• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/ali.gulhan.58
  • https://www.twitter.com/ali69gulhan
ali gulhan

İLGİLİ HADİSLER

MENKİBELER (BİYOGRAFİLER) BÖLÜMÜ

﴿ كِتَابُ الْمَنَاقِبِ ﴾

-226 ﴿ إِنَّ جَمِيعَ آبَائِهِ عَلَيْهِ السَّلاَمُ وَأُمُهَاتِهِ كَانُوا عَلَى التَّوْحِيدِ لَمْ يَدْخُلْهُمْ كُفْرٌ وَلاَ عَيْبٌ وَلاَ رِجْسٌ وَلاَ شَيْءٌ مِمَّا كَانَ عَلَيْهِ أَهْل الْجَاهِلِيَّةِ ﴾

Peygamber (s.a.v)'in bütün ataları ve annelerinin, tevhid üzere olup onlara; küfür, kusur, necis ve cahiliyye halkının üzerinde bulunduğu herhangi bir şeyin isabet etmemesi" ile ilgili hadisler

Bâcûrî, "Cevheretu't-Tevhid" adlı kitaba yaptığı haşiyede, bu konuda gelen hadislerin, (manevi) tevatür derecesine ulaştığını belirtmiştir.

* * *

-227 ﴿ إِنَّ أَبَا طَالِبٍ كَانَ يُحِبُّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَيُحَوِّطُهُ وَيَنْصُرُهُ ﴾

“Ebu Talib'in; Peygamber (sa.v)'i sevmesi, koruyup gözetmesi ve yardım etmesi” ile ilgili hadisler[1]

Şeyh allame Muhammed b. Berzencî el-Medenî, Hz. Peygamber (s.a.v)'in anne-babasının kurtuluşuna dair yazdığı eserin sonunda Ebu Tâlib'in kurtuluşu hakkında da rivayetler olduğunu belirtip bu rivayetlerin mütevatir olduğunu şöyle anlatmaktadır:

“Ebu Talib'in, Hz. Peygamber (s.a.v)'i sevmesi, koruyup gözetmesi, yardım etmesi, İslam dinini tebliği etmesi hususunda ona destek olması ve Cafer ile Ali gibi çocuklarına ona tabi olmaları ve ona destek olmaları mahiyetinde onlara bir takım sözler söylemesi ve emirde bulunması hakkında onu doğrulaması ile ilgili haberler, tevatürdür.”

(Ebu Abdullah Muhammed b. Derviş el-Hût el-Beyrûtî) “Esnâ'l-Metâlib”de bunu 'Ebu Talib'in Kurtuluşu' (ile ilgili yerde) nakletmiştir.

* * *

-228 ﴿ أَفْضَلِيَّة أَبِي بَكْرٍ عَلَى غَيْرِهِ مِنَ الصَّحَابَةِ ﴾

“Ebu Bekr’in, Sahabeden bir çoğuna karşı üstün olması”[2] ile ilgili hadisler

Kastallânî (ö. 923/1517) “İrşâdu’s-Sârî”nin ‘Kitâbu’l-İman’ (=İman Bölümü’n)ün ‘Bâbu tefâduli ehli’l-İman fi’l-A’mâl’ (=Ameller konusunda iman ehlinin üstün oluşu bâb’ın)da kaydettiğine göre; bu konu ile ilgili hadisler, çok olup manevi mütevatir derecesine ulaşmıştır. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat da, bu hadislerin gerektirdiği söz üzerinde icma etmiştir.

İbn Hacer el-Heytemî (ö. 973/1051) “Savâik”da buna aynen şunu da ilave etmiştir:

“Hz. Peygamber (s.a.v) ve gönderilmiş peygamberlerden sonra insanların en hayırlısı, Ebu Bekr es-Siddîk’tır. Bu konu ile ilgili müstefiz ve illetli olmayan sahih hadisler, mütevatirdir. Bu hadisler, temel meselelerde rivayet olunmuştur. Bu konudaki doğru yöntem, bu hadislerin illetli ve sakim olmadığıdır.”

Şeyhülislam İbn Teymiyye (ö. 728/1327) “Vasiyyetü’l-Kübrâ”da aynen şöyle der: “Ehl-i Sünnet vel-Cemaat, Emirü’l-Müminin Hz. Aliden tevatüren nakledilen şu husus üzerinde görüş birliğne varmıştır: Hz. Peygamber (s.a.v)’den sonra bu ümmetin en hayırlı kimsesi, Ebu Bekr’dir, sonra da Hz. Ömerdir. Allah, her ikisinden de razı olsun.”

* * *

-228 ﴿ أَمْره صَلَّى اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِأَبِي بَكْرٍ فِي حَيَاتِهِ أَنْ يَؤُمَّ النَّاسَ ﴾

“Hz. Peygamber (s.a.v) daha hayatta iken Ebu Bekr’i, (namaz kıldırması için) insanlara imamlık yapmasını emretmesi”[3] ile ilgili hadisler

Şeyh Ebu’l-Hasen el-Eş’arî (ö. 330/941) bir çok kimsenin, Hz. Peygamber (s.a.v)’in, Ebu Bekr’i imamlığa geçirmesi ile ilgili olayı naklettiğini söylemiştir.

Zaten bu olay, zaruri olarak (herkes tarafından da) bilinmektedir.

Suyûtî (ö. 91171505) “Tarîhu’l-Hulefâ”da der ki: “Bu hadis, Buhârî ile Müslim’e dayanılarak şu yoldan gelmiştir:

1.      Ebu Musa el-Eş’arî[4]

Bu hadis, mütevatirdir. Yine bu hadis, şu yollardan da gelmiştir:

2.      Hz. Aişe

3.      Abdullah ibn Mesud

4.      Abdullah ibn Abbâs

5.      Abdullah ibn Ömer

6.      Abdullah ibn Zema

7.      Ebu Saîd el-Hudrî

8.      Hz. Ali

9.      Hafsa

Bu sahabilerin naklettiği hadislerin geliş yollarını, mütevatir hadisler (ile ilgili kitabım)da belirttim.”

İbn Hacer el-Heytemî (ö. 973/1051) “Savâik”da, Suyûtî’nin “…belirttim” sözü hakkında der ki: “Bu hadisi, “el-Ezhâr”da bulamadım.”

Bu konuda daha geniş bilgi için İbn Hacer el-Heytemî’nin “Savâik” adlı kitabının Arapça alfabetik  harf sırasının “hemze” kısmında “Ebu Bekr” maddesi ile ilgili yerde yaptığı açıklamaya bakabilirsiniz.

* * *

-230 ﴿ أَمْره عَلَيْهِ السَّلاَمُ بِسَدِّ الأَبْوَابِ فِي الْمَسْجِدِ إِلاَّ بَاب عَلِيّ وَبِسَدِّ الْخَوْخ  ﴾

“Peygamber (s.a.v)’in, Ali’nin kapısı ile (Ebu Bekr’in) havhası hariç asıl kapıların dışında Mescid-i Nebevi’ye açılan (bütün) kapıların kapatılmasını emretmesi”[5] ile ilgili hadisler

Hz. Peygamber (s.a.v) döneminde sahabiler, Ebu Bekr’in havha (kapı)sı hariç bu kapılardan Mescid-i Nebevi’ye girmeyi uygun görüyorlardı.

Hz. Ali’nin kapısı hariç Mescid-i Nebevi’ye açılan kapıların kapatılması ile ilgili hadisi rivayet edenler şunlardır:

1.      Sa’d b. Ebi Vakkâs                            

2.      Zeyd b. Erkam                                  

3.      Abdullah ibn Abbâs                            

4.      Câbir b. Semure                                

5.      Abdullah ibn Ömer

6.      Hz. Ali

7.      Câbir b. Abdullah

8.      Enes b. Mâlik

9.      Büreyde el-Eslemî

Ebu Bekr’in havhası hariç Mescid-i Nebevi’ye açılan kapıların kapatılması ile ilgili hadisi rivayet edenler ise, şunlardır:

1.      Ebu Saîd el-Hudrî                              

2.      Abdullah ibn Abbâs

3.      Cündub

4.      Ebu’l-Huveyris                                  

Suyûtî (ö. 911/1505) “Hâvî”de Hz. Ali Hz. Ebu Bekr’in Mescid-i Nebevi’ye açılan kapılarının kapatılmaması ile ilgili hadislerin bazı geliş yollarını getirmiştir.

Devamla da der ki: “Bu hadisler, sahih bir şekilde sabit olmuştur. Fakat mütevatir de. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v), Mescid-i Nebevi’ye kapı açan herkesi bundan yasaklamıştır. Hz. Ali hariç amcası Abbâs ve Hz. Ebu Bekr’de dahil hiçbir kimseye (kapısını Mescid-i Nebevi’ye açmasına) izin vermemiştir. Hz. Ali’ye izin vermesinin sebebi ise, kızı Fatıma’nın Hz. Ali ile evli olmasından dolayıdır.

Hz. Peygamber (s.a.v), Mescid-i Nebevi’ye küçük bir havha yada delik açan herkesi de bundan yasaklamıştır. Hz. Ebu Bekr’in havhası hariç Hz. Ömer’de dahil hiçbir kimseye (havhasını Mescid-i Nebevi’ye açmasına) izin vermemiştir. Hz. Ebu Bekr’e izin vermesinin sebebi ise, onun, (daha sonra elde edeceği) hilafet makamından ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in yanındaki otoritesi bakımından insanların en üstünü olmasından dolayıdır.”

İbnü’l-Cevzi (ö. 597/1200) “Mevzuât”da Hz. Ali’nin kapısı hariç Mescid-i Nebevi’ye açılan kapıların kapatılması ile ilgili hadisin bazı geliş yollarını muhtasar olarak getirmiştir. Bu hadisin ravileri konusunda söylenen bazı sözler sebebiyle de hadisi illetli saymıştır. Fakat bu, hadise zarar verici bir unsur değildir. Ayrıca bu hadisi, Hz. Ebu Bekr’in havhası(nın kapatılmaması) hususunda gelen sahih hadislere muhalefet etmesi sebebiyle de illetli saymıştır. Bu hadisi, Râfizilerin uydurduğunu da iddia etmiştir. İddia edildiğine göre; bu hadis, Râfizilerin uydurmasıdır. Onlar, “Sahîh”te geçen Ebu Bekr Hadisine karşılık bu hadise sarılmışlardır.

Hafız İbn Hacer (ö. 852/1447) der ki: “Hz. Ali rivayeti ile Hz. Ebu Bekr rivayetinin arasını birleştirmek mümkün olmasına rağmen İbnü’l-Cevzi, bu iki rivayetin arasında bir zıtlık olduğu zannına kapılarak bu sahih hadisleri reddetme yoluna gitmekle bu konuda çirkin bir hata işlemiştir.

Suyûtî (ö. 911/1505) “Leâli’l-Masnûa”da der ki: “Şeyhülislam Hafız İbn Hacer “Kavlu’l-Müsedded fi’z-zebbi an Müsnedi Ahmed”de dedi ki: ‘İbnü’l-Cevzi’nin, bu hadis hakkındaki sözü, batıldır. Hadisin, uydurma olduğu iddiası da geçerli değildir. Buna ancak Buhârî ile Müslim’in “Sahîh”lerinde geçen hadisin hadisin ters düştüğü şeklinde delil getirilebilinir. Bu da, mücerret zan ile sahih hadislerin reddini neticelendirmez. Neticelendirme, ancak hadisi cem’ etme imkanı olmaması halinde uydurma olduğu hükmüne varılmasıdır.

Çünkü her bilgi sahibinin üstünde, daima bir bilen vardır. Bu örnekteki sağlam yol, hadisin, batıl olduğuna hükmedilmemesidir. Aksine bu konuda kendisi için açığa kavuşuncaya kadar beklenilir. İşte bu hadis de, bu türdendir. Bu hadis, meşhur bir hadistir. Hadisin geliş yolları, çoktur. Hadisin her geliş yolu, hasen derecesinden aşağıya düşmeyecek şekildedir. Hadisçilerin çoğuna göre; hadisin geliş yollarının toplamı, hadisin sıhhatli olduğunu ifade etmektedir.

* * *

 

-231 ﴿ إِنَّ أَمَنَّ النَّاسِ عَليَّ فِي صُحْبَتِهِ وَمَالِهِ أَبُو بَكْرٍ ﴾

“Gerek arkadışlığıyla olsun ve gerekse de malıyla olsun, insanlar arasında bana en emniyetli olanı, Ebu Bekr’dir”[6]

Halebî “Sîre”de Hz. Peygamber (s.a.v)’in ölümüne dair bazı hususları belirttikten sonra aynen şöyle der:

“Bu hadis, sahihtir. 10 kadar sahabiden gelmiştir. Geliş yollarının çok olmasından ötürü hadis, mütevatir hadislerden sayılmıştır.”

* * *

 

-232 ﴿ لَوْ كُنْتُ مُتَّخِذاً خَلِيلاً غَيْرَ رَبِّي لَأَتَّخَذْتُ أَبَا بَكْرٍ خَلِيلاً ﴾

“Rabbimden başka bir dost edinecek olsaydım, mutlaka Ebu Bekr’i dost edinirdim”[7]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadis şu yollardan getirmiştir:

1.     Ebu Saîd el-Hudrî                             

2.     Abdullah ibn Abbâs                           

3.     Abdullah ibnu’z-Zübeyr                     

4.     Abdullah ibn Mes’ud                         

5.     Cündub el-Becelî                              

6.     Ebu’l-Meâlî

7.     Ebu Hüreyre

8.     Enes

9.     Abdullah ibn Ömer

10.     Ebu Vâkid

11.     Hz. Aişe

Toplam, 11 kişi.

(Derim ki:) Bu hadis, şu yollardan da gelmiştir:

12. Câbir b. Abdullah

1.        Berâ’

2.        Sa’d

Şeyh Abdurrauf el-Münâvî (ö. 1031/1622) “Teysîr”de bu hadisin mütevatir olduğunu belirtmiştir.

Şeyh Murtaza ez-Zebîdî (ö. 1205/1790)’da “Şerhu’l-İhyâ”da şöyle der: “Bu hadis, mütevatirdir. Hadisi, sahabeden 15 kadar kimse rivayet etmiştir.”

Daha sonra da hadisi rivayet eden 14 kişiyi ve bu hadislerin tahricini yapan kimseleri de anmıştır.

Bu konuda daha geniş bilgi için “Kitâbu âdâbi’l-uhuvvet ve’s-Sohbet”’in üçüncü bâb’ına bakabilirsiniz.

Ayrıca bu hadis ile Buhârî ile Müslim’in “Sahîh”lerinde bazı geliş yolları bulunan bundan sonraki hadis, aslında aynı hadistir. Bu hadisin lafzı, Buhârî’de Ebu Saîd el-Hudrî’den[8] şöyle gelmiştir:

﴿ خَطَبَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ النَّاسَ وَقَالَ: إِنَّ اللَّهَ خَيَّرَ عَبْدًا بَيْنَ الدُّنْيَا وَبَيْنَ مَا عِنْدَهُ فَاخْتَارَ ذَلِكَ الْعَبْدُ مَا عِنْدَ اللَّهِ قَالَ فَبَكَى أَبُو بَكْرٍ فَعَجِبْنَا لِبُكَائِهِ أَنْ يُخْبِرَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ عَبْدٍ خُيِّرَ فَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ هُوَ الْمُخَيَّرَ وَكَانَ أَبُو بَكْرٍ أَعْلَمَنَا فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهم عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِنَّ مِنْ أَمَنِّ النَّاسِ عَلَيَّ فِي صُحْبَتِهِ وَمَالِهِ أَبَا بَكْرٍ وَلَوْ كُنْتُ مُتَّخِذًا خَلِيلًا غَيْرَ رَبِّي لَاتَّخَذْتُ أَبَا بَكْرٍ وَلَكِنْ أُخُوَّةُ الْإِسْلَامِ وَمَوَدَّتُهُ لَا يَبْقَيَنَّ فِي الْمَسْجِدِ بَابٌ إِلَّا سُدَّ إِلَّا بَابَ أَبِي بَكْرٍ ﴾

Peygamber (s.a.v), insanlara bir gün şöyle hutbe verdi:      

“Yüce Allah, bir kulunu, dünya ile kendi katındakini tercih etmede onu serbest bıraktı. O kulda, Allah’ın katındakini tercih etti”

Bu söz üzerine Hz. Ebu Bekr ağlamaya başladı. Biz, Resulullah (s.a.v)’in, Allah tarafından serbest bırakılan bir kul hakkında verdiği haber sebebiyle onun ağlamasına hayret ettik. Meğer serbest bırakılan o kul, Resulullah (s.a.v)’in kendisi imiş. Bunu en iyi anlayan ise, Ebu Bekr’miş.

Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) buyurduki: “Gerek arkadaşlığıyla olsun ve gerekse de malıyla olsun, insanlar arasında bana en emniyetli olanı, Ebu Bekr’dir. ‘Eğer Rabbimden başka bir dost edinecek olsaydım, mutlaka Ebu Bekr’i dost edinirdim.’ Ancak (aramızda) İslam kardeşliği ve İslam sevgisi vardır. Mescide açılan (özel) hiçbir kapı bırakılmayıp hepsi kapatılacak, sadece Ebu Bekr’in kapısı açık bırakılacak”

* * *

 

-233 ﴿ مَنْ كُنْتَ مَوْلاَهُ فَعَلِيٌّ مَوْلاَهُ ﴾

“Ben kimin dostu isem, Ali’de, onun dostudur”[9]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.     Zeyd b. Erkam                                 

2.     Hz. Ali                                             

3.     Ebu Eyyûb el-Ensârî                         

4.     Hz. Ömer                                         

5.     Zi murre                                           

6.     Ebu Hureyre                                    

7.     Talha                                               

8.     Umâre                                                         

9.     Abdullah ibn Abbâs

10.     Büreyde

11.     Abdullah ibn Ömer

12.     Mâlik ibnu’l-Huveyris

13.     Hubşî b. Cünâde

14.     Cerîr 

15.     Sa’d b. Ebi Vakkâs

16.     Ebu Saîd el-Hudrî

17.     Enes

18.     Cünda’ el-Ensârî

Toplam, 18 kişi.

Bu hadis, bir grup sahabeden gelmiştir. Bu sahabiler, Resulullah (s.a.v)’in böyle buyurduğunu işitmişlerdir.

(Hz. Ali, Kufe’ye gelip Resulullah (s.a.v)’in bu sözünü kimin duyduğunu sorduğunda,) 12 kişi ayağa kalktı. Bunların içerisinde şunlar da vardır:

19.  Kays b. Sâbit                                    

20. Habîb b. Büdeyl b. Verakâ

10 küsur kişi ayağa kalktı. Bunların içerisinde (ayrıca) şu da vardı:

21. Yezîd yada Zeyd b. Şurahbîl el-Ensârî

(Derim ki:) Bu hadis, şu yollardan da gelmiştir:

22. Berâ b. Âzib                                      

23. Ebu Tufeyl     

24. Huzeyfe b. Useyd el-Gıfârî

25. Câbir

İmam Ahmed (ö. 241/855)’in bir rivayetinde; bu hadisi, Hz. Peygamber (s.a.v)’den 30 sahabi işitmiştir.

Hz. Ali’nin hilafeti günlerinde kargaşalık çıktığında insanlar bu hadis sebebiyle Hz. Ali’nin safına katıldılar.

Münâvî (ö. 1031/1622) “Teysîr”de Suyûtî’den ve “Mevâhibu’l-Ledûniy-ye” şarihinden naklen bu hadisin mütevatir olduğunu belirtmiştir.

Yine Münâvî, “Safvet”de der ki: “Hafız İbn Hacer dedi ki: ‘﴿ مَنْ كُنْتَ مَوْلاَهُ فَعَلِيٌّ مَوْلاَهُ ﴾ “Ben kimin dostu isem, Ali’de, onun dostudur” hadisini, Tirmizî ile Nesâî rivayet etmiştir. Bu hadisin geliş yolları, gerçekten çoktur.’

İbn Ukde’de, bu hadisin bütün geliş yollarını müstakil bir çalışmasında tamamen toplamıştır. Bu hadislerin senedlerinin çoğu, sahih yada hasendir.”

* * *

-234 ﴿ أَمَا تَرْضَى أَنْ تَكُونَ مِنِّي بِمَنْزِلَةِ هَارُونَ مِنْ مُوسَى ﴾

(Resulullah (s.a.v), Tebük seferine giderken Medine’de yerine bıraktığı Ali’ye:) “Sen, Harun’un, Musa’nın yanında aldığı yeri, benim yanımda almaktan razı değil misin?”[10]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.     Ebu Saîd el-Hudrî

2.     Esmâ’ bint. Umeys

3.     Ümmü Seleme

4.     Abdullah ibn Abbâs

5.     Hubşe b. Cünâde

6.     Abdullah ibn Ömer

7.     Hz. Ali

8.     Câbir b. Semure

9.     Berâ’ b. Âzib

10.     Zeyd b. Erkam

Toplam, 10 kişi.

(Derim ki:) Bu hadis, şu yollardan da gelmiştir:

11.     Mâlik ibnu’l-Huveyris

12.     Sa’d b. Ebi Vakkâs

13.     Hz. Ömer

İbn Asâkir (ö. 1182/1768), bu hadisin geliş yollarını müstakil bir cüz’de toplamıştır. Burada sahabilerin sayısı, 20 kadar kimseye ulaşmıştır.

Şeyh Cesûs, “Şerhu’r-Risâle”de aynen şöyle der: “﴿ أَنْتَ مِنِّي بِمَنْزِلَةِ هَارُونَ مِنْ مُوسَى ﴾ “Sen, Harun’un, Musa’nın yanında aldığı yeri..... ” hadisi, mütevatirdir. 20'den fazla sahabiden gelmiştir. İbn Asâkir, bu hadisin geliş yollarını 20 kadar varakada tamamen toplamıştır.”

* * *

-235 ﴿ إِنَّ أَحَبَّ أَهْلِهِ إِلَيْهِ صَلَّى اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَاطِمَةُ رَضِيَ اللّهُ عَنْهَا ﴾

“Hz. Peygamber (s.a.v)’in, aile fertleri içerisinde, en çok kızı Fatıma’yı sevmesi”[11] ile ilgili hadisler

Azîzî “Şerhu’l-Câmi’”de der ki: “Hz. Fatıma’nın, ev halkı içerisinde, Hz. Peygamber (s.a.v)’e en sevimli olması hali, bir çok hadiste geçmektedir. Bu hadislerin toplamı, manevi mütevatiri ifade etmektedir.”

(Münâvî) “Teysîr”de ﴿ أَحَبُّ أَهْلِ بَيْتِي إِليَّ اَلْحَسَنُ وَالْحُسَيْنُ ﴾ “Ev halkım içerisinde, bana, en sevimli olanı; Hasan ile Hüseyin’dir” hadisi hakkında der ki:

“Doğrusu şu ki: Fatıma, ev halkı içerisinde, Hz. Peygamber (s.a.v)’e mutlak sevimli olandır. Çünkü bu durum, bir çok hadiste geçmektedir. Bu hadislerin toplamı, manevi mütevatiri ifade etmektedir. Bu hadislerin dışında kalan diğer hadisler, belirtilen kişi hakkında ya mana bakımından yada farklı yön bakımından birleşilmektedir.”

Bu hadisi; Tirmizî (ö. 279/892), Hâkim (ö. 405/1014), Tayâlisî (ö. 204/819), Taberânî (ö.  360/970), Deylemî (ö. 509/1115) ve daha bir çokları Üsâme b. Yezîd’den[12] merfu olarak şöyle rivayet etmiştir:

﴿ أَحَبُّ أَهْلِي إِليَّ فَاطِمَةُ ﴾

“Ev halkım içerisinde, bana, en sevimli olan; Fatıma’dır”

(Münâvî) “Teysîr”de der ki: “Bu hadisin senedi, sahihtir.”

* * *


 

-236 ﴿ اَلْحَسَنُ وَالْحُسَيْنُ سَيِّدَا شَبَابِ أَهْلِ الْجَنَّةِ ﴾

“Hasan ve Hüseyin, Cennetlik gençlerin efendileridir”[13]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.   Ebu Saîd el-Hudrî

2.     Huzeyfe ibnü’l-Yemân

3.     Hz. Ömer

4.     Hz. Ali

5.     Câbir b. Abdullah

6.     Hüseyin b. Ali

7.     Üsâme b. Zeyd

8.     Berâ’ b. Âzib

9.     Kurre b. İyâs

10.     Mâlik ibnü’l-Hüveyris

11.     Ebu Hureyre

12.     Abdullah ibn Ömer

13.     Abdullah ibn Mes’ud

14.     Enes

15.     Büreyde

16.     Abdullah ibn Abbâs

Toplam, 16 kişi.

(Derim ki:) Bu hadis, şu yoldan da gelmiştir:

17. Hasan b. Ali   

(Münâvî) “Feyzul’l-Kadîr” ile “Teysîr”de Suyûtî’den naklettiğine göre; bu hadis, mütevatirdir.

* * *

-237 ﴿ إِنَّ ابْنِي هَذَا (يعني الحسن) سَيِّدٌ وَلَعَلَّ اللّهَ أَنْ يَصْلُحَ بِهِ بَيْنَ فِئَتَيْنِ عَظِيمَتَيْنِ مِنَ الْمُسْلِمِينَ ﴾

“Bu[14] oğlum, efendidir. Umulur ki Allah, onunla, iki müslü-man büyük kitlenin arasını barıştıracaktır”[15]

Bu hadis, şu yollardan gelmiştir:

1.      Ebu Bekre

2.      Ebu Saîd el-Hudrî

3.      Câbir ve daha bir çokları

Tirmizî (ö. 279/892), Ebu Bekre hadisi hakkında der ki: “Bu hadis, hasen-sahihtir.”

Abdullah el-Übbî (ö. 827/1424) “Şerhu’l-Müslim”de Kurtubî (ö. 671/1273)’den naklen der ki: “Hz. Peygamber (s.a.v)’in ﴿ إِنَّ ابْنِي هَذَا سَيِّدٌ ﴾   Bu oğlum, efendidir.” buyurması ile ilgili sahih rivayetler, mütevatirdir.”

Bu konuda daha geniş bilgi için Übbî (ö. 827/1424)’nin “Şerhu’l-Müslim” adlı kitabına bakabilirsiniz.

* * *

-238 ﴿ تُقْتَلُ عَمَّاراً الْفِئَةُ الْبَاغِيَةُ ﴾

“Azgın bir topluluk, Ammâr (b. Yâsir’)i öldürecek”[16]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.     Ebu Saîd el-Hudrî                             

2.     Ebu Katâde                                      

3.     Ümmü Seleme                                  

4.     Huzeyfe                                           

5.     Abdullah ibn Mes’ud                         

6.     Ammâr b. Yâsir                               

7.     Amr ibnu’l-Âs                                  

8.     Abdullah ibn Amr ibnu’l-Âs               

9.     Amr b. Hazm                                   

10.     Huzeyme b. Sâbit                             

11.     Hz. Osman                                       

12.     Enes

13.     Ebu Hüreyre

14.     Ebu Râfi’

15.     Câbir b. Abdullah

16.     Muâviye b. Ebi Süfyân

17.     Abdullah ibn Abbâs   

18.     Zeyd b. Ebi Evfâ el-Eslemî

19.     Câbir b. Semure

20.     Ebu’l-Yusr es-Sülemî Ka’b b. Amr

21.     Ziyâd ibnu’l-Ferd

22.     Ka’b ibn Mâlik

23.     Ebu Ümâme el-Bâhilî

24.     Hz. Aişe

Toplam, 24 kişi.

(Derim ki:) Bu hadis, şu yollardan da gelmiştir:

25.     Abdullah ibn Ömer                            

26.     Ebu Eyyûb                                       

27.     Katâde ibnu’n-Nu’mân

28.     Zeyd b. Sâbit

29.     Amr b. Meymûn

İbn Asâkir (ö. 571/1176) der ki: “Hz. Peygamber (s.a.v), Ammâr’ın nasıl öldürüleceğini anladı. Fakat onun ölümünü göremedi.”

30.     Hz. Ömer                                         

31.     Ammâr b. Yâsir’in azadlısı

Suyûtî (ö. 911/1505) “Hasâisu’l-Kübrâ”da bu hadisin mütevatir olduğunu belirtmiştir.

Hafız İbn Hacer (ö. 852/1447) “Tahrîcu Ehâdisi’r-Râfiî”de der ki: “İbn Abdilberr dedi ki: ‘Ammâr’ın, azgın bir topluluk tarafından öldürüleceği ile ilgili haberler, mütevatirdir. Bu hadis, en sıhhatli hadislerden biridir.’

İbn Dihye’de dedi ki: ‘Muâviye’nin, Ammâr’ın, azgın bir topluluk tarafından öldürülmesi meselesini reddetmesine ve kabul etmemesine rağmen, hadis, gayri sahih olsa bile, sıhhatli oluşu hususunda bir eleştiriye uğramamıştır.’

İbnü’l-Cevzî’de “İlel”de Hilâl’den naklettiğine göre; İmam Ahmed’in şöyle söylediği nakledilmiştir: ‘Bu hadis, 28 yoldan rivayet edilmiştir. Fakat bunların içerisinde sahih bir yol yoktur.’

Yine İmam Ahmed, İbn Maîn ve Ebu Hayseme’den nakledildiğine göre; bunlar, bu hadisin, sahih olmadığını belirtmişlerdir.

İbn Abdilberr’de “İstiâb”da Ammâr’ın biyografisinde aynen şöyle der: ‘Hz. Peygamber (s.a.v)’in, ﴿ تُقْتَلُ عَمَّاراً الْفِئَةُ الْبَاغِيَةُ ﴾ “Ammâr’ı, azgın bir topluluk öldürecek” buyruğu ile ilgili O’ndan gelen rivayetler, mütevatirdir. Bu hadis, Hz. Peygamber (s.a.v)’in, gaybtan verdiği haberlerden ve peygamberlik alametlerindendir. Çünkü bu hadis, en sıhhatli hadislerden biridir.’”

* * *

-239 ﴿ اِهْتَزَّ الْعَرْشُ لِمَوْتِ سَعْدِ بْنِ مُعَاذٍ ﴾

“Arş, Sa’d b. Muâz’ın ölümünden ötürü titredi”[17]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.      Câbir

2.      Enes

3.      Useyd b. Hudayr

4.      Abdullah ibn Ömer

5.      Muaykîb

6.      Ebu Saîd el-Hudrî

Toplam, 6 kişi.

(Derim ki:) Bu adis, şu yollardan da gelmiştir:

7.      Hz. Aişe

8.      Huzeyfe

9.      Asım b. Ömer b. Katâde, ninesi Rümeysa’dan

İbn Abdilberr (ö. 463/1071)’in kaydettiğine göre; bu hadis, bir çok yollardan mütevatir olarak rivayet edilmiştir.

(Zürkânî) “Şerhu’l-Mevâhib”de der ki: “Bu hadis, 10 sahabi yada daha çok kimseden geldiği sabittir.”

İbn Abdilberr der ki: “Bu hadis, mütevatir olarak bir çok yollardan gelen lafzı sabittir.”

Aliyyu’l-Kârî (ö. 1014/1605) “Cem’u’l-Vesâil fi şerhi’ş-Şemâil”de der ki: “﴿ اِهْتَزَّ الْعَرْشُ لِمَوْتِ سَعْدِ بْنِ مُعَاذٍ ﴾ “Arş, Sa’d’n ölümünden ötürü titredi” hadisi, 10 sahabiden gelmiştir.”

Hâkim (ö. 405/1014)’de der ki: “Rahmânın arşının titremesini ifade eden hadisler, Buhârî ile Müslim’in “Sahîh”lerinde geçmektedir. Bunun zıddını ifade eden hadisler ise, “Sahîh”te geçmemektedir.”

Münâvî (ö. 1031/1622)’de “Şerhu’l-Câmi’”de bu hadisin mütevatir olduğunu belirtmiştir.

* * *

-240 ﴿ تَفْضِيل الصَّحَابَةِ عَلَى غَيْرِهِمْ مِنْ جَمِيعِ الْقُرُونِ ﴾

“Sahabenin, bütün zamanlarda diğer insanlara karşı üstün kılınması”[18] ile ilgili hadisler

Lakkânî (ö. 1041/1631) “Şerhu Cevhere”de kaydettiğine göre; bu hadislerin detayları, ahad olsa bile, mütevatir derecesine ulaşmıştır.

(Derim ki:) Bundan sonra gelecek olan hadis dahi, bu hadisler grubundandır. (Bu da gösteriyor ki,) bu hadis, mütevatirdir.

Buhârî ile Müslim’in “Sahîh”lerinde Ebu Saîd el-Hudrî’den[19] merfu olarak gelen şu hadis de, bu gruptandır:

﴿ وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَوْ أَنْفَقَ أَحَدُكُمْ مِثْلَ أُحُدٍ ذَهَباً مَا أَدْرَكَ مُدَّ أَحَدِهِمْ وَلاَ نَصِيفَهُ ﴾

“Nefsimi elinde bulunduran zât-ı zü’l-Celâl’e yemin ederim ki, sizden biri, Uhud dağı kadar altın infak etse, onlardan birinin infak ettiği bir müdd’e, hatta yarım müdd’e ulaşamaz”

* * *

-241 ﴿ خَيْرُ النَّاسِ قَرْنِي ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهْمْ ﴾

“İnsanların en hayırlısı, benim asrımda yaşayanlardır. Sonra bunları takip edenlerdir. Sonra da bunları takip edenlerdir”[20]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.     Abdullah ibn Mes’ud

2.     İmrân b. Husayn

3.     Ebu Hureyre

4.     Hz. Aişe

5.     Büreyde

6.     Nu’mân b. Beşîr

7.     Hz. Ömer

8.     Sa’d b. Temîm

9.     Ca’de b. Hübeyre

10.     Semure

11.     Ebu Berze

12.     Cemîle bint. Ebi Leheb

13.     Amr b. Şurahbîl (mürsel olarak)         

Toplam, 13 kişi.

(Derim ki:) (Münâvî) “Feyzu’l-Kadîr”de der ki: “Müellif Suyûtî, bu hadisin, sanki mütevatir olduğunu ima etmektedir.”

Hafız İbn Hacer (ö. 852/1447) “İsâbe”de aynen şöyle der: “﴿ خَيْرُ النَّاسِ قَرْنِي ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهْمْ ﴾  “İnsanların en hayırlısı, benim asrımda yaşayanlardır. Sonra bunları takip edenlerdir….” ile ilgili Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen rivayetler, mütevatirdir.”

İbn Teymiyye (ö. 728/1327)’de “Risâletu’l-Furkân”da ise konu ile ilgili olarak aynen şöyle der: “﴿ خَيْرُ الْقُرُونِ قَرْنِي الَّذِي بُعِثْتُ فِيهِمْ ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ثُمَّ الَّذِينَ يَلُونَهُمْ ﴾ “Asırların en hayırlısı, şu anda gönderildiğim asırdır. Sonra bunları takip edenlerdir. Sonra da bunları takip edenlerdir”[21] ile ilgili Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen sahi naslar, müstefizdir.”

* * *

-242 ﴿ اَلتَّسْوِيَة بَيْنَ أَوَّلِ هَذِهِ الأُمَّةِ وَآخِرِهَا فِي فَضْلِ الْعَمَلِ ﴾

“Bu ümmetin başı ile sonunun, işlemiş oldukları amellerin fazileti hususunda eşit olması”[22] ile ilgili hadisler

Kastallânî (ö. 923/1517) “Mevâhibu’l-Ledûniyye”de ve İbn Hacer el-Heytemî (ö. 973/1051)’de “Savâik”da İbn Abdilberr (ö. 463/1071)’den naklen bu konudaki hadislerin, (sened yönünden) mütevatir ve (sıhhatlilik yönünden ise) hasen olduğunu söylemiştir.

Daha sonra her iki alim de, bu hadislerden bazısını peşpeşe sıralamıştır.

Ebu Ömer ibn Abdilberr (ö. 463/1071) konu ile ilgili olarak şöyle der: “Bedir savaşı ile Hudeybiye barış anlaşmasına katılan kimseler dışında bu ümmetin  başı ile sonunun, işlemiş oldukları amellerin fazileti hususunda eşit olması ile ilgili bu hadislerin geliş yolları, (sened yönünden) tevatürü ve (sıhhatlilik yönünden ise) hasen olma durumunu gerekli kılmaktadır.”

İbn Abdilberr’in, tevatür ile ilgili kastı; manevi tevatürdür. Nitekim bunu, bir çok alim de söylemiştir.

(Zürkânî’de) “Şerhu’l-Mevâhib”de bunu belirtmiştir. Fakat söz konusu hadisler, cumhur tarafından yorumlanmıştır. Çünkü İbn Abdilberr’in bu konuda söylediği sözün aksine söz konusu hadisler, konu ile ilgili aynı biçimde gelmemiştir.

* * *

  -243 ﴿ أَسْلَمُ سَالَمَهَا اللّهُ وَغِفَارُ غَفَرَ لَهَا ﴾

“Allah, Eslem kabilesini selametli kılsın. Gıfâr kabilesini de mağfiret etsin”[23]

Bu hadis, şu yollardan gelmiştir:

1.     Abdullah ibn Abbâs

2.     Seleme ibnu’l-Ekvâ’

3.     Ebu Hureyre

4.     Ebu Zerr

5.     Ebu Berze

6.     Hufâf b. Îmâ el-Gıfârî

7.     Büreyde

8.     Ebu Karsâfe

9.     Abdurrahman b. Sender

10.     Babası Sender

11.     Ömer b. Yezîd el-Ka’bî

12.     Selmân el-Fârisî

13.     Abdullah ibn Ömer

14.     Câbir

* * *

 

-244 ﴿ مَا بَيْنَ بَيْتِي وَمِنْبَرِي رَوْضَةٌ مِنْ رِيَاضِ الْجَنَّةِ ﴾

“Evim -bir rivayette ise kabrim- ile minberimin arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir”[24]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.      Ebu Hureyre

2.      Abdullah ibn Zeyd el-Mâzinî

3.      Abdullah ibn Ömer

4.      Câbir b. Abdullah

5.      Hz. Ebu Bekr

Toplam, 5 kişi.

(Derim ki:) İbn Hacer (ö. 852/1447) “Tahrîcu Ehâdisi’r-Râfiî”de bu hadisi Ebu Hureyre yolundan nakledip sonra da der ki:

“Bu konuda Hz. Ebu Bekr, Hz. Ömer, Hz. Ali, Zübeyr, Sa’d b. Ebi Vakkâs, Abdullah ibn Ömer, Abdullah ibn Zeyd el-Mâzinî, Ebu Saîd el-Hudrî, Cübeyr b. Mut’im, Ebu Vâkid el-Leysî, Zeyd b. Sâbit, Zeyd b. Hârice, Enes, Câbir, Sehl b. Sa’d, Hz. Aişe, Muâz ibnu’l-Hâris Ebi Halîme el-Kârî ve daha bir çoklarından rivayetler gelmiştir.”

Ebu’l-Kâsım ibn Mende’de “Tezkere”de (adı geçen) bu kimseleri anmıştır.

Buhârî ile Müslim’in üzerinde görüş birliğine vardığı Abdullah b. Zeyd[25] hadisi şu lafızla gelmiştir:

﴿ مَا بَيْنَ بَيْتِي وَمِنْبَرِي رَوْضَةٌ مِنْ رِيَاضِ الْجَنَّةِ ﴾

“Evim ile minberimin arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir”

Enes Hadisi. Taberânî “Evsat”da bu hadisi Ali ibnu’l-Hakem yoluyla Enes’ten şu lafızla rivayet etmiştir:

﴿ مَا بَيْنَ حُجْرَتِي وَمُصَلاَّي رَوْضَةٌ مِنْ رِيَاضِ الْجَنَّةِ ﴾

“Odam ile namazgahımın arası, Cennet bahçelerinden bir bahçedir” (İbn Hacer’in sözü burada bitmektedir.)

Yine bu hadis, Ümmü Seleme ile Abdullah ibn Busr’dan da gelmiştir.

(Münâvî’de) “Teysîr”de der ki: “Müellif Suyûtî, (bu hadisin,) mütevatir olduğunu belirtmiştir.”

* * *

-245 ﴿ إِنَّ الْمَدِينَةَ حَرَامٌ ﴾

“Medine (şehrinde bazı hususları yapmanın) haram olması”[26] ile ilgili hadisler

İbn Kayyim (ö. 751/1350) “İ’lâmu’l-Muvakkiîn”de belirttiğine göre; Medine (şehrinde bazı hususları yapmanın) haram olması ile ilgili hadisleri, 20 kadar sahabi rivayet etmiştir. Bu husus aynen şöyle geçmektedir:

“Medine şehrinde bazı hususları yapmanın haram olması ve hayvanlarının avlanmaması ile ilgili hadisleri, 20 kadar sahabi[27] rivayet etmiştir. Fakat bunun, Usûl’e (=Metodolojik Bilgiye) ters düştüğü ortadadır. Bunun müteşa-bihe aykırı olduğu, (Enes’in kardeşi Umeyr’in kuşla oynaması ve o kuşun ölmesi üzerine) Hz. Peygamber (s.a.v)’in ﴿ يَا أَبَا عُمَيْرٍ مَا فَعَلَ النُُّغَيْرِ ﴾ “Ey Ebu Umeyr! Ne yaptı Nuğeyr?”[28] şeklinde söylediği sözle sabittir.”

Hadiste kastedilen husus bu olabilir.

* * *

-246 ﴿ أُحُدٌ جَبَلٌ يُحِبُّنَا وَنُحِبُّهُ ﴾

“Uhud dağı, öyle bir dağdır ki, o, bizi sever, biz de onu severiz[29]

Bu hadis, şu yollardan gelmiştir:

1.      Sehl b. Sa’d

2.      Enes

3.      Süveyd b. Âmir el-Ensârî

Suyûtî (ö. 911/1505) “Cem’”de[30] der ki: “Süveyd b. Âmir el-Ensârî’nin, bundan başka rivayet ettiği bir başka hadis daha yoktur.”

Fakat İbnü’l-Esîr (ö.606/1209)’in belirttiğine göre; Süveyd b. Âmir el-Ensârî’nin (rivayet ettiği) başka bir hadis daha vardır. O da şudur:

﴿ بِلُّوا أَرْحَامَكُمْ وَلَوْ بِالسَّلاَمِ ﴾

“Selam vermek bile olsa, yakınlarınıza iyi davranınız”[31]

4.      Ebu Abese b. Cebr

5.      Ebu Hureyre

6.      Ebu Humeyd es-Sâadî

7.      Amr b. Avf el-Müzenî

8.      Ebu Kılâbe el-Cürmî

Münzirî (ö. 656/1258)’de “Terğîb ve’t-Terğîb”de konu ile ilgili olarak şöyle der: “Hz. Peygamber (s.a.v)’in, Uhud dağı için هَذَا ﴿ جَبَلٌ يُحِبُّنَا وَنُحِبُّهُ ﴾Bu (Uhud), bir dağdır. O, bizi sever, biz de onu severiz” buyurduğu bir grup sahabiden çeşitli senedlerle sahih olarak rivayet edilmiştir.”

(Münâvî’de) “Feyzu’l-Kadîr”de konu ile ilgili olarak der ki: “Müellif Suyûtî, burada, hadisin kendisinden çok, hadisi rivayet eden kimseleri belirtmiştir. Aslında bu husus; Suyûtî’nin “Câmiu’s-Sağîr”deki özelliğinden değildir. Fakat bu sayede hadisin, mütevatir kategorisine girdirilebileceğini söyleyebilirsin.”

* * *

 -247 ﴿ اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ ﴾

“Kişi, sevdiği kimseyle beraberdir”[32]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.     Ebu Musa el-Eş’arî

2.     Safvân b. Assâl

3.     Câbir b. Abdullah

4.     Abdullah ibn Mes’ud

5.     Ebu Hureyre

6.     Hz. Ali

7.     Ebu Katâde

8.     Ebu Süreyha

9.     Abdullah b. Yezîd el-Hutamî

10.     Safvân b. Kudâme

11.     Urve b. Mudarris et-Tâî

12.     Muâz b. Cebel

13.     Ebu Ümâme el-Bâhilî

Toplam, 13 kişi.

(Derim ki:) Bu hadis, şu yollardan da gelmiştir:

14.     Ebu Zerr

15.     Enes

(Zürkânî) “Şerhul-Mevâhib”de der ki: “Bu hadis, mütevatirdir. (İbn Hacer) “el-Feth”de dedi ki: ‘Hafız Ebu Nuaym “Kitâbu’l-Muhibbîn me’al-Mahbûbîn”de bu hadisin bütün geliş yollarını bir araya toplamıştır. Bu hadisi rivayet eden sahabilerin sayısı, 20 kadara ulaşmıştır. Bu sahabilerin çoğunun rivayetinde, hadis,  ﴿ اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ أَحَبَّ ﴾ “Kişi, sevdiği kimseyle beraberdir” şeklinde gelmiştir. Bazı rivayetlerde yer alan Enes hadisi, ﴿ أَنْتَ مَعَ مَنْ أَحْبَبْتَ ﴾ “Sen, sevdiğin kimseyle berabersin” lafzıyla gelmiştir.’”

(Münâvî’de) “Teysîr”de der ki: “Bu hadis, meşhur ve mütevatirdir.”

(Zebîdi’de) “Şerhu’l-İhyâ”da konu ile ilgili olarak der ki: “Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen bu hadis, geliş yollarının çok olmasından ötürü gerçekten meşhur yada mütevatirdir.”

Yine de doğruyu en iyi bilen Allah’tır.

* * *


 

[1]      Müellif, -Allah onu affetsin- Resulullah (s.a.v)'in amcası Ebu Talib ile ebeveyninin kurtuluşu ile ilgili rivayetlerin tevatür olduğunu bazı Rafizilerden nakletmiştir. Bunlar, batıl işlerdendir. Bu nedenle biz de, bu hadisleri almadık. (Kitabın Arap yayınçısı)

        Herne kadar kitabın Arap yayıncısı, bu son iki hadisi kitaba almamışsa da, okuyucuyu bilgilendime mahiyetinde bu iki hadise ve hadis ile ilgili açıklamalara, "Mektebetu'l-Hadisi'ş-Şe­rif" adlı cd'den kendi katkımla yer verdim. 

[2]      Hz. Ebu Bekr’in asıl adı, Abdullah b. Osman b. Amir b. Ka’b b. Sa’d b. Teym b. Mürre et-Teymî’dir. Cahiliyye döneminde “Abdulkabe” (=Kabe’nin kulu) diye adlandırılmıştır. Bunun dışında başka isimleri olduğu da söylenmiştir. Cehennemden azad edildiği için ona “Atik” ve İsrâ gecesinin sabahında Resulullah (s.a.v)’i tasdik etmede herkesten önce davrandığı için “Sıddîk” diye lakablandırılmıştır.

        Hz. Ebu Bekr, Fil olayından 2 yıl sonra Mekke’de doğmuştu. Cahiliyye döneminde Kureyş’in ileri gelenlerindendi. Cahiliyye döneminde çok yaygın olmasına rağmen hiç içki içmemişti. Pek çok konuda kendisine danışılır, görüşü alınırdı. Kabilesine yakın olmaya çalışan kimselerin üst­lendiği diyet ve borç-alacak meseleleri, kendisine götürülürdü. Arap soyunu ve tarihini iyi bilen birisiydi. Maharetli bir tüccardı.

        Hz. Ebu Bekr, erkeklerden İslamı ilk kabul eden kimseydi. Bundan dolayı da bir çok sıkıntıya ve güçlüğe katlanmıştı. Kendisini Allah’ın dinine hizmet etmeye adamıştı. Bir çok insan, onun sa­yesinde İslama girdi. Cennetle müjdelenen sahabilerin çoğu, onun vasıtasıyla Müslüman ol­muşlardı.

        Hz. Ebu Bekr, Resulullah (s.a.v)’in sahabileri içinde, Resulullah (s.a.v)’in en çok sevdiği kişiydi. Hem küçüklükten arkadaşı ve hem de Allah, Resulullah (s.a.v)’i peygamber seçtiğinde onun can yoldaşıydı. Ayrılmaz gölgesi gibi her zaman yanında yer almıştı. Mekke’de malıyla ve ca­nıyla hem Resulullah (s.a.v)’in ve hem de sahabilerin koruyucusu durumundaydı. Mekke’den Medine’ye hicreti sırasında Resulullah (s.a.v)’in yol arkadaşıydı.

        Kısacası: Hz. Ebu Bekr, bütün sıkıntılı anlarda cesareti, atılganlığı, direnç ve metanetiyle tanını­yordu. Resulullah (s.a.v) ile birlikte bütün savaşlara katılmıştı.

        İşte Hz. Ebu Bekr’in yaptıkları ve icraatlarıyla, onu, diğer sahabilere karşı üsütün bir konuma getirmişti.

        Asıl itibariyle, sahabiler içerisinde kimin en faziletli olduğunu kesin surette bilen sadece Cenab-ı Allah’tır. İnsanların bu konudaki bilgileri, kesin olmayan kanaat, görüş ve rivayetlerden ibaret­tir. İlk  dört halife konusunda yapılan fazilet sıralamasının esası, itikadi olmayıp siyasi tercihlere dayanmaktadır. Bu nedenle de herkesin siyasi tercihini ve kanaatini açıkça ve serbestçe ortaya koyması, çok doğaldır. Konunun bid’atçilikle ilgisi yoktur.

[3]      Hz. Peygamber (s.a.v)’in, ısrarla Hz. Ebu Bekr’i imamlığa tayin etmesi, sahabe içerisinde onun en alim ve faziletli bir zat olduğunu bildiği içindir.

        Hz. Ebu Bekr’de, Resulullah (s.a.v)’in hastalığı günlerinde onun yerine vekaleten namazları kıldırmış ve bu vekaletini, ta Resulullah (s.a.v)’in ölümüne kadar sürdürmüştür.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Ezan 39, 46, Enbiya 19, İ’tisam 5; Müslim, Salat 93-97; Ebu Dâvud, Sünnet 11 (4660, 4661); Nesâî, İmamet 1, 17; Tirmizî, Menakib 16 (3672); İbn Mâce, İkame 142 (1232, 1235); Müsned: 1/21, 396, 405; Tahâvî, Şerhu Meâni’l-Âsâr, 1/405, 406

[4]      Buhârî, Ezan 47; Müslim, Salat 101 (420)

[5]      “Havha”, kapıdan ziyade ışık almak ve istenen yere geçmek gayesiyle “duvarda açılan oyuk yada delik” anlamına gelmektedir.

        Evleri Mescidi Nebevi’ye bitişik olan sahabiler, Mescidi Nebevi’ye kolaylıkla girip çıkabilmek için havha (=oyuk veya delik) yada kapı açmışlardı. Bazen cünup olarak ve bazen de hayızlı olarak Mescidi Nebevi yol edinilmişti. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v), ilk önce kapıların kapa­tılmasını emretti. Sahabiler, kapıların kapatılması emriyle kapılarını kapatıp onun yerine Mescidi Nebevi’ye girişe imkan verecek havha (=delik yada oyuk) açtılar. Daha sonra bunları da ka­pamakla emrolundular.

        Birincide, Hz. Ali’nin evinin sadece mescide açılan bir kapısı olduğu için onun kapısının kapatıl­ması istisna edildi. İkinci de ise, Hz. Ebu Bekr’in evinin Mescidi Nebevi’ye açılan bir havhası ol­duğu için onunda havhasının kapatılması istisna edildi.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Salat 80, Fezailu’l-Ashab 3, Menakibu’l-Ensar 45; Müslim, Fezailu’s-sahabe 2 (2382); Tirmizî, Menakib 15 (3660), 20 (3732), 21; Müsned: 1/175, 270, 331, 2/26, 3/18

[6]      Bu hadis, Hz. Ebu Bekr’in; arkadaşlığıyla ve malıyla Allah Resulü’ne ne kadar yardımcı oldu­ğunu göstermektedir. Bu nedenle de Hz. Ebu Bekr’in, Resulullah (s.a.v) nezdinde fevkalade önemli bir yere sahip olduğu da anlaşılmaktadır. Çünkü Hz. Ebu Bekr, gerek Mekke’de ve ge­rekse de Medine’de en kritik anlarda Resulullah (s.a.v) ile birlikte olmuş, onunla bütün savaş­lara katılmış ve bu birlikteliğiyle ünsiyet sağlayıp ona manevi destekte bulunmuştur.

        İsrâ gecesinin ertesinde Resulullah (s.a.v)’i desteklemesi, hicret sırasında ve özellikle de mağara­daki beraberliklerinin önemine işareten “Üzülme! Şüphesiz Allah bizimle beraberdir” (Tevbe: 9/40) tesellisine yer verilmiş olması, Hz. Ebu Bekr’in hadiste temas edilen arkadaşlığının öne­mini göstermektedir.

        Hudeybiye barış anlaşması sırasında herkes anlaşmadan memnuniyetsizliğini gösterirken, Hz. Ebu Bekr, bu anlaşmada Resulullah (s.a.v)’in görüşü doğrultusunda hareket etmesi, onun ma­nevi desteklerinden biridir.

        Hadisin Arapça metninde geçen “sohbet” kelimesi, “karşılıklı konuşmak” anlamından ziyade “arkadaşlık” ve “birliktelik” anlamına gelmektedir. Buna göre bu kelimenin buradaki anlamı, “Resulullah (s.a.v)’e arkadaşlık eden” veya “birlikteliği olan” şeklindedir.

        Görüldüğü üzere bu hadiste; Resulullah (s.a.v)’in, Muhammedî Risaleti’nin tebliğ, tespit ve takririnde Hz. Ebu Bekr’in arkadaşlığının önemli katkısına yer vermektedir. Dolayısıyla da bu arkadaşlığın içerisine; ünsiyet, teselli, güç kazandırma, dayanışma, manevi destek ve katkılar girmektedir. Hz. Ebu Bekr’in hayatını ve onun, Resulullah (s.a.v)’le olan münasebetlerini iyi bilen kişilere bu husus açıktır.

        Yine bu hadis; Hz. Ebu Bekr’in mal yönüyle de İslama yaptığı katkılarına da değinmektedir. Çünkü Hz. Ebu Bekr, Mekke’de iken; ya köle olan Müslümanları hürriyete kavuşturuyor yada onları sahibinden alıp özgürlüğe ulaştırıyordu. Müslümanlara ve özellikle de Resulullah (s.a.v)’e maddi ve manevi her türlü yardım ve desteğini yapıyordu. Medine’de iken; yine Müslümanlara yardımını sürdürüyordu. Örneğin, Tebük gazası sırasında Hz. Ömer malının yarısını verirken, Hz. Ebu Bekr, ailesini Allah ve Resulü’ne havale ederek, malının tamamını vermişti. Hz. Aişe, babası Hz. Ebu Bekr öldüğünde tek bir dinar ve tek bir dirhem bırakmadığını belirtir. Hz. Aişe’nin bir başka rivayetinde; Hz. Ebu Bekr’in, Resulullah (s.a.v)’e kırk bin dirhem infak etti­ğini söyler.

[7]      “Halil”; sevgisi, hiçbir boşluk kalmayacak şekilde kalbe nüfuz etmiş, gönüle sevgiyi sokmuş dosttur. “Halil” ile kastedilen sevgi; her çeşit eksiklikten uzak, benliğin tamamını saran bir sev­gidir ki, Resulullah (s.a.v), bu derecedeki bir sevgiyi, Allah’ın vermiş olduğunu belirtmektedir.

        İşte Resulullah (s.a.v) ile Hz. Ebu Bekr arasındaki bağ, böyle bir temele dayanmaktadır.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Fezailu’l-Ashab 3, 5, Feraiz 9; Müslim, Mesacid 23 (532)Fezâilu’s-Sahâbe 3(2383); Tirmizî, Menakib 15 (3659, 3661, 3662); Müsned: 1/270, 359, 3/478, 4/4, 5, 212, Heysemî, Mecma’z-zevaid, 9/44; İbn Ebi Asım, Sünnet, (1225); Hâtıb el-Bağdadi, Tarihi Bağdat, 3/134; Bezzâr; Taberânî, el-Kebir (1686)

[8] Buhârî, Menâkibu’l-Ensâr 45; Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 2 (2382); Tirmizî, Menakib 15 (3660); İbn Mâce, Mukaddime 11 (93); Müsned: 3/18

[9]      Hz. Ali, ilk Müslümanlardandı. Küçük yaşta İslama girmesinde, Resulullah (s.a.v)’in terbiyesi altında olmasının büyük etkisi olmuştur. Çünkü Mekke halkı bir kıtlık yılıyla karşı karşıya kalmış, o yıl Resulullah (s.a.v), Hz. Ali’yi, babasından almıştı. Bu nedenle Hz. Ali, Resulullah (s.a.v)’in yanında bulunmaktaydı. Tebük dışında bütün savaşlara katıldı.

        Hz. Ali, Resulullah (s.a.v)’in kızı Fatıma ile evlendi. Resulullah (s.a.v)’in soyu, bu yolla devam etti. İşte Hz. Ali’nin; Resulullah (s.a.v)’e damat olması, İslama yaptığı hizmetleri, küçük yaştaki İslama teslimiyeti, onun, Resulullah (s.a.v) ve diğer sahabilerin yanında önemli bir yere sahip olmasını sağlamıştı.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Tirmizî, Menakib (3714) 21 (3719); İbn Mâce, Mukaddime, 11 (119); Müsned: 1/84, 118, 119, 152, 321, 4/281, 368, 370, 372, 5/347, 419; Hâkim, Müstedrek, 3/110, 130, 134, 371; Taberânî, el-Kebir, 5/175, (3052); Heysemi, Mecmau’z-zevaid, 9/103, 104, 105;Bezzâr; İbn Ebi Asım, Sünnet, (1356, 1358, 1359, 1363); Hâtıb, Tarihi Bağdat, 7/377, 12/236; Ebu Nuaym, Hilye, 4/23, 5/27, 364; Ebu Ya’la;

[10]     Resulullah (s.a.v), Hz. Ali’yi Medine’de kendi yerine bırakarak Tebük gazasına çıkmıştı. Münafıkla­rın, Hz. Ali’yi küçük düşürücü sözlerinden ötürü, Hz. Ali, silahına sarılarak yolda Resulullah (s.a.v)’e yetişip münafıkların kendisiyle ilgili sözlerini ona nakletti. Resulullah (s.a.v), Hz. Ali’ye; Tur dağına Allah ile görüşmek için giden Hz. Musa (a.s)’ın, gideceği zaman yerine, kendisine en yakın olan kardeşi Hz. Harun’u bırakıp gittiğini hatırlattı. Hz. Harun, Hz. Musa (a.s)’ın hem kardeşi ve hem de yardımcısı durumundaydı. Bu nedenle Hz. Musa (a.s)’ın ya­nında önemli bir yere sahipti. İşte Resulullah (s.a.v)’de, Hz. Ali’yi, Hz. Harun’un bu önemli ye­rine koymaktadır.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Meğazi 78; Müslim, Fezailu’s-sahabe 30 (2404); Tirmizî, Menakib (3731); İbn Mâce, Mukaddime 11 (115, 121); Müsned: 1/173, 3/32, 6/369; Heysemî, Mecmau’z-zevaid, 9/109,; Taberânî, el-Kebir, (5094, 5095, 12593), el-Evsat (647); Hâkim, Müstedrek, 3/14

[11]     Resulullah (s.a.v)’in 7 çocuğu vardı. Bunlardan 3’ü erkek idi. Bunlar; a. Kasım, b. Abdullah, c. İbrahim’dir. 4 tanede kızı vardı. Bunlar ise; a. Rukiyye, b. Zeynep, c. Ümmü Gülsüm, d. Fatıma’dır.

        Hz. Fatıma, Resulullah 8s.a.v)’in peygamberlikle görevlendirilmesinden kısa bir müddet önce dünyaya gelmiştir. Hicretin 2. yılında Bedir savaşından önce Hz. Ali’ye evlenmiştir. Fakat ger­değe, Uhud savaşından sonra girmiştir. Hz. Fatıma; Hasan, Hüseyin, Muhsin, Ümmü Gülsüm ve Zeynep adlı çocukları dünyaya gelmiştir. Evlendiğinde 15 yaşında idi.

        Resulullah (s.a.v)’in diğer kızları, Resulullah (s.a.v) daha hayattayken ölmüşken, Hz. Fatıma, Resulullah (s.a.v) ‘den sonra ölmüştür. Resulullah (s.a.v)’in soyu, Hz. Fatıma’nın çocukları yo­luyla devam etmiştir. Çünkü Rukiyye’den doğan Abdullah küçükken ölmüş, Ümmü Gülsüm’ün çocuğu olmamış, Zeynep’den doğan Ali küçükken ölmüş ve oğlu Ümâme’nin de çocuğu ol­mamıştır.

        Resulullah (s.a.v), Hz. Fatıma’yı çok sever, çok ikramda bulunur ve onunla hoşnut olurdu.

        Hz. Fatıma, çok sabırlı olduğu sürece dindar, değişik üstünlüklere sahip, kendisini kötülüklerden sürekli koruyan, kanaatkar ve Allah’a çokça şükreden bir kadın idi. Hatta Hz. Ali, Ebu Cehil’in kızı Ümmü Cemile’yi onun üzerine kuma olarak getirmek istediğinde, Resulullah (s.a.v) buna razı olmamıştı. Yalnız Ebu Cehil’in kızının isminin ne olduğu hususunda görüş ayrılığı vardır.

        Hz. Fatıma’da, babasına çok düşkündü. Hatta Resulullah (s.a.v)’in hastalığı sırasında babasının ölecek olması nedeniyle ağlamıştı. Ardından Resulullah (s.a.v)’in aile çevresi içinde kendisine ilk kavuşacak kişinin kendisi olduğunu ve onun, bu ümmetin hanımlarının efendisi olduğunu haber vermesi üzerine gülmüş ve sevinmiştir.

        Hz. Fatıma, Resulullah (s.a.v)’in ölümünden 5 ay veya buna yakın bir müddet sonra ölmüştür. 24 yada 25 yıl yaşamıştır. 

[12]     Tirmizî, Menakib 61; Müsned: 5/204

[13]     Hz. Hasan, Hz. Ali’nin büyük oğludur. Hicretin 3. yılında doğmuştur. Seçkin, güzel, akıllı, va­karlı, cömert, övgüye layık, çokça hayr işleyen, dindar, itibarlı ve dedesine çok benzemekteydi.

        Hz. Hüseyin ise, Hz. Ali’nin küçük oğludur. Hicretin 4. yılında doğmuştur. Hz. Hasan, hicretin 40 yılında zehirlenerek öldürülmüş, Hz. Hüseyin ise hicretin 61. yılında Kerbela’da Aşure günü şehid edilmiştir.

        Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin, örnek alınacak ve yolu takip edilecek örnek imamlar ile raşid önderler­dendir. İkisine de çok haksızlık yapılmıştır. Fakat onlar, her zaman İslam’ın ve Resulullah (s.a.v)’in izi sıra gitmişler ve bundan da hiç vazgeçmemişlerdir.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Tirmizî, Menakib (3778, 3781); İbn Mâce, Mukaddime 11 (118); Müsned: 1/177, 3/3, 62, 64, 80, 82; Taberânî, el-Kebir, (2598, 2599, 2601, 2602, 2604, 2605, 2606, 2607, 2608, 2609, 2610-2615, 2616, 2618); İbn Adiy; İbn Asâkir

[14]     Burada kast edilen, Hz. Peygamber (s.a.v)’in torunu Hasan’dır.

[15]     Hasan; halim, cömert ve verâ sahibi birisiydi. Verâsı ve faziletli oluşu, onu, mülkten ve dünya­dan yüz çevirmeye yöneltmişti. O da, buna icabet etmişti.

        İslam Tarihi’nde Hz. Hasan’ı takdirle övecek şu örnek davranışı, bu niteliklerinin bir gereği olarak ortaya çıkmıştır.

        Muaviye’nin ordusu ile kendisine bağlı askerlerden oluşmuş iki ordu, karşılaşıp savaşa tutuşacak­ları bir hengamede Muaviye’yle anlaşarak hilafeti ona terk etmiş, böylece dünya sal­tanatı için Müslüman kanının dökülmesinin önelmiş oldu. O, bu tavrını şöyle açıklamaktaydı:

        “Bir avuç bile olsa, kan akıtarak Muhammed ümmetine halife olmak istemem”

        Hz. Hasan, hilafet hususunda Muaviye ile anlaşmak suretiyle Resulullah (s.a.v)’in bir mucizesini ortaya çıkarmış oldu. Çünkü Resulullah (s.a.v):

        ‘Bu oğlum, efendidir. Umulur ki, Allah, onunla iki Müslüman büyük kitlenin arasını barıştıracak­tır” buyurmuştu.

        Böylece iki Müslüman ordu arasında kan akıtılmaksızın barış yapıldı. Hz. Hasan, anlaşma gereği; hilafet makamından çekildi.

        Hz. Hasan’ın, Muaviye’ye hilafet makamını teslim etme tarihi, ihtilaflıdır. Bu ihtilafa göre; Hz. Ali’nin şehid edilmesinden, hilafeti teslim etme tarihine kadar geçen halifelik müddeti, 6 aydan biraz fazla veya 8 ay kadardır.

        Hz. Hasan, hanımı Ca’de bintu’l-Eş’as’ın zehirlemesiyle ölmüştür.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Fezailu’s-sahabe 22, Sulh 9; Tirmizî, Menakib 31; Ebu Dâvud, Sünnet 12; Nesâî, Cum’a 27; Müsned: 5/37-38, 47

[16]     Ammâr’ın annesi, Sümeyye’dir. Babası da, ilk Müslümanlardan Yâsir’dir. Bunlar, Allah yo­lunda çeşitli işkencelere maruz kalmışlardır.

        Ammâr, Medine’y hicret etmiş ve Resulullah (s.a.v)’in katıldığı bütün savaşlara katılmıştır. Yemame savaşında kulağı kesilmiştir. Hz. Ömer zamanında Kufe’ye vali olarak tayin edilmiştir.

        Ammâr, h.87. yılda Hz. Ali ile Muaviye arasında yapılan Sıffîn savaşında Hz. Ali’nin safında 93 yaşında iken Muaviye taraftarları tarafından şehid edilmiştir.

        Ammâr, Cemel ve Sıffîn savaşlarında meşru halife olan Hz. Ali’nin safında onun haklılığına inanarak savaşmıştır. Büyük sahabi Huzeyme b. Sâbit, Ammâr’ın şehid edildiğini duyunca, hemen kılıcına sarılarak Muaviye taraftarlarına karşı savaşır. Çünkü Resulullah (s.a.v)’in, Ammâr ile ilgili mucizesi böylece ortaya çıkmıştı.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Salat 63, Cihad 17; Müslim, Fiten 70 (2915), 71, 72-73 (2916); Tirmizî, Menakib 34 (3799), 35 (3800); Müsned: 2/161, 164, 206, 3/2, 5, 28, 197, 199, 4/199, 5/215, 216, 306, 307, 6/289, 300, 311, 315; Hâkim, Müstedrek, 2/148, 219, 3/386; Heysemî, Mecma’z-Zevaid, 9/296  

[17]     Sa’d b. Muaz, Ensardan olup Evs kabilesinin lideri idi. Bedir, Uhud ve Hendek savaşına katıl­mıştı. Hendek savaşında yaralanmıştı. Yaralı olduğu halde Beni Kureyza Yahudileri hakkında hüküm vermesi için hakem olarak tayin edilmişti.

        Sa’d b. Muaz, Medine’ye gönderilen Mus’ab b. Umeyr eliyle Müslüman olduktan sonra İslama fevkalade hizmeti geçen şahıslardan biriydi. Medine’de İslamın kökleşip gelişmesine büyük bir katkı sağlamıitı. Onun unutulmaz katkılarından biri de, Bedir savaşı öncesinde Mekkeli müşrik­lerin kervanını takip etmek için yola koyulduğunda Mekke ordusuyla karşı karşıya gelme söz konusu olduğunda Sa’d, her halükarda Resulullah (s.a.v)’in yanında yer alacaklarını belirtti. Çünkü Akabe bey’atına göre, Medineli Müslümanlar, Resulullah (s.a.v)’i sadece Medine’de ko­ruyacaklarına dair söz vermişlerdi.

        Arş, Allah’ın yarattığı bir şeydir ve Allah’ın emrine tabidir. Allah, arşın titremesini dilediği za­man, arş titrer. Aynı zamanda arşa, Sa’d’a karşı bir sevgi hissi verilmişti. Tıpkı Uhud dağına, Resulullah (s.a.v)’in sevgisi hissi verilmesinde olduğu gibi.

        İşte Sa’d b. Muaz’ın ölümü üzerine, Allah’ın emriyle arş titredi. Böylece arş, Sa’d’a, sevgi ve saygısını belirtmekteydi. Burada arş, Sa’d için titremesi; Sa’d’ın ruhunun kendisine doğru gel­mesine olan sevincindendi.

        Bazı alimler de, arşın titremesini; arşı taşıyan meleklerin titremesi şeklinde anlamışlardır.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Menakibu’l-Ensar 12; Müslim, Fezailu’s-Sahabe 123-124 (2466), 125 (2467); Tirmizî, Menakib (3847); Nesâî, Cenaiz 113; İbn Mâce, Mukaddime 11 (158); Müsned: 3/234, 296, 349, 613, 4/352, 6/329; Hâkim, Müstedrek, 3/205, 207, 289; Taberânî, el-Kebir, 6/11 (5332, 5334), 6/14 (5341); Bezzâr   

[18]     Ehl-i Sünnet alimleri, sahabenin fazilet sahibi bir nesilolduğunda görüş birliğine sahiptirler. Bunda icma da vardır. Çünkü sahabe, Hz. Peygamber (s.a.v)'in terbiye ettiği ve yetiştirdiği bir nesildir. Ondan; ilim, ahlak, fazilet, öğrenmiş, onun terbiyesi altında yetişmişlerdir. Bunun yanı sıra İslam dini ve Hz. Peygamber (s.a.v) uğruna büyük sıkıntılara göğüs germişler, yerlerinden, yurtlarından, işlerinden, güçlerinden, çoluk-çocuklarından, ana-baba ve akrabalarından ayrı düşmüşlerdir.

        Hz. Peygamber (s.a.v)'in etrafında halka oluşturmuşlar, kanlarını, mallarını, canlarını, onun yoluna feda etmekten çekinmemişlerdir. Bu bakımdan sahabe, bir yandan Hz. Peygamber (s.a.v)'in terbiyesi altında yetiştikleri, öte yandan İslam dini uğruna görülmemiş fedakarlık ör­nekleri gösterdiklerinden dolayı; üstün ve faziletli altın bir nesil sayılmaya hak kazanmışlardır. Zaten sahabe, Kur'an-ı Kerim ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in hadislerinde öğülen bir nesildir. Bu nedenle sahabe, bütün zamanlarda diğer insanlara karşı üstün bir dereceye sahip olmuştur.

       Bu, hiçbir müslümanın; sahabenin ilmi seviyesine yada Allah yolunda yaptıkları çalışmalara ulaşamayacak demek değildir. Çünkü sahabeden sonra İmam-ı A'zam, İmam-ı Malik, İmam-ı Şafii, ve İmam Ahmed gibi büyük alimler çıkmış ve bunlar Allah yolunda var güçleriyle çalış­mışlardır. Üstelik sahabenin içerisinde ümmi, İslamı o kadar bilmeyen, Hz. Peygamber (s.a.v)'in ölümünden önce ve sonra dünyevileşen kimselerde vardır.

        Sahabeyi, diğer insanlardan ayıran en öenmli özellik; onların, Hz. Peygamber (s.a.v) tarafın­dan yetiştirilen bir nesil olmasıdır. Aynı zamanda onlar, Resulullah (s.a.v)'i görme ve onunla ar­kadaşlık etmek derecesine nail olmuşlardır.

[19]     Buhârî, Fezâilu’l-Ashâb 5; Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 221-222 (2540); Ebu Dâvud, Sünnet 11 (2658); Tirmizî, Menâkib 59 (3861); Müsned: 3/11

[20]     "Sahabe" kelimesi, sözlükte; bir arada bulunmak, sohbet etmek, arkadaşlık etmek anlamına gelmektedir. Terim olarak ise; Hz. Peygamber (s.a.v)'in peygamber oluşundan ebedi aleme göç edinceye kadar onunla birlikte olan, onun tebliğatını, sözlerinin, nasihatlarını işiten, hareketle­rini gören, emirlerinin ve tavsiyelerini can kuşağıyla dinleyip yerine getiren müminlerdir.

        "Tabiun" kelimesi ise sözlükte; tabi olmak, peşinden gitmek ve görüşlerini benimsemek gibi anlamlara gelir. Terim olarak ise; Hz. Peygamber (s.a.v)'in sahabilerinden herhangi birisiyle gö­rüşüp konuşan kimseye denir.

        "Etbau't*tabiîn" ise tabiundan sonra gelip onlarla görüşüp konuşan kimseye denir.

        Bu hadis, fazilet ve derece sıralamasında ilk önce sahabeye, sonra tabiuna ve daha sonra da etbau't-tabiune yer vermektedir.

        Zaten hadisçiler, bu fazilet sıralamasını göz önünde bulundurarak Resulullah (s.a.v)'in hadislerin­den sonra, bağlayıcılık noktasında sahabilerin hadislerini (=mevkuf), Tabiuınun ha­dislerini (=maktu) ve etbau't-tabiinin hadislerini de (=maktu) şeklinde temel almıştır.

        Övgüye mazhar olan bu üç nesle, İslam şeriatında "Selef" veya "Mutakaddimûn" denilmektedir. Bu nesiller, Kur'an'ın övgüsüne de mazhar olmuştur. Onlar, şeriata bağlılık, İslam içinm feda­karlık, dış baskı ve etkilerden uzak bir şekilde seçkin niteliklere sahiptirler.

[21]     İbn Hacer, Fethu'l-Bârî, 7/6, 7; Şevkânî, Neylu'l-Evtâr, 9/230; Mübârekfûrî, Tuhvetu'l-Ahvaz, 6/374; Âzimâbâdî, Avnu'l-Ma'bûd, 10/4

[22]     Bir önceki hadiste; Resulullah (s.a.v)'i gören ve onunla arkadaşlık een mümin kişiye "sahabe", sahabeyi gören ve arkadaşlık eden mümin kişiye "tabiun" ve tabiunu gören ve onlarla arkadaş­lık eden mümin kişiye de "etbau't-tabiîn" denildiğini görmüştük.

        Sahabenin, tabiun ile etbau't-tabiine olan temel üstünlüğü; Resulullah (s.a.v)'i görmesi ve onunla bir birlikteliğinin olmasıdır. Bu husus, sahabenin, diğer insanlara olan üstünlüğünün bir derecesi  olmaktadır. Bu derece sayesinde sahabe, diğer insanlardan ayrılmaktadır.

        Fakat insanlar, Kur'an-ı Kerim'i ve Sünneti bilmede, öğrenmede ve yaşamada birbirlerine göre farklıdırlar. Peygamber de, sahabe de, tabiun ve onlardan sonra Kıyamete kadar gelecek olan tüm Müslümanlar da Kur'an'a karşı muhataptırlar.

        O halde insanmlar, işlemiş oldukları amellere göre değerlendirilecektir. İster sahabe olsun, ister sahabe olmasın, herkes, işlemiş oldukları amellere göre sevap alacaklardır.

        Ümmetin evvelkileri, gördükleri mucizelerle iman ettiler ve Resulullah (s.a.v)'in davetini "imanla" kabul ettiler. Sonrakiler ise, kendilerine gelen ayetlerle gaybî olarak iman ettiler ve kendiliklerinden "iyilikle" ittiba ettiler. Yine öncekiler, İslamı genişletmek ve tamamlamak için çalıştılar. Sonrakiler ise, imkanlarını, İslamı özetlemek ve yaymak için gayret sarfettiler. Bunların hepsi de, amellerinin fazileti hususunda eşittirler.

[23]     Eslem: Bu kabile, Hz. Peygamber (s.a.v)’le barış anlaşması imzalamış ve bu anlaşmaya bağlı kalmıştı. Bu sebeple de Hz. Peygamber (s.a.v), onlara övgüde bulunmuştur.

        Gıfâr: Bu kabile ise, Hicaz’da Mekke ile Medine arasında yaşardı. İslam öncesi tarihi hakkında yeterli bilgi  yoktur. Gıfâr kabilesinden ilk müslüman olan zat, Ebu Zerr’dir.

        Hz. Peygamber (s.a.v)’in bu iki kabileye dua etmesi, İslamiyeti, savaşsız bir şekilde kendi istekle­riyle kabul ettikleri içindir.

        Cahiliyye döneminde Gıfâr kabilesi, hacıları soymakla suçlanırdı. Hz. Peygamber (s.a.v), onlar­dan bu lekeyi  silerek geçmiş suçlarının af olduğunu bildirmek istemiştir.

        Bu iki kabile, diğer Arap kabilelerine nazaran kuvvet ve itibar yönüyle daha geri de olmalarına rağmen onlardan daha önce İslamı benimsemişler ve İslamı kabul etmede onları geçmişlerdir. Böylece İslam’ın şeref ve izzetine, onlardan önce bu iki kabile nail olmuştu.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Menakib 6; Müslim, Mesacid 307, 308, Fezailu’s-sa­habe 182-183 (2514), 184 (2515), 185 (2516), 186 (2517), 187 (2518); Dârimî, Siyer 79 (2527, 2528); Müsned: 5/175, 177  

[24]     Hz. Peygamber (s.a.v), Medine’ye geldiğinde Mescid-i Nebevi’yi yaptırırken, Mescidin bir kena­rına da kendi evini yaptırmıştı. Bu nedenle de hadis, Mescid-i Nebevi’nin faziletini ifade et­mekte, ancak mescidin bazı kısımlarının diğer yerlerine nazaran daha faziletli olduğunu belirt­mektedir. Bu da, evi ile minberi arasında gelip gittiği yerdir.

        Yukarıda da geçtiği üzere; bazı rivayetlerde, “kabr” ve “oda” kelimesi geçmektedir. Hz. Peygam­ber (s.a.v) vefat ettiğinde, evine, yani Hz. Aişe’nin odasına gömülmüştü. Bu nedenle de bazı alimler, burada geçen “kabr” kelimesiyle kastedilenin, “ev” olduğunu belirtmişlerdir. 

[25]     Buhârî, Rikâk 53, İ’tisam 16; Müslim, Hacc 500 (1390)

[26]     Medine, Hz. Peygamber (s.a.v)’in, Mekke’den hicret ettiği yerin adıdır. Eski adı, “Yesrib” idi. Resulullah (s.a.v), “Yesrib” adını, ilk önce ayıplama ve kınama anlamına gelen “Taybe” ve “Tabe” diye değiştirdi. Daha sonra da Medine diye değiştirdi.

        Mekke, Hz. İbrahim (a.s)’dan bu yana haram ilan edilmişti. Resulullah (s.a.v)’de Medine’yi haram ilan etmişti. Bir yerin haram ilan edilmesi; öncelikle ot, ağaç her çeşit bitkinin koparılıp  kesilmesinin yasak edilmesi, yabanî hayvanlarının öldürülüp avlanmasının yasaklanması de­mektir. Kutsal beldeler için düşünülmüş olan bu tarihi uygulama, günümüzde, “Milli Park”, “Yeşil Kuşak”, “Yeşil Saha”, Sit Alanı” gibi farklı düşüncelerle yaygın bir şekilde gündeme gel­miştir.

        Haram yerlerin sınırları hususunda farklı ifadeler vardır. Hz. Peygamber (s.a.v), bu yasağın ciddiyetini ve önemini belirtmek için, onu ihlal edenlere karşı vicdani ve ameli olmak üzere ga­yet sert müeyyideler koymuştur. Haram bölgenin korunmasında, sadece kasti ihlallere ceza ve müeyyide konmakla kalmamış, hataen meydana gelebilecek ihlallere karşı da müeyyide geti­rilmiştir.

        Mekke ve Medine’nin bitki örtüsünün kesilmekten ve hayvanlarının öldürülmekten yasaklanması­nın sebebi; bu iki şehirde ve çevresinde bulunan canlı örtünün koruma altına alınmasıdır.    

[27]     Bunlardan bazıları şunlardır: Ebu Hureyre, Câbir, Abdullah ibn Zeyd, Asım ibn Ahvâl, Rafi’ b. Hudeyc, Enes b. Mâlik, Ebu Saîd el-Hudrî, Hz. Ali, Sa’d b. Ebi Vakkâs, Ka’b b. Mâlik

[28]     Müslim, Âdâb 30; Tâhâvî, Şerhu Meâni’l-Âsâr, 4/194, 195 Nuğeyr, Ebu Umeyr’in oynadığı kuşun adıdır. Ebu Hanife, bu hadisi delil getirmek suretiyle Medine’nin haram olmadığına hükmetmiştir.

[29]     Bazı alimlere göre; Resulullah (s.a.v), bu hadisle, Medine’ye ve Medinelilere olan sevgisini veya Medine’nin bir parçası sayılan Uhud dağına olan sevgisini ifade etmektedir.Dolayısıyla sevgi ve nefret gibi kavramların Uhud dağına hakikat olarak değil, ancak onun yakınında yaşayan Hz. Peygamber (s.a.v) ile sahabeye kinaye olmak üzere onları övdüğü ifade etmektedir.

        Ayrıca dağı sevme olayı, gerçek olup Allah ona temyiz ve idrak vermiş, o da bu sayede bizi sevmektedir. Çünkü Kur’an’ın bir çok yerinde canlı-cansız varlıkların Allah’ı tesbih ettiği ve Sünnette ise Resulullah (s.a.v)’in avucunda taşların tesbih etmesi, Mescitteki kuru hurma kütü­ğünün inlemesi gibi bir çok haller geçmektedir. Fiziki çevre ile insan arasında bir ilişki olduğu zaten bilinen bir gerçektir. Şu halde Uhud dağının, Resulullah (s.a.v)’e karşı sevgi beslemesi, yadırganmaması gerekn bir husustur.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Cihad 71, 74, Enbiyâ 8, 27, Da’vât 36, Et’ime 28, İ’tisam 16; Müslim, Hacc 503 (1392), 504 (1393); Tirmizî, Menakib (3918); Taberânî; Ebu Ya’lâ, Bezzâr 

[30]     Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, H. No: 238

[31]     Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, H. No: 3160

[32]     Hadis, müslümanların, cennette sevdikleriyle beraber olacaklarını bildirmektedir.

        Müslüman bir kimse, bir kulu, Allah için ihlasla severse muhakkak Allah onları cennette biraraya  getirecektir. Velev ki ameli, sevdiği zatın amelinden az olsun. Bunun sebebi o kimse­nin, salih kimseleri, taat ve ibadetlerinden dolayı sevmesidir. Bu konuda niyet, temel olup amel de niyete bağlıdır. Bu nedenle Allah, fazlu kereminden salih kimselere verdiği sevaptan ona da verir. Aslında ikisi de cennette farklı tabakada olmalarına rağmen ikisinin de tavanı, Arş-ı A’zam’dır. Tıpkı koni biçimindeki bir dağın etrafında, birbiri içinde yada birbirinden yüksek bi­çimindeki dairelerin, birbirinin üstünde olması gibi. Bu sebeple ikis de ayrı ayrı olmalarına rağ­men birlikte olabilir ve birbirine bakabilir.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Edeb 96; Müslim, Birr 161 (2639), 165 (2640, 2641); Tirmizî, Zühd 50 (2388); Ebu Dâvud, Edeb 122 (5126); Dârimî, Rikâk 71; Taberânî



1081 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın