İLGİLİ HADİSLERZİKİRLER VE DUALAR BÖLÜMÜ[1] ﴿ كتاب الأذكار والدعوات ﴾ - “‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh’ (=Güç ve kuvvet, ancak Allah’ındır) sözü, Cennet hazinelerinden bir hazinedir”[2] Suyûtî (ö. 1. Ebu Musa el-Eş’arî 2. Ebu Zerr 3. Ebu Hureyre 4. Zeyd b. Sâbit 5. Muâz b. Cebel 6. Ebu Eyyûb el-Ensârî 7. Kays b. Sa’d b. Ubâde 8. Hâzim b. Harmele el-Gıfârî 9. Zeyd b. İshâk el-Ensârî 10. Muâviye b. Hayde 11. Fudâle b. Ubeyd 12. Ebu’d-Derdâ’ 13. Enes 14. Hz. Ebu Bekr Toplam, (Derim ki:) Bu hadis, şu yoldan da gelmiştir: Bu hadisi ise, İmam Ahmed (ö. Kevrânî ise “Risâle” adlı kitabının ‘Kesb Meselesi’ ile ilgili bahiste Suyûtî’den naklen, bu hadisin, mütevatir olduğunu söylemiştir. Ebu Sâlim el-Ayyâş’de “Rihle” adlı kitabında bu hadisleri nakletmiştir. Bu konuda daha geniş bilgi için (Suyûtî’nin) “Dürrü’l-Mensûr” adlı tefsir kitabında ﴿ وَلَوْلاَ إِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَاءَ اللّهُ لاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللّهِ ﴾ “Bağına girdiğinde: ‘Mâşallah! Kuvvet, yalnız Allah’ındır’ deseydin ya!” (Kehf: * * * - “Peygamber (s.a.v)’in, (devamlı bir şekilde) dua yapması ve dua yapmayı sürdürmesi”[4] ile ilgili hadisler (Zürkânî) “Şerhu’l-Mevâhib”de Kuşeyrî (ö. “Dua, Allah’a boyun eğme ve ihtiyaç duyma halinin açığa vurulmasından ibarettir.” Daha sonra (Zürkânî) der ki: “Çünkü böyle yapma, Hz. Peygamber (s.a.v)’in mütevatir sünnetidir. Bu da, Hz. Peygamber (s.a.v)’den manevi mütevatir olarak gelmiştir.” - “Duaya rağbet ve teşvik etme”[5] ile ilgili hadisler (Kastallânî) “Mevâhibu’l-Leduniyye”de duaya rağbet etme ile ilgili Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen haberlerin mütevatir olduğunu belirtmiştir. * * * - “Duada elleri kaldırma”[6] ile ilgili hadisler Suyûtî (ö. Yine Suyûtî, “Şerhu’t-Takrîb”de de der ki: “Duada elleri kaldırma ile ilgili hadislerde, mana bakımından mütevatir hadislerdendir. Duada elleri kaldırma ile ilgili (İbn Hacer) “Fethu’l-Bârî”nin ‘İstiskâ’ (=Yağmur Namazı) Bölümü’nde dua ederken elleri kaldırma hadisi ile ilgili yerde aynen şöyle der: “Musannif Buhârî, bu hadisi, ‘Da’vât (=Dualar) Bölümü’nde her dua sırasında elleri kaldırmaya delil getirmiştir. Bu konuda bir çok hadis gelmiştir. Münzirî, bu hadisleri müstakil bir cüz’de toplamıştır. Nevevî’de “Şerhu’l-Mühezzeb”in ‘Sıfâtu’s-Salât’ (=Na-mazın Kılınışı) ile ilgili bahiste bu hadislerin bir çoğunu getirmiştir. Bunlar, Yine Nevevî (ö. Bunlardan bazılarını nakletme hususunda der ki: “Dua ederken elleri kaldırmanın, Nevevî “Ezkâr” ile “Şerhu’l-Mühezzeb”de ve Suyûtî (ö. Enes’in,[7] “Sahîh”de geçen sözüne göre; Resulullah (s.a.v), ‘İstiskâ’ (=Yağmur Namazı) dışında hiçbir yerde dua ederken ellerini kaldırmayıp sadece ‘İstiskâ’ (=Yağmur Namazı)’nda ellerini kaldırmıştı. Hatta bu sırada koltuk altlarının beyazlığı görününceye kadar ellerini kaldırmıştı. Enes’in bu sözünün yorumu yapılmalıdır. Enes, bu sözüyle; Resulullah (s.a.v)’in, ‘İstiskâ’ (=Yağmur Namazı) dışında hiçbir duasında koltuk altlarının beyazlığı görününceye kadar ellerini açık bir vaziyette kaldırmadığını kast etmiş olabilir. Üstelik Enes’in bu sözü, bir çok sahih hadise ters düşmektedir. Örneğin; Beyhakî’nin, Enes’ten yaptığı rivayette; Resulullah (s.a.v), kunût sırasında ellerini kaldırmıştır. Müslim’in, Hz. Aişe’den yaptığı rivayette ise; Resulullah (s.a.v), Baki’ kabristanlığında yatanlara dua ederken ellerini kaldırmıştır. Yine Müslim’in, Umâre b. Rüeybe’den[8] yaptığı rivayette ise; Resulullah (s.a.v), Bedir Savaşı günü dua ederken ellerini kaldırmıştır. Buhârî’nin, Abdullah ibn Ömer’den[9] yaptığı rivayette ise; Resulullah (s.a.v), Orta Cemre’de dua ederken ellerini kaldırmıştır. Yine Buhârî’nin, Enes’ten[10] yaptığı rivayette; Resulullah (s.a.v), Hayber Savaşı sabahı (dua ederken) ellerini kaldırmıştır. Buhârî ile Müslim, Resulullah (s.a.v)’in, Ebu Musa el-Eş’arî’den[11] yaptığı rivayette; Resulullah (s.a.v), (koltuk altlarının beyazlığı görününceye kadar) ellerini kaldırmıştır. Buhârî, elleri kaldırma ile ilgili Hz. Aişe, Ebu Hureyre, Câbir ile Hz. Ali’den yaptığı rivayetlerde; Resulullah (s.a.v)’in, (dua ederken) ellerini kaldırdığı ile ilgili hadisleri ve daha başka yerlerde de ellerini kaldırdığına dair hadisleri bir cüz’de toplamıştır. Buhârî der ki: “Bu rivayetler, bunun dışında (kalan rivayet)lere nispetle sahihtir.” * * * - “(Dua ederken Allah’tan) sağlık isteme”[12] ile ilgili hadisler Hafız İbnü’l-Cezerî (ö. * * * - “Hz. Peygamber (s.a.v) cimrilikten, korkaklıktan, ihtiyarlıktan, tembellikten, kabir azabı ile fitnesinden (Allah’a) sığınması”[13] ile ilgili hadisler İbnü’l-Cevzî (ö. “Hz. Peygamber (s.a.v)’in (çeşitli konularda Allah’a) sığınması ile ilgili O’ndan gelen haberler, mütevatirdir.” * * * - “Yüce Allah’ın, her gece dünya semasına inmesi”[14] Bu hadis, bir çok yollardan rivayet edilmiştir: 1. Ebu Hureyre,[15] Hz. Peygamber (s.a.v)’den Tirmizî (ö. 2. Hz. Ali 3. Ebu Saîd el-Hudrî 4. Rifâa el-Cühenî 5. Cübeyr b. Mut’im 6. Abdullah ibn Mes’ud 7. Ebu’d-Derdâ’ 8. Osman ibnu’l-Âs (Aynî) “Umdetu’l-Kârî”de der ki: “(Derim ki:) Bu konuda ayrıca şu yollardan da hadis gelmiştir: 9. Câbir b. Abdullah 10. Ubâde ibnu’s-Sâmit 11. Ukbe b. Âmir 12. Amr b. Abese 13. Ebu’l-Hattâb[16] 14. Hz. Ebu Bekr 15. Enes b. Mâlik 16. Ebu Musa el-Eş’arî 17. Muâz b. Cebel 18. Ebu Sa’lebe el-Huşenî 19. Hz. Aişe 20. Abdullah ibn Abbâs 21. Nevvâs b. Sem’ân 22. Ümmü Seleme 23. Abdulhumeyd b. Yezîd ibn Seleme’ nin atası” Daha sonra da bunların rivayet ettikleri hadisleri ve Ebu’l-Hattâb’a varıncaya kadar bu hadisleri tahric eden kimseleri de nakletmiştir. Bu konuda daha geniş bilgi için Aynî (ö. Ayrıca Ebu’ş-Şeyh İbn Hayyân (ö. “Allah’ın, her gece dünya semasına inmesi ile ilgili Resulullah (s.a.v)’den gelen hadisler, mütevatirdir. Bu hadisleri, Resulullah (s.a.v)’in sahabilerinden bir çoğu rivayet etmiştir. Bize göre, bu hadisler, sıhhatli ve kuvvetli bir durumdadır.” Sehavî (ö. (İbn Abdilhâdî) “Sârimu’l-münekkî”de aynen şöyle der: “(Yüce Allah’ın, her gece dünya semasına) inmesi ile ilgili Resulullah (s.a.v)’den gelen hadis, mütevatirdir. Osman ibn Saîd ed-Dârimî dedi ki: ‘Bu hadis, Cehmiyye[17] fırkasını en çok kızdıran bir hadistir.’ Ebu Ömer ibn Abdilberr’de dedi ki: ‘Bu hadis, nakil yönünden sağlam ve senedi sahih bir hadistir. Hadisçiler, bu hadisin sıhhatli oluşu hususunda ihtilafa düşmemişlerdir.’” (Derim ki:) Konu ile ilgili şu hadisi de; İmam Ahmed, Tirmizî ve İbn Mâce Hz. Aişe’den[18] merfu’ olarak şöyle rivayet etmişlerdir: ﴿ إِنَّ اللّهَ يَنْزِلُ لَيْلَةَ النِّصْفِ مِنْ شَعْبَانَ إِلَى سَمَاءِ الدُّنْيَا فَيَغْفِرُ لِأَكْثَرَ مِنْ عَدَدِ شَعْرِ غَنَمِ بْنِي كَلْبٍ ﴾ “Allah, Şa’bân ayının ortasındaki günün gecesinde Kelb kabilesinin koyunlarının tüyünün sayısından daha çok sayıda (günahı) bağışlar” * * * - “Allahım! Doğrusu kendimiz için ancak senin sayende elde edebileceklerimizi (yine senden) isteriz. Bu nedenle de bizden razı olacağın şeyleri bize ver”[19] Suyûtî (ö. Münâvî (ö. Bu hadisi, (Suyûtî’nin) “el-Ezhâr” adlı kitabında bulamadım. Hadisin mütevatir olduğu ifadesi; ya bir kalem yanlışlığı yada (asıl nüshayı) çoğaltan kimsenin bir hatası olduğu zihne gelmektedir.
Ancak burada hem Suyûtî ve hem de Münâvî’nin, Hz. Muhammed (s.a.v)’in her halükarda Allah’a yöneldiğini ve Allah’tan başarılı olmayı istemenin mana bakımından mütevatir olduğunu kast etmiş olmaları doğru olur. Yine de doğruyu en iyi bilen Cenab-ı Allah’tır. * * * [1] “Dua” kelimesi, sözlükte; çağırmak, davet etmek, rağbet etmek, yardım istemek gibi anlamlara gelir. Çoğulu, “Da’vât”tır. “Zikir” ise; anmak, hatırlamak gibi anlamlara gelmektedir. Dua; bir ibadet, kulluğun özü, Rabbe dönüş ve yönelişin adıdır. Kulluktan bahsedilen bir yerde, duadan bahsetmemek mümkün değildir. Dua, kulun düşüncesinin Rabbe takdim edilmesi şeklidir. Kul, erişemeyeceği ve gücüyle elde edemeyeceği her şeyini, mutlak iktidar sahibi olan ALLAH’tan ister. Günümüzde sadece beş vakit namazın veya belli bir kısım ibadetin sonuna sıkıştırılarak küçültülen dua, gerçekte, hayatın ve hayat ötesinin en büyük lazımıdır. Dua; rıza-i ilahinin şifresi, cennet yurdunun da anahtarı, kalplerin şifası, ruhların gıdası, kulun Rabbine karşı şükran ve vefasıdır. [2] “Havl” kelimesi; hareket ve çare anlamına gelmektedir. Bu kelimenin başka türevleri de vardır. Hepsinde güç isteyen bir hareket ve bir yer değiştirme görülmektedir. Şu halde bu cümle; “şu veya bu şey”, “şu yada bu iş” demeksizin hareket, güç, kuvvet gerektiren, her halimizde, her işimizde, yaptığımız her iyilikte, işlediğimiz her amelde muhtaç olduğumuz güç ve kuvvetin Allah’tan geldiğini ifade etmektedir. Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Da’vât [3] Müsned: [4] Resulullah (s.a.v)’in dua yapması ve bu dua yapma işini sürdürmesi ile ilgili çok sayıda hadis vardır. Bu hadislerin geçtiği yerler için hadis kitaplarının “Da’vât” (=Dualar) ve “Ezkâr” (=Zikirler) bölümüne bakılabilinir. Dua, Kur’an’da; “ibadet” (Yûnus: Cumhur, duayı, ibadetin bir şubesi olarak görmüştür. Yine duanın, ibadet yönünden başka; dünyevi ve şahsi hayatımızı ilgilendiren ayrı bir yönü vardır. Dua etmek suretiyle arzularımızı, ihtiyaçlarımızı, bir başka ifadeyle; gerçekleştirilmesi gereken hedefleri ifadeye döküyor ve şuur haline getiriyoruz.. Yapılacak işleri bir bakıma gündeme getiriyor ve programa alıyoruz. Rabbimizden, dilimizle sözlü olarak istediğimiz şeylerin gerçekleşmesi için gerekli sebeplere başvurmaya geçiyor, imkanlarımızı, kapasitemizi kuvveden fiile geçiriyoruz. İşte tüm bu durumları, bize, Resulullah (s.a.v) göstermiş ve bizzat kendisi de Allah’a dua etmiştir. Kısaca dua; insan ile Allah arasında bir haberleşme yada iletişimn olarak tanımlanabilinir. Dua ile insan, doğrudan doğruya Allah’a başvurmakta ve O’nunla konuşmaktadır. Dua eden insanın, bir taraftan Allah’a olan köklü bağımlılığını ifade etmesi, diğer taraftan da O’nun yüce kudretine duyduğu çok derin bir güven ve itimat, biri diğerinden ayrılmaz şekilde duada yer almaktadır. Duanın, gerek organsal ve gerekse de ruhsal bir takım hastalıkları tedavi edici gücü ve özelliği, öteden beri bilinmektedir. Çünkü dua eden insan, kendisine hile ve kurnazlık yapmak mümkün olmayan Allah’a her şeyi söyleyerek kendi kendisiyle ilgili ve kendisinin Allah’la ilişkisi konusundaki hakikati gizleyip saklamadan olduğu gibi anlatır. Yine bugün psikolojik yapının işleyişinden ileri gelen bazı ruhsal bozuklukların dua ve dini telkin yoluyla şifaya kavuşturulması imkanları, psikolog ve psikiyatristlere yabancı olmayan bir husustur. Dua, sesli yada sessiz, belli bir formüle göre yada insani durumun gerektirdiği yerde serbest ve sade ifadelerle yapılabilinir. Yine dua, insanın duygularını, tepkilerini, istek ve ihtiyaçlarını ifade ettiği için duygu ve istekleri kadarda çeşitlidir. (B.k.z: Doç. Dr. Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, TDV.) [5] İnanan insan; dualarla, ibadetlerle vb. hususlarla Allah’a yakınlaşmaya çalışır. Allah’a güven ve bağlılık temeli üzerinde, derin bir minnettarlık duygusu ve dini vazife şuurunun ifadesi ve göstergesi olarak anlam kazanan çok değişik uygulamalar, dini hayatın ayrılmaz bir boyutudur. Dua ve ibadet, insan ve Allah arasında iman bağıyla kurulan ilişkiyi tanımlayan ve dışa yansıtan uygulamalar bütünüdür. Dini hayat, bu uygulamalar sayesinde kuvveden fiile geçer. Dini anlamı içerisinde dua, istek kadar şükran ve sevgisi ifadesi olan, insanın Allah’a doğru her hareketi demektir. Bu bakımdan dini hayat içerisinde duanın merkezi bir yeri ve önemi vardır. Çeşitli araştırmalar, modern toplumlarda duanın çok yaygın bir davranış olduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle de gençlerin duaya yönelişinde; gelecek endişesi, günahlarını affettirme ümidi, sınavlarda başarılı olma arzusu, sevilen birinin ölümünden duyulan üzüntü, hastalık ve tehlikeli durumlarda yardım ve güvenlik gibi sebeplerin büyük rol oynadığı anlaşılmaktadır. İnsnaların büyük çoğunluğunun, genellikle çaresizlik ve mahrumiyet anlarında Allah’a yalvarıp yakardıkları müşahade edilmektedir. Yine müşahadeler göstermektedir ki, bilinçli olarak Allah’a inanmayan bir çok insanın, büyük çaresizlik anlarında, varlığını inkar ettikleri Allah’a dua etmektedirler. Dua eden kişiler, büyük bir olasılıkla duaların kabul olacağına inanırlar. Bununla birlikte dua gerçekten kabul olunmakta mıdır? Duanın yaşadığımız dünyada müşahade edilebilir etkileri var mıdır? Bu ve benzeri sorular, herkes tarafından olumlu bir şekilde cevap bulmayabilir. Yalnız belirli şartlarına uyularak yapılan hiçbir duanın karşılıksız kalmayacağı, dinde merkezi bir fikirdir. [6] Resulullah (s.a.v)’in bir çok yerde dua ederken ellerini kaldırdığı ile ilgili bir çok hadis rivayet edilmiştir. Duanın sonunda eller, yüze sürülür. Bununla ilgili olarak Tirmizî’nin Abdullah ibn Ömer’den yaptığı rivayette; babası Hz. Ömer, Resulullah (s.a.v)’in, dua ederken ellerini kaldırdığında mübarek yüzünü elleriyle silmedikçe aşağıya indirmediği ve bunu, Resulullah (s.a.v)’in devamlı yaptığı işlerden olduğu belirtilmektedir. Yine Ebu Dâvud ile Tirmizî’nin, Saîd b. Yezîd ibm Saîd’in babasından yaptığı rivayette; Resulullah (s.a.v), dua ederken ellerini kaldırdığında ellerini mübarek yüzüne sürdüğü ifade edilmiştir.
Bazı alimlere göre; duada elleri kaldırmakla beraber eğer musibetin kaldırılması niyazında bulunuluyorsa ellerinin arkasını, lehte bir şey isteniliyorsa avuçlarının içini semaya doğru yöneltmek sünnettir. Ebu Dâvud’un, Mâlik ibn Yesâr’dan yaptığı rivayet, buna delildir. [7] Buhârî, İstaskâ’ [8] Müslim, Cum’a [9] Buhârî, Hacc [10] Buhârî, Cihâd [11] Buhârî, Meğazî [12] Hadislerde geçtiği üzere; dua ederken Allah’tan şunların istenildiği görülmektedir: Dini doğru öğrenme, dünyasını iyi kılma, ahireti hayrlı kılma, hayatı faydalı kılma, ölümü her türlü kötülükten uzak rahata kavuşma olma, helalinden kazanma ve haramdan uzak kalma, başkalarına, başkalarına muhtaç etmeme.. gibi daha bir çok şeyler dua edilirken Allah’tan istenilmektedir. Şunalr ise duada Allah’tan istenilmemektedir: Acizlik, tembellik, korkaklık, düşkünlük derecesine varan ihtiyarlık, cimrilik, kabir azabı, hayat ile ölümün fitnesi, cüzam, baras, delilik, hastalık, huşu duymayan bir kalp, kabul olunmayan bir dua, doymak bilmeyen bir nefis, faydası olmayan bir ilim, parçalanma, nifak, kötü ahlak, açlık, ihanet, düşmanın galebesi ve daha bir çok hususlar, dua edilirken Allah’tan istenilmemektedir. Allah’tan istenilenler arasında en fazla olanı; sağlık ve afiyettir. Çünkü bu, insanın sağlıklı olması gerektiğini ifade etmektedir. Sağlık ve afiyet, ancak mümin kulda değer ve kıymet kazanır. Çünkü mümin kul, sağlık ve afiyet içerisinde geçen ömrünü; faydalı, hayrlı ve Allah’ın istediği şekildeki faaliyetlerle, ibadetlerle, İslami çalışmalarla, davet faaliyetleriyle vb. halleriyle iyi bir hale getirir. Çünkü mümin kulun; namazı, ibadeti, hayatı ve ölümü hep alemlerin Rabbi Allah içindir (En’âm: Sağlıklı olmak, sadece mümin kulun değil, fasık, kafir, müşrik, ateist herkesin hakkıdır. Yalnız sağlıklı olmak; kafirin küfrünü, fasığın fıskını, müşrikin şirkini, artırabilir. Böyle bir durumda, bu durum, o kişi için bir iyilik değil kötülüktür. Öyleyse mümin kul, Allah’tan sağlık ve afiyet isteyecek ki, b udünya hayatındaki ömrünü hayrklı işlerde ve faaliyetlerde geçirme imkanı bulacaktır. Çünkü ahirette ömrün her anından hesap verme var. Sağlıklı ömrün hesabını vermek, daha zordur. [13] İstiaze: Sığınma, korunma, talep etme anlamına gelmektedir. Her çeşit kötülüklerden, günahlardan, Allah’ın yasaklarından, cehennemden.. gibi Allah’a sığınmak, O’nun korumasını talep etmek, İslam’da ibadetin en önemli hallerinden biridir. Resulullah (s.a.v)’in, burada, Allah’tan sığındığı kötü haller şunlardır: Burada ihtiyarlıkla kastedilen; düşkünlük ve aşırı ihtiyarlık halidir. İhtiyarlık ile yaşlılık kavramları, birbirinden farklıdır. Kişi, beden ve yaş olarak yaşlanabilir. Fakat iyi beslenmesi, stres ve sıkıntılardan uzak kalması sebebiyle ihtiyarlamayabilir. Kabir hayatında geçen iyi ve kötü şeyler; kişinin, dünyada yaptığı iyilik ve kötülüklere bağlıdır. Dünya hayatında iken kişi, Allah’ın emirlerine ve yasaklarına göre bir hayat sürmüşse, kabirdeki hayatıda buna bağlı olarak cennet bahçelerinden bir bahçe, yada cehennem çukurlarından bir çukur olabilmektedir. Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Da’vât [14] Allah’ın dünya semasına inmesini ifade eden rivayetler, çoktur. İnme vaktiyle ilgili olarak hadislerde farklı zaman dilimleri geçmektedir. “Cuma gecesi”, “her gece”, “gecenin son üçte biri”, “gecenin yarısı yada üçte ikisinden sonra” veya “üçte birinden sonra”. Allah’ın kullarına yaklaşması, O’nun rahmetini ifade eder. Öyleyse geceleyin belirtilen saatlerde, Allah’ın, yapılan duaları kabul etmek suretiyle lütuf ve rahmetini bol kıacağı, peygamberin diliyle belirtilmiş olunmaktadır. [15] Buhârî, Tevhid [16] Bu, sahabeden biridir. Fakat asıl adı, bilinmemektedir. [17] Cehmiyye: İslam aleminde ilk ortaya çıkan fırkalardan biridir. Muattıla ve Cebriye-i Hâlisa adlarıyla da anılır. Bazılarınca zındıklardan sayılmışlardır. Kurucusu, Cehm b. Safvân’dır. Cehmiyye, Allah’ı tenzih maksadıyla nasları ifade ettiği manaları aşacak derecede tevile gitmesi, dini konularda tek başına yeterli olmayan aklı nassa tercih etmesi ve dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.v) döneminden itibaren akaid sahasında devam eden saflık ve berraklığı bozması, özellikle de Sünnete bağlı selef alimleri arasında şiddetli tepkilere yol açmış, hatta İslam fırkaları dışında sayılmasına sebep olmuştur. [18] Tirmizî, Savm [19] Yüce Allah’ı ve sıfatlarını tanımak, mükellefe yüklenen en yüce sorumluluktur. İnsan için kulluk makamının en yüce makam olduğunu tanımak, işte bu teklifin özüdür. Dua da, insanın, Allah’a karşı muhtaçlığını ve Allah’a kulluk makamında oluşunun itirafını gösteren en yüce bir görüntü ve Alah’ın varlığını, sıfatlarını bu yüce sıfatlara ve güzel isimlere sahip oluşunu ameli bir ikrar, kabullenme ve itiraftır. Gerek bundan ve gerekse başka sebeplerden dolayı dua etmek bir ibadettir. İşte Resulullah (s.a.v)’de acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlıktan, cimrilikten, kabir azabından, hayatın ve ölümün fitnesinden, hastalıklardan, cehennem azabından… gibi durumlardan Allah’a sığınmakta ve uyurken, uyanıkken, eve ve mescide girip çıkarken, tuvalet ihtiyacını giderirken,oturumlarda, endişe ve korku anlarında, elbiselerini çıkarırken, sabah-akşam, önemli gün ve gecelerde, yerken ve içerken, namazın rüku, secde ve teşehhüd sırasında… gibi durumlarda hep Allah’a yönelmekte, O’ndan yardım dilemekte, hayatının her alanında başarılı olmayı istemektedir. Çünkü O, yaptığı duanın da bir ibadet olduğu bilinceydi. Bu nedenle de hayatını, çalışmalarını, faaliyetlerini insanlarla olan ilişkilerini, Müslüman olmayanlara karşı nasıl davranması gerektiğini, nasıl altın bir nesil yetiştirmesi gerektiğini… hayatının ve öbür dünyadaki hayatının nasıl şekilleneceği hususunda Allah’tan yardım dilemekte ve bu sayede yapacağı işlerde bilincini kuvvetleştirmekte, kendisini daha programlı bir hale getirmekte ve tespit edilmiş gayenin gerçekleştirilmesi için gayret sarfetmektedir. Bu durum, Resulullah (s.a.v)’in masumiyetine, geçmiş ve gelecek günahlarının affedilmiş olmasına rağmen bu dualara ve istiazelere çokça yer vermesi, ümmetine örnek olmak için ve kulluk görevlerini yerli yerinde göstermek içindir. Çünkü Allah’a kulluk etmenin içerisine; dua, istiğfar ve zikirler de girmektedir. [20] Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, H. No: |
637 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |