye kadar Hz. Musa (a.s) ile Rabbi arasında gidip gelmeye devam etti. Fakat bundan sonra gitmeye razı olmadı. Böylece Hz. Peygamber (s.a.v)’in ümmetine “beş vakit namaz” farz kılındı. Daha önce müslümanlar, sabah-akşam olmak üzere günde iki defa namaz kılıyorlardı. Hicretten Kur’an’da, namazın, müminler üzerine düzenli ve belirli vakitlerde yazılı kesin bir farz olduğu belirtilmektedir (Nisâ: Hz. Peygamber (s.a.v) ile Hz. Musa (a.s) arasında geçen bu görüşme ile ilgili rivayetler için b.k.z: Buhârî; Bed’ü’l-Halk [28] Hz. Peygamber (s.a.v)’in göğsünün yarılması olayı, üç defa meydana gelmiştir. Fakat Hz. Peygamber (s.a.v)’in, İsrâ gecesi göğsünün yarılması olayı, çeşitli rivayetlerle desteklenmektedir. Hemen belirtelim ki, Hz. Peygamber (s.a.v), çocuk iken süt annesi Halime’nin yanında meydana gelen göğsün yarılması olayı ile bu yarılma olayı, aynı değildir. Çocukken göğsünün yarılması olayında bir kan pıhtısının çıkarılıp bunun, şeytanın Hz. Peygamber (s.a.v)’deki nasibi dendiği rivayette geçmektedir. Bu ameliyat sayesinde Hz. Peygamber (s.a.v)’in, şeytandan korunmuş olarak en mükemmel ahval üzere çocukluğunu geçirdiği söylenmiştir. İkinci göğüs yarılma olayı ise; Hıra mağarasında peygamberliğin geldiği sırada geçirerek vahyi, temizlik halinin en mükemmeline sahip sağlam bir kalple karşılaması sağlanmıştır. Üçüncü göğüs yarılma olayı ise; İsrâ gecesinde meydana gelmiştir. Böylece Mirac sırasında yapacağı münacat ve ilahi görüşmeye hazırlık sağlanmıştır. Hz. Peygamber (s.a.v)’in İsrâ gecesi göğsü yarılıp kalbi çıkartılmış, içerisi iman ve hikmetle dolu altından bir kap içerisinde imanla doldurulup tekrar yerine konmuştur. [29] Buhârî, Bed’ü’l-Halk [30] Buhârî, Salât [31] Müslim, İmân [32] Keşf, Tasavvuf’ta; akıl ve duyularla ulaşılamıyan bazı bilgileri kalb gözüyle görmeyi, sezgi aracılığıyla kavramayı ifade eder. Mükaşafe, müşahade ve ilham da, aynı anlamı belirtir. Keşf yoluyla ulaşılan bilgiye; marifet, irfan, ilm-i mükaşafe, ilm-i batın, ilm-i ledünni, ilm-i Vehbi, mevhibe-i ilahiye, eltaf-ı rabbaniye gibi adlar verilir. [33] İsrâ (=gece yürüyüşü) ifadesiyle; yüce Allah’ın, Hz. Peygamber (s.a.v)’e Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya kadar lutfettiği yolculuk kast edilir. Mirac ifadesiyle ise; bu yolculuğun ardından Hz. Peygamber (s.a.v)’in gökleri aşıp Sidretü’l-Münteha sınırına kadar ve daha ötesine ulaşan yolculuk anlamında kullanılır. İsrâ olayı, Mekke’den Kudüs’e kadar olan kısmı, İsrâ: Mirac ile ilgili meseleler, hernekadar Necm: İsrâ olayı, hicretten Hz. Peygamber (s.a.v)’in semaya çıkmadan önce Mescid-i Aksa’ya götürülmesindeki bir hikmet ise; risaletin gerçek olduğunu Mekke’li müşriklere ispatlamaktır. Çünkü Mirac’a, Mekke’den gitmiş olsaydı, risaleti inkar eden müşriklere bu olayı açıklama zorlaşacaktı. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v), Mescid-i Aksa’ya geceleyin götürüldüğünü söyleyince, ona, Mescid-i Aksa ile ilgili bilgiler vermesini istediler. Çünkü onlar, Mescid-i Aksa’yı gördükleri için anlatacağı şeyleri ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in daha önce orayı görmediğini biliyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.v), yolculuk sırasında başından geçenleri anlatınca, bir gece de yaptığı yolculuk doğrulanmış oldu. Hal böyle olunca, Hz. Peygamber (s.a.v)’in risaleti gerçekleşmesiyle meydan okunmuş oldu. [34] Mescid-i Nebevi’de cemaatın artmasıyla arkada kalanlar, Hz. Peygamber (s.a.v)’in konuşmalarını yeterince işitemezler. Bunun üzerine hutbelerin yüksekçe bir yerden verilmesi zaruret haline gelir ve bir minber inşa edilir. Hz. Peygamber (s.a.v) minberin inşasından sonra, daha önce hutbe sırasında dayandığı hurma kütüğünü terk ederek minberin üzerinde hutbe vermeye başlar. Kütük, bu ayrılığın etkisiyle inler ve deve gibi ses çıkarır. Hatta çocuk gibi bağırdığı bile ifade edilir. Bu olay, mescitte çok sayıda kimsenin huzurunda meydana geldiği için bir çok sahabi tarafından rivayet edilmiştir. Bu minber, hicretin [35] Rivayetlere göre; müşrikler, Hz. Peygamber (s.a.v)’den bir mucize istemişler, Hz. Peygamber (s.a.v)’de onlara ayın yarılması mucizesini göstermiştir. Bu yarılma esnasında ay, şimşek çakar gibi hızla iki defa ayrılıp kapanmıştır. Bu sırada Ebu Kubeys dağı, ikiye ayrılan ayın arasından görülmüştür. Buhârî, bu olayın, Hz. Ömer’in müslüman olması ile Habeşistan’a hicret etme arasında meydana geldiğini belirtir. Alûsî’de, bu olayın, hicretten Bir çok alim, bu konuda gelen hadislerin yanı sıra Kamer: Bazı alimler de, ayette geçen “yarıldı” kelimesini, “yarılacak” şeklinde yorumlayarak ayın, Kıyametin kopması sırasında yarılacağını belirtmişlerdir. [36] Buhârî, Menâkib [37] Enes ile Abdullah ibn Mes’ud’dan gelen rivayette; Hz. Peygamber (s.a.v) zamanında ayın iki defa yarıldığına dair “merreteyn” (=iki defa) ifadesi geçmektedir. (B.k.z: Hâkim, Müstedrek, Hafız Ebu’l-Fadl el-Irâkî, bu rivayetlerde geçen lafzi ifadeye dayanarak yarılmanın iki defa meydana geldiği hususunda icma, nass ve semaî tevatürün olduğunu ileri sürmüştür. Halbuki “merreteyn” lafzından; bazı kere fiiller ve bazı kere de eşyanın kendisi kast edilir. Burada ayın iki defa yarıldığını değil de, “şıkkayn” (=iki yarım) yada “fırkateyn” (=iki parça) şeklinde yarıldığı anlamında kullanılmıştır. Bunu bilmeyenler, yarılmayı, ik ayrı zamanda iki defa gerçekleştiğini zannetmişlerdir. Bununla birlikte “merreteyn” ifadesinin; görmekle alakalı olması da uygundur. Buna göre anlam, ikiye yarılma olmayıp iki kere bakıp şüphesiz olarak ayın yarılmasını görme demektir. [38] Hz. Peygamber (s.a.v)’in parmaklarından su akıtması ile ilgili bir çok rivayet vardır. Hz. Peygamber (s.a.v)’in parmaklarından su akıttığına dair olayı, içlerinde; Enes, Câbir, Abdullah ibn Mes’ud’un da bulunduğu bir grup sahabi rivayet etmiştir. [39] Hendek savaşı, h [40] Buvat gazvesi, h [41] Hz. Peygamber (s.a.v), h. [42] Tebük gazvesi, h [43] Hz. Peygamber (s.a.v)’in bereketiyle az şeyin çoğalması ile ilgili olaylar, çeşitli zamanlarda ve değişik yerlerde meydana gelmiştir. Bu olayı gören sahabiler, rivayet etmek suretiyle olaya tanıklık ettiklerini göstermektedir. Hz. Peygamber (s.a.v), bazen az miktardaki bir suya dokunmak suretiyle suyun çoğalmasını sağlamış, sahabiler de bu sudan, hem içmişler ve hem de abdest almışlar, bazen de az miktardaki yemeğe dokunmak yada dua etmek suretiyle yemek çoğalmış ve herkes karnı doyuncaya kadar o yemekten yemişler. Örneğin, Hendek savaşı sırasında [44] Hz. Peygamber (s.a.v)’in duası ve bereketiyle yemeğin çoğalması ile ilgili olay, çeşitli zamanlarda ve değişik yerlerde meydana gelmiştir. Bu, Allah’ın, Hz. Peygamber (s.a.v)’e bir ilahî lütfu ve desteğidir. [45] Câbir Hadisi, Müslim, Fezâil [46] Hz. Peygamber (s.a.v)’in ağaçla konuşması ve ağacı çağırdığında yerinden kalkarak onun yanına gelmesi ile ilgili haberler; Tirmizî, Müslim, İbn Sa’d, Ebu Ya’lâ, Bezzâr, Beyhakî, Ebu Nuaym gibi alimlerin kitaplarında geçmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in ağaçla konuşması ve ağacı çağırdığında yerinden kalkarak onun yanına gelmesi mevcuttur. Bu olay, genelde, Hz. Peygamber (s.a.v)’in Mekke’deki hayatı sırasında meydana gelmiştir. Olayın, Medine’de de gerçekleştiğine dair rivayetler vardır. Bu tür olaylarda; ağaç, ya Hz. Peygamber (s.a.v)’in yanına gelmek suretiyle yada bulunduğu yerden onun peygamberliğine tanıklık etmekteydi. Hz. Peygamber (s.a.v)’in ağaçla konuşması, bir meydana okuma şeklinde değildir. [47] Hz. Peygamber (s.a.v), ne peygamberliği ve ne de devlet başkanlığı karşılığında herhangi bir maaş almamaktaydı. Kur’an-ı Kerim’de O’nun, vazifesi karşılığında ücret istemediğine ve bir karşılık almadığına dair pek çok ayet bulunmaktadır (Yûsuf: Gerek mecburi vergilerden ve gerekse de fakirlere verilmesi gereken nafile sadakalar ile zekatlardan Hz. Peygamber (s.a.v), hiçbir şekilde faydalanmamakta, sadece hediye kabul etmemekteydi. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v), kendisini; toplanan vergilerin sahibi değil, ancak onları, devlet ve halk adına koruyan bir haznedar veya gerekli yerlere harcayan yada dağıtan bir dağıtıcı durumundaydı. Hz. Peygamber (s.a.v)’in akrabaları ve yakınları, zekat gelirlerinden faydalanmak için çeşitli zamanlarda O’na baş vurdularsa da her defasında Resulullah (s.a.v), onlara; zekat ve nafile sadakanın, hem kendisine ve hem de yakınlarına verilemeyeceğini belirtmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v), kalabalık bir ailesi bulunduğu için yeme, içme ve giyim masrafları, aile bütçesinde gider hanesinin en önemli kısmını teşkil etmekteydi. Geliri şunlardı: Bazen gelirleri, gelirinden daha fazla olabilmekteydi. Böyle bir durumda hem kendi ive hem de ailesi, zor durumda kalabilmekteydi. Kendisi, bu tür zorluklara dayanabilse bile ailesi dayanamayabiliyordu. Örneğin, hicretin Aslında Hz. Peygamber (s.a.v), o zamanın şartlarına ve hayat standardına göre hanımlarına sıkıntılı bir hayat yaşatmıyordu. O, peygamber olması hasebiyle hem kendisi ve hem de ailesini, sade bir hayat sürdürmeye ve şahsi gelirinin fazlasını Ashab-ı Suffa ve yoksul kimselere dağıtmaya çalışıyordu. Ashabını, kendisinden çok düşünmekteydi. Kendisi, sıkıntılı yaşamaya razı oluyor, fakat sahabilerinin sıkıntılar yaşamasına razı olmuyordu. Bu nedenle de bazı zamanlar, karnına taş bağlıyarak vaktini geçiriyordu. [48] [49] İbadet; Allah ile kurulan tabiatüstü ilişkinin görünür varlığı, belli sözler, jestler ve davranışalr sistemi şeklindeki tezahürüdür. Dolayısıyla ibadet, Allah’a olan inancı ve bağlılığı simgeleyen bütün davranışlar kategorisine girmektedir. Genel olarak, ibadet; Allah’ın rızasına kavuşmak için yapılan dinî davranış ve uygulamaları ifade eder. İbadet, bir “itaat” davranışıdır. Allah’a bağlılığın şuuruna ulaşmış insanın, bunun sonucuna içtenlikle, şükran ve minnettarlık duyguları içerisinde katılamasını simgeler. İnanan insanın, Allah’a olan bağlılığını ifade etmesi, buna uygun düşen kalıplşamış hareket ve davranış sistemlerini de gerekli kılmaktadır. Din, bu sistemleri, bizzat düzenlemekle, ferdin tapınma isteğine yön gösteren model davranış şekli ve uygulama biçimleri oluşturmuş olmaktadır. Böylece her ibadet için öngörülmüş bulunan, değişmez asli unsurlardan oluşmuş bir şekil ve kalıp söz konusudur. Demek ki, ibadette, şekil ve mana unsurlarıyla bütünleşmiş, normal gündelik şuuru köklü değişime zorlayan bir yapı özelliği vardır. İbadetler; insanın, Allah’la, kendi kendisyle, diğer insan ve yaratıklarla ilişkisini düzenleyici bir sistem olarak anlam kazanır. Gelişme ve olgunlaşmanın yolu, faaliyette bulunmaktır. Her ibadet; bir eylem, bir hareket ve bir etkinliktir. İbadetlerin her biri, kişiliğin belli yönlerinin gelişip olgunlaşmasını hedef alan ve biri diğerini tamamlayan tam bir “eğitim” programı niteliğindedir. İbadetler vasıtasıyla gerçekleştirilen iç dfisiplin, insanî arzular üzerine kurulan denetim ve sıra düzeni, dikkatin yoğunlaşması ve kendine hakimiyetin artması sonucu otomasyondan uzaklaşma, mücadele, katlanma ve dayanma gücünün artışı, kötü eğilim ve alışkanlıklardan uzaklaşma gibi davranış özellikleri, ruh sağlığının önemli şartları arasında yer alırlar. Ruhi dengelilik ve kişilik bütünleşmesi, bu davranış özelliklerinin yerleşmesi ölçüsünde gelişip tamamlar. İşte Hz. Peygamber (s.a.v)’de, Yüce Rabbine sürekli ibadet etmeye devam etmesi; Rabbinin nimetlerine karşı bir şükran ve kendisinden sonra gelenler için bir örnek model oluşturma içindir. Bu sebeple de her türlü şartlar altında ölünceye kadar Rabbine ibadet etmeye devam etmiştir. Bu konuda daha geniş bilgi için b.k.z: Doç. Dr. Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, s. [50] Devenin, sahibini, Hz. Peygamber (s.a.v)’e şikayet etmesi ile ilgili olay; Hz. Peygamber (s.a.v)’in, Hissî Mucizelerinden kabul edilmektedir. Ayrıca bu olay, Hz. Peygamber (s.a.v)’in, Allah’ın peygamberi olduğuna delil olarak da gösterilmektedir. [51] Müsned: [52] Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, [53] Müsned: [54] Müsned: [55] Hz. Peygamber (s.a.v)’in ölümü üzerine Hz. Fatıma ile Hz. Abbâs, halife Hz. Ebu Bekr’in yanına gelip fey malından olan; Medine, Fedek ve Hayber’de Resulullah (s.a.v)’in hissesine düşen payı kendilerine miras olarak verilmesini isterler. Hz. Ebu Bekr, onlara, yukarıda geçen hadisi söyler ve isteklerini geri çevirir. “Fatıma, Ebu Bekr ile konuşmadı” şeklindeki ifadeyi, “Fatıma, bu mesele üzerine bir daha iddia da bulunmadı, (konuyu) gündeme getirmedi” manasında anlamak daha iyi olur. Çünkü Hz. Fatıma’nın, bu meseleden dolayı Hz. Ebu Bekr ile konuşmadığına dair bir rivayet yoktur. Ayrıca Hz. Fatıma ile Hz. Abbâs’ın, bu hadisi duymamış olmaları ihtimali büyüktür. Çünkü Hz. Ali, halife olduğunda bile bu arazilerin statüsünde bir değişiklik yapmamıştır. [56] Hz. Peygamber (s.a.v)’in çok evlenmesinin hikmetlerini şu şekilde sıralayabiliriz: Hz. Peygamber (s.a.v)’in dörtten fazla evlenmesi, kendine özgü bir durumdur. |
1086 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |