• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/ali.gulhan.58
  • https://www.twitter.com/ali69gulhan
ali gulhan

İLGİLİ HADİSLER

ZİKİRLER VE DUALAR BÖLÜMÜ[1]

﴿ كتاب الأذكار والدعوات ﴾

-201 ﴿ لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللّهِ كُنْزٌ مِنْ كُنُوزِ الْجَنَّةِ ﴾

“‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh’ (=Güç ve kuvvet, ancak Al­lah’ındır) sözü, Cennet hazinelerinden bir hazinedir”[2]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”ın ‘Kitâbu’l-Edeb’ (=Edeb Bölümü’n)de bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.      Ebu Musa el-Eş’arî                            

2.      Ebu Zerr                                           

3.      Ebu Hureyre                                     

4.      Zeyd b. Sâbit                                     

5.      Muâz b. Cebel                       

6.      Ebu Eyyûb el-Ensârî                          

7.     Kays b. Sa’d b. Ubâde

8.     Hâzim b. Harmele el-Gıfârî

9.     Zeyd b. İshâk el-Ensârî

10.     Muâviye b. Hayde

11.     Fudâle b. Ubeyd

12.     Ebu’d-Derdâ’

13.     Enes

14.     Hz. Ebu Bekr

Toplam, 14 kişi.

(Derim ki:) Bu hadis, şu yoldan da gelmiştir:

15. Ebu Ümâme[3]

Bu hadisi ise, İmam Ahmed (ö. 241/855) “Müsned” adlı eserinde riva­yet etmiştir.

Kevrânî ise “Risâle” adlı kitabının ‘Kesb Meselesi’ ile ilgili bahiste Suyûtî’den naklen, bu hadisin, mütevatir olduğunu söylemiştir.

Ebu Sâlim el-Ayyâş’de “Rihle” adlı kitabında bu hadisleri nakletmiştir.

Bu konuda daha geniş bilgi için (Suyûtî’nin) “Dürrü’l-Mensûr” adlı tefsir kitabında ﴿ وَلَوْلاَ إِذْ دَخَلْتَ جَنَّتَكَ قُلْتَ مَا شَاءَ اللّهُ لاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِاللّهِ ﴾ “Bağına girdi­ğinde: ‘Mâşallah! Kuvvet, yalnız Allah’ındır’ deseydin ya!” (Kehf: 18/39) ayetinin açıklamasına bakabilirsiniz.

* * *

-202 ﴿ فِعْله صَلَّى اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِلدُّعَاءِ وَمُوَاظَبَته ع‍َلَيْهِ ﴾

“Peygamber (s.a.v)’in, (devamlı bir şekilde) dua yapması ve dua yapmayı sürdürmesi”[4] ile ilgili hadisler

(Zürkânî) “Şerhu’l-Mevâhib”de Kuşeyrî (ö. 465/1072)’den naklen der ki: “Dua, isteklerin çok olmasından ötürü kişinin istediği hususa (mutlak ola­rak) ihtiyaç duymasıdır.”

“Dua, Allah’a boyun eğme ve ihtiyaç duyma halinin açığa vurulmasın­dan ibarettir.”

Daha sonra (Zürkânî) der ki: “Çünkü böyle yapma, Hz. Peygamber (s.a.v)’in mütevatir sünnetidir. Bu da, Hz. Peygamber (s.a.v)’den manevi mütevatir olarak gelmiştir.”

-203 ﴿ اَلتَّرْغِيب فِي الدُّعَاءِ وَالْحَثّ عَلَيْهِ ﴾

“Duaya rağbet ve teşvik etme”[5] ile ilgili hadisler

(Kastallânî) “Mevâhibu’l-Leduniyye”de duaya rağbet etme ile ilgili Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen haberlerin mütevatir olduğunu belirtmiştir.

* * *

-204 ﴿ رَفْع الْيَدَيْنِ فِي الدُّعَاءِ ﴾

“Duada elleri kaldırma”[6] ile ilgili hadisler

Suyûtî (ö. 911/1505) “İthâmu’d-Dirâye bi şerhi’n-Nihâye”de der ki: “Duada elleri kaldırma hususunda gelen hadiseri bir cüz’de topladım. Duada elleri kaldırma ile ilgili (hadisin pek çok) geliş yolları bana gelmiş olup (bunla­rın sayısı) 100’e ulaşmıştır.”

Yine Suyûtî, “Şerhu’t-Takrîb”de de der ki: “Duada elleri kaldırma ile il­gili hadislerde, mana bakımından mütevatir hadislerdendir. Duada elleri kal­dırma ile ilgili 100 kadar hadis, Resulullah (s.a.v)’den rivayet edilmiştir. Du­ada elleri kaldırma ile ilgili hadisleri bir cüz’de topladım. Fakat bu hadisler, çeşitli meseleler ile konularda (farklı bir şekilde) geçmektedir. Farklı yerlerde geçen bu hadisler, (lafzi olarak) tevatürü oluşturmamaktadır. Ama bu hadis­lerdeki ortak nokta: ‘Duada elleri kaldırma’ dır. Bu ortak noktanın hepsinin bir araya getirilmesi, tevatürü  meydana getirmektedir.”

(İbn Hacer) “Fethu’l-Bârî”nin ‘İstiskâ’ (=Yağmur Namazı) Bölümü’nde dua ederken elleri kaldırma hadisi ile ilgili yerde aynen şöyle der:

“Musannif Buhârî, bu hadisi, ‘Da’vât (=Dualar) Bölümü’nde her dua sı­rasında elleri kaldırmaya delil getirmiştir.

Bu konuda bir çok hadis gelmiştir. Münzirî, bu hadisleri müstakil bir cüz’de toplamıştır. Nevevî’de “Şerhu’l-Mühezzeb”in ‘Sıfâtu’s-Salât’ (=Na-mazın Kılınışı) ile ilgili bahiste bu hadislerin bir çoğunu getirmiştir. Bunlar, 30 hadistir.”

Yine Nevevî (ö. 676/1277) “Şerhu Müslim”de der ki: “Resulullah (s.a.v)’in, ‘İstiskâ’ (=Yağmur Namazı) dışında daha bir çok yerde dua eder­ken ellerini kaldırdığı sabittir. Resulullah (s.a.v)’in bunu yaptığı, sayılamaya­cak kadar çoktur. Bu hadislerden 30 kadarını Buhârî ile Müslim’in “Sa­hîh”lerinden yada bunların birinden topladım. Bu hadisleri, “Şerhu’l-Mühezzeb”in ‘Sıfâtu’s-Salât’ (=Namazın Kılınışı) ile ilgili bahsin sonlarında naklettim.”

Bunlardan bazılarını nakletme hususunda der ki: “Dua ederken elleri kaldırmanın, 100 hadiste geçtiği sabittir. Münzirî, bu hadisleri nakletmiştir. Suyûtî’de, bununla ilgili bir eser yazmıştır.”

Nevevî  “Ezkâr” ile “Şerhu’l-Mühezzeb”de ve Suyûtî (ö. 911/1505)’de “Tevşîh”de bu konuda gelen hadislerden bir çoğuna işaret etmiştir.

Enes’in,[7] “Sahîh”de geçen sözüne göre; Resulullah (s.a.v), ‘İstiskâ’ (=Yağmur Namazı) dışında hiçbir yerde dua ederken ellerini kaldırmayıp sadece ‘İstiskâ’ (=Yağmur Namazı)’nda ellerini kaldırmıştı. Hatta bu sırada koltuk altlarının beyazlığı görününceye kadar ellerini kaldırmıştı.

Enes’in bu sözünün yorumu yapılmalıdır. Enes, bu sözüyle; Resulullah (s.a.v)’in, ‘İstiskâ’ (=Yağmur Namazı) dışında hiçbir duasında koltuk altları­nın beyazlığı görününceye kadar ellerini açık bir vaziyette kaldırmadığını kast etmiş olabilir. Üstelik Enes’in bu sözü, bir çok sahih hadise ters düşmektedir.

Örneğin; Beyhakî’nin, Enes’ten yaptığı rivayette; Resulullah (s.a.v), kunût sırasında ellerini kaldırmıştır.

Müslim’in, Hz. Aişe’den yaptığı rivayette ise; Resulullah (s.a.v), Baki’ kabristanlığında yatanlara dua ederken ellerini kaldırmıştır.

Yine Müslim’in, Umâre b. Rüeybe’den[8] yaptığı rivayette ise; Resulullah (s.a.v), Bedir Savaşı günü dua ederken ellerini kaldırmıştır.

Buhârî’nin, Abdullah ibn Ömer’den[9] yaptığı rivayette ise; Resulullah (s.a.v), Orta Cemre’de dua ederken ellerini kaldırmıştır.

Yine Buhârî’nin, Enes’ten[10] yaptığı rivayette; Resulullah (s.a.v), Hayber Savaşı sabahı (dua ederken) ellerini kaldırmıştır.

Buhârî ile Müslim, Resulullah (s.a.v)’in, Ebu Musa el-Eş’arî’den[11] yap­tığı rivayette; Resulullah (s.a.v), (koltuk altlarının beyazlığı görününceye ka­dar) ellerini kaldırmıştır.

Buhârî, elleri kaldırma ile ilgili Hz. Aişe, Ebu Hureyre, Câbir ile Hz. Ali’den yaptığı rivayetlerde; Resulullah (s.a.v)’in, (dua ederken) ellerini kal­dırdığı ile ilgili hadisleri ve daha başka yerlerde de ellerini kaldırdığına dair hadisleri bir cüz’de toplamıştır.

Buhârî der ki: “Bu rivayetler, bunun dışında (kalan rivayet)lere nispetle sahihtir.”

* * *

-205 ﴿ طَلَب الْعَافِيَةِ ﴾

“(Dua ederken Allah’tan) sağlık isteme”[12] ile ilgili hadisler

Hafız İbnü’l-Cezerî (ö. 606/1209) “Hısnu’l-Hasîn” adlı kitabının birkaç yerinde, dua ederken Allah’tan sağlık isteme ile ilgili, Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen hadislerin mütevatir olduğunu belirtmiştir.

* * *

-206 ﴿ أَنَّهُ صَلَّى اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ يَتَعَوَّذُ مِنَ الْبُخْلِ وَالْهَرَمِ وَالْكَسَلِ وَعَذَابِ الْقَبْرِ وَفِتْنَتِهِ ﴾

“Hz. Peygamber (s.a.v) cimrilikten, korkaklıktan, ihtiyarlıktan, tembellikten, kabir azabı ile fitnesinden (Allah’a) sığınması”[13] ile ilgili hadisler

İbnü’l-Cevzî (ö. 597/1200) “Va’z” adlı kitabının baş tarafında bu tür hadislerin mütevatir olduğunu aynen şöyle anlatmaktadır:

“Hz. Peygamber (s.a.v)’in (çeşitli konularda Allah’a) sığınması ile ilgili O’ndan gelen haberler, mütevatirdir.”

* * *

-207 ﴿ اَلنُّزُولُ (أي نُزُول الْحَقِّ تَعَالَى) فِي كُلِّ لَيْلَةٍ إِلَى السَّمَاءِ الدُّنْيَا ﴾

“Yüce Allah’ın, her gece dünya semasına inmesi”[14]

Bu hadis, bir çok yollardan rivayet edilmiştir:

1.     Ebu Hureyre,[15] Hz. Peygamber (s.a.v)’den

Tirmizî (ö. 279/892) der ki: “Bu konuda şu yollardan da hadis gelmiştir:

2.     Hz. Ali                                             

3.     Ebu Saîd el-Hudrî                             

4.     Rifâa el-Cühenî                     

5.     Cübeyr b. Mut’im

6.     Abdullah ibn Mes’ud

7.     Ebu’d-Derdâ’

8.     Osman ibnu’l-Âs

(Aynî) “Umdetu’l-Kârî”de der ki: “(Derim ki:) Bu konuda ayrıca şu yollardan da hadis gelmiştir:

9.        Câbir b. Abdullah                              

10.     Ubâde ibnu’s-Sâmit                          

11.     Ukbe b. Âmir                                   

12.     Amr b. Abese                                              

13.     Ebu’l-Hattâb[16]                                

14.     Hz. Ebu Bekr                                   

15.     Enes b. Mâlik                                   

16.     Ebu Musa el-Eş’arî   

17.     Muâz b. Cebel          

18.     Ebu Sa’lebe el-Huşenî           

19.     Hz. Aişe    

20.     Abdullah ibn Abbâs

21.     Nevvâs b. Sem’ân

22.     Ümmü Seleme

23.     Abdulhumeyd b. Yezîd ibn Seleme’ nin atası”

Daha sonra da bunların rivayet ettikleri hadisleri ve Ebu’l-Hattâb’a varıncaya kadar bu hadisleri tahric eden kimseleri de nakletmiştir. Bu konuda daha geniş bilgi için Aynî (ö. 855/1451)’nin bu kitabına bakabilirsiniz.

Ayrıca Ebu’ş-Şeyh İbn Hayyân (ö. 369/979)’ın “Kitâbu’s-Sünne” adlı kitabında Ebu Zür’a’nın şöyle söylediği nakledilmiştir:

“Allah’ın, her gece dünya semasına inmesi ile ilgili Resulullah (s.a.v)’den gelen hadisler, mütevatirdir. Bu hadisleri, Resulullah (s.a.v)’in sahabilerinden bir çoğu rivayet etmiştir. Bize göre, bu hadisler, sıhhatli ve kuvvetli bir durumdadır.”

Sehavî (ö. 902/1496)’nin “Fethu’l-muğîs”inde geçtiği üzere; bazıları, bu hadisi mütevatir hadisler içerisinde saymıştır.

(İbn Abdilhâdî) “Sârimu’l-münekkî”de aynen şöyle der: “(Yüce Allah’ın, her gece dünya semasına) inmesi ile ilgili Resulullah (s.a.v)’den gelen hadis, mütevatirdir.

Osman ibn Saîd ed-Dârimî dedi ki: ‘Bu hadis, Cehmiyye[17] fırkasını en çok kızdıran bir hadistir.’

Ebu Ömer ibn Abdilberr’de dedi ki: ‘Bu hadis, nakil yönünden sağlam ve senedi sahih bir hadistir. Hadisçiler, bu hadisin sıhhatli oluşu hususunda ihtilafa düşmemişlerdir.’”

(Derim ki:) Konu ile ilgili şu hadisi de; İmam Ahmed, Tirmizî ve İbn Mâce Hz. Aişe’den[18] merfu’ olarak şöyle rivayet etmişlerdir:

﴿ إِنَّ اللّهَ يَنْزِلُ لَيْلَةَ النِّصْفِ مِنْ شَعْبَانَ إِلَى سَمَاءِ الدُّنْيَا فَيَغْفِرُ لِأَكْثَرَ مِنْ عَدَدِ شَعْرِ غَنَمِ بْنِي كَلْبٍ ﴾

“Allah, Şa’bân ayının ortasındaki günün gecesinde Kelb kabilesinin koyunlarının tüyünün sayısından daha çok sayıda (günahı) bağışlar”

* * *

-208 ﴿ اَللَّهُمَّ إِنَّكَ سَأَلْتَنَا مِنْ أَنْفُسِنَا مَا لاَ نَمْلِكُهُ إِلاَّ بِكَ فَأَعْطِنَا مِنْكَ مَا يُرْضِيكَ عَنَّا ﴾

“Allahım! Doğrusu kendimiz için ancak senin sayende elde edebileceklerimizi  (yine senden) isteriz. Bu nedenle de bizden razı olacağın şeyleri bize ver”[19]

Suyûtî (ö. 911/1505) “Cem’” ile “Câmi”de[20] bu hadisi sadece Ebu Hureyre yolundan nakletmiştir.

Münâvî (ö. 1031/1622) “Feyzu’l-Kadîr” ile “Teysîr”de der ki: “Müellif Suyûtî dedi ki: ‘Bu hadis, mütevatirdir.’”

Bu hadisi, (Suyûtî’nin) “el-Ezhâr” adlı kitabında bulamadım.

Hadisin mütevatir olduğu ifadesi; ya bir kalem yanlışlığı yada (asıl nüshayı) çoğaltan kimsenin bir hatası olduğu zihne gelmektedir.


 

Ancak burada hem Suyûtî ve hem de Münâvî’nin, Hz. Muhammed (s.a.v)’in her halükarda Allah’a yöneldiğini ve Allah’tan başarılı olmayı istemenin mana bakımından mütevatir olduğunu kast etmiş olmaları doğru olur.

Yine de doğruyu en iyi bilen Cenab-ı Allah’tır.

* * *


 

[1]      “Dua” kelimesi, sözlükte; çağırmak, davet etmek, rağbet etmek, yardım istemek gibi anlamlara gelir. Çoğulu, “Da’vât”tır.

        “Zikir” ise; anmak, hatırlamak gibi anlamlara gelmektedir.

        Dua; bir ibadet, kulluğun özü, Rabbe dönüş ve yönelişin adıdır. Kulluktan bahsedilen bir yerde, duadan bahsetmemek mümkün değildir.

        Dua, kulun düşüncesinin Rabbe takdim edilmesi şeklidir. Kul, erişemeyeceği ve gücüyle elde edemeyeceği her şeyini, mutlak iktidar sahibi olan ALLAH’tan ister.

        Günümüzde sadece beş vakit namazın veya belli bir kısım ibadetin sonuna sıkıştırılarak küçültü­len dua, gerçekte, hayatın ve hayat ötesinin en büyük lazımıdır.

        Dua; rıza-i ilahinin şifresi, cennet yurdunun da anahtarı, kalplerin şifası, ruhların gıdası, kulun Rabbine karşı şükran ve vefasıdır. 

[2]      “Havl” kelimesi; hareket ve çare anlamına gelmektedir. Bu kelimenin başka türevleri de vardır. Hepsinde güç isteyen bir hareket ve bir yer değiştirme görülmektedir. Şu halde bu cümle; “şu veya bu şey”, “şu yada bu iş” demeksizin hareket, güç, kuvvet gerektiren, her halimizde, her işimizde, yaptığımız her iyilikte, işlediğimiz her amelde muhtaç olduğumuz güç ve kuvvetin Al­lah’tan geldiğini ifade etmektedir.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Da’vât 51, 68; Müslim, Zikr 45; İbn Mâce, Edeb 59 (3824, 3825, 3826); Tirmizî, Da’vât 141 (3596); Müsned: 5/145, 150, 228, 265, 418; Taberânî; Ebu Nuaym; İbn AsâkirHâkim, Müstedrek, 1/542

[3]      Müsned: 5/265

[4]      Resulullah (s.a.v)’in dua yapması ve bu dua yapma işini sürdürmesi ile ilgili çok sayıda hadis vardır. Bu hadislerin geçtiği yerler için hadis kitaplarının “Da’vât” (=Dualar) ve “Ezkâr” (=Zikirler) bölümüne bakılabilinir.

        Dua, Kur’an’da; “ibadet” (Yûnus: 10/106), “yardım isteme” (Bakara: 2/23), “nida” (İsrâ: 17/110) gibi anlamlara gelmektedir.

        Cumhur, duayı, ibadetin bir şubesi olarak görmüştür. Yine duanın, ibadet yönünden başka; dünyevi ve şahsi hayatımızı ilgilendiren ayrı bir yönü vardır. Dua etmek suretiyle arzularımızı, ihtiyaçlarımızı, bir başka ifadeyle; gerçekleştirilmesi gereken hedefleri ifadeye döküyor ve şuur haline getiriyoruz.. Yapılacak işleri bir bakıma gündeme getiriyor ve programa alıyoruz. Rabbimizden, dilimizle sözlü olarak istediğimiz şeylerin gerçekleşmesi için gerekli sebeplere baş­vurmaya geçiyor, imkanlarımızı, kapasitemizi kuvveden fiile geçiriyoruz.

        İşte tüm bu durumları, bize, Resulullah (s.a.v) göstermiş ve bizzat kendisi de Allah’a dua etmiş­tir.

        Kısaca dua; insan ile Allah arasında bir haberleşme yada iletişimn olarak  tanımlanabilinir. Dua ile insan, doğrudan doğruya Allah’a başvurmakta ve O’nunla konuşmaktadır.

        Dua eden insanın, bir taraftan Allah’a olan köklü bağımlılığını ifade etmesi, diğer taraftan da O’nun yüce kudretine duyduğu çok derin bir güven ve itimat, biri diğerinden ayrılmaz şekilde duada yer almaktadır.

        Duanın, gerek organsal ve gerekse de ruhsal bir takım hastalıkları tedavi edici gücü ve özelliği, öteden beri bilinmektedir. Çünkü dua eden insan, kendisine hile ve kurnazlık yapmak mümkün olmayan Allah’a her şeyi söyleyerek kendi kendisiyle ilgili ve kendisinin Allah’la ilişkisi konu­sundaki hakikati gizleyip saklamadan olduğu gibi anlatır.

        Yine bugün psikolojik yapının işleyişinden ileri gelen bazı ruhsal bozuklukların dua ve dini telkin yoluyla şifaya kavuşturulması imkanları, psikolog ve psikiyatristlere yabancı olmayan bir hu­sustur.

        Dua, sesli yada sessiz, belli bir formüle göre yada insani durumun gerektirdiği yerde serbest ve sade ifadelerle yapılabilinir.

        Yine dua, insanın duygularını, tepkilerini, istek ve ihtiyaçlarını ifade ettiği için duygu ve istekleri kadarda çeşitlidir.

            1. İstek ve Dilek Duası: Şahsi istek ve ihtiyaçlar için yapılan duadır.

            2. Şükür Duası: İnsanın, Allah’ın sonsuz lütfu ve ikramı karşısında takındığı tavrı ve hissettiği duyguları en iyi bir şekilde ifade etmesi için yaptığı duadır.

            3. Şefaat Duası: Bir başkası için dua etme.

            4. Tapınma ve Övgü Duası: Kainattaki düzeni, güzellikleri ve yaratıcının ilahi tezahürlerini idrak eden bir müminin, bu durumda hissettiği saygı ve hayranlıkla karışık korku duygularını sesli veya sessiz olarak dile getirmesi.

            5. Günahları İtiraf ve Bağılanma Duası: Allah’a yakın olma ve O’nunla uyumlu bir ilişkiyi sürdürme isteği.

        (B.k.z: Doç. Dr. Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, TDV.)

[5]      İnanan insan; dualarla, ibadetlerle vb. hususlarla Allah’a yakınlaşmaya çalışır. Allah’a güven ve bağlılık temeli üzerinde, derin bir minnettarlık duygusu ve dini vazife şuurunun ifadesi ve gös­tergesi olarak anlam kazanan çok değişik uygulamalar, dini hayatın ayrılmaz bir boyutudur.

Dua ve ibadet, insan ve Allah arasında iman bağıyla kurulan ilişkiyi tanımlayan ve dışa yansıtan uygulamalar bütünüdür. Dini hayat, bu uygulamalar sayesinde kuvveden fiile geçer.

        Dini anlamı içerisinde dua, istek kadar şükran ve sevgisi ifadesi olan, insanın Allah’a doğru  her hareketi demektir. Bu bakımdan dini hayat içerisinde duanın merkezi bir yeri ve önemi vardır.

                Çeşitli araştırmalar, modern toplumlarda duanın çok yaygın bir davranış olduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle de gençlerin duaya yönelişinde; gelecek endişesi, günahlarını affettirme ümidi, sınavlarda başarılı olma arzusu, sevilen birinin ölümünden duyulan üzüntü, hastalık ve tehlikeli durumlarda yardım ve güvenlik gibi sebeplerin büyük rol oynadığı anlaşılmaktadır. İnsnaların büyük çoğunluğunun, genellikle çaresizlik ve mahrumiyet anlarında Allah’a yalvarıp yakardıkları müşahade edilmektedir.

        Yine müşahadeler göstermektedir ki, bilinçli olarak Allah’a inanmayan bir çok insanın, büyük çaresizlik anlarında, varlığını inkar ettikleri Allah’a dua etmektedirler.

        Dua eden kişiler, büyük bir olasılıkla duaların kabul olacağına inanırlar.

        Bununla birlikte dua gerçekten kabul olunmakta mıdır? Duanın yaşadığımız dünyada müşahade edilebilir etkileri var mıdır? Bu ve benzeri sorular, herkes tarafından olumlu bir şe­kilde cevap bulmayabilir. Yalnız belirli şartlarına uyularak yapılan hiçbir duanın karşılıksız kal­mayacağı, dinde merkezi bir fikirdir.

[6]      Resulullah (s.a.v)’in bir çok yerde dua ederken ellerini kaldırdığı ile ilgili bir çok hadis rivayet edilmiştir. Duanın sonunda eller, yüze sürülür. Bununla ilgili olarak Tirmizî’nin Abdullah ibn Ömer’den yaptığı rivayette; babası Hz. Ömer, Resulullah (s.a.v)’in, dua ederken ellerini kaldır­dığında mübarek yüzünü elleriyle silmedikçe aşağıya indirmediği ve bunu, Resulullah (s.a.v)’in devamlı yaptığı işlerden olduğu belirtilmektedir. Yine Ebu Dâvud ile Tirmizî’nin, Saîd b. Yezîd ibm Saîd’in babasından yaptığı rivayette; Resulullah (s.a.v), dua ederken ellerini kaldırdığında ellerini mübarek  yüzüne sürdüğü ifade edilmiştir.

 

        Bazı alimlere göre; duada elleri kaldırmakla beraber eğer musibetin kaldırılması niyazında bulunuluyorsa ellerinin arkasını, lehte bir şey isteniliyorsa avuçlarının içini semaya doğru yö­neltmek sünnettir. Ebu Dâvud’un, Mâlik ibn Yesâr’dan yaptığı rivayet, buna delildir.

[7]      Buhârî, İstaskâ’ 22

[8]      Müslim, Cum’a 53

[9]      Buhârî, Hacc 140

[10]     Buhârî, Cihâd 130

[11]     Buhârî, Meğazî 55; Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 165

[12]     Hadislerde geçtiği üzere; dua ederken Allah’tan şunların istenildiği görülmektedir: Dini doğru öğrenme, dünyasını iyi kılma, ahireti hayrlı kılma, hayatı faydalı kılma, ölümü her türlü kötü­lükten uzak rahata kavuşma olma, helalinden kazanma ve haramdan uzak kalma, başkalarına, başkalarına muhtaç etmeme.. gibi daha bir çok şeyler dua edilirken Allah’tan istenilmektedir.

        Şunalr ise duada Allah’tan istenilmemektedir: Acizlik, tembellik, korkaklık, düşkünlük derece­sine varan ihtiyarlık, cimrilik, kabir azabı, hayat ile ölümün fitnesi, cüzam, baras, delilik, hasta­lık, huşu duymayan bir kalp, kabul olunmayan bir dua, doymak bilmeyen bir nefis, faydası ol­mayan bir ilim, parçalanma, nifak, kötü ahlak, açlık, ihanet, düşmanın galebesi ve daha bir çok hususlar, dua edilirken Allah’tan istenilmemektedir.

        Allah’tan istenilenler arasında en fazla olanı; sağlık ve afiyettir. Çünkü bu, insanın sağlıklı olması gerektiğini ifade etmektedir.

        Sağlık ve afiyet, ancak mümin kulda değer ve kıymet kazanır. Çünkü mümin kul, sağlık ve afiyet içerisinde geçen ömrünü; faydalı, hayrlı ve Allah’ın istediği şekildeki faaliyetlerle, ibadet­lerle, İslami çalışmalarla, davet faaliyetleriyle vb. halleriyle iyi bir hale getirir. Çünkü mümin kulun; namazı, ibadeti, hayatı ve ölümü hep alemlerin Rabbi Allah içindir (En’âm: 6/162).

        Sağlıklı olmak, sadece mümin kulun değil, fasık, kafir, müşrik, ateist herkesin hakkıdır. Yalnız sağlıklı olmak; kafirin küfrünü, fasığın fıskını, müşrikin şirkini, artırabilir. Böyle bir durumda, bu durum, o kişi için bir iyilik değil kötülüktür.

        Öyleyse mümin kul, Allah’tan sağlık ve afiyet isteyecek ki, b udünya hayatındaki ömrünü hayrklı işlerde ve faaliyetlerde geçirme imkanı bulacaktır. Çünkü ahirette ömrün her anından hesap verme var. Sağlıklı ömrün hesabını vermek, daha zordur.  

[13]     İstiaze: Sığınma, korunma, talep etme anlamına gelmektedir. Her çeşit kötülüklerden, günahlar­dan, Allah’ın yasaklarından, cehennemden.. gibi Allah’a sığınmak, O’nun korumasını talep et­mek, İslam’da ibadetin en önemli hallerinden biridir.

                Resulullah (s.a.v)’in, burada, Allah’tan sığındığı kötü haller şunlardır:

            1. Cimrilik: Kişiyi üzerinde bulunan başkasına ait hakkı vermekten mani olan, bu hak verildiği takdirde hırsa ve korkuya düşüren haldir. Dinimizde cimrilik yasaklanmıştır. Cimriliğin aşırı şek­line, “şuhh” denilmektedir.

            2. Korkaklık: Kişinin, bedeni faaliyetlerden faydalanamaması halidir. Korkaklık, kişinin, zaafı­dır. Kişi, bu zaaf halini yenemediği takdirde psikolojik bunalımlara düşebilir. Dinimiz, kişinin, cesaretli olmasını tavsiye etmektedir.

            3. İhtiyarlık: Kişinin, yaşamak için zaruri olan ihtiyaçları iyi niyetine rağmen temin edemeyecek ve kendi ihtiyaçlarını  kendi başına göremeyecek duruma düşmesidir.

        Burada ihtiyarlıkla kastedilen; düşkünlük ve aşırı ihtiyarlık halidir. İhtiyarlık ile yaşlılık kavram­ları, birbirinden farklıdır. Kişi, beden ve yaş olarak yaşlanabilir. Fakat iyi beslenmesi, stres ve sı­kıntılardan uzak kalması sebebiyle ihtiyarlamayabilir.

            4. Tembellik: Kişinin, güç ve kuvveti olmasına rağmen işi terk etmesi yada gevşek yapması halidir. İşin terk edilmesi yada yapılmaması, güçsüzlük ve dermansızlıktan değildir. Güç ve kuv­vete rağmen işin yapılmamasıdır.

        5. Kabir azabı ve fitnesi: Kabir azabının varlığı, pek çok nasla sabit olan bir gerçektir. Dünya hayatı ile kıyametin kopmasına kadar geçen zaman içinde “berzah” denilen ara bir devre vardır ki, buna, “kabir hayatı” denilmektedir.

        Kabir hayatında geçen iyi ve kötü şeyler; kişinin, dünyada yaptığı iyilik ve kötülüklere bağlıdır. Dünya hayatında iken kişi, Allah’ın emirlerine ve yasaklarına göre bir hayat sürmüşse, kabir­deki hayatıda buna bağlı olarak cennet bahçelerinden bir bahçe, yada cehennem çukurlarından bir çukur olabilmektedir.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Da’vât 38, 40, 42, Cihad 25; Müslim, Zikr 52 (2706); Tirmizî, Da’vât 71 (3480, 3481); Ebu Dâvud, Salat 367 (1540, 1541); Nesâî, İstiaze 6

[14]     Allah’ın dünya semasına inmesini ifade eden rivayetler, çoktur. İnme vaktiyle ilgili olarak hadis­lerde farklı zaman dilimleri geçmektedir. “Cuma gecesi”, “her gece”, “gecenin son üçte biri”, “gecenin yarısı yada üçte ikisinden sonra” veya “üçte birinden sonra”.

        Allah’ın kullarına yaklaşması, O’nun rahmetini ifade eder. Öyleyse geceleyin belirtilen saat­lerde, Allah’ın, yapılan duaları kabul etmek suretiyle lütuf ve rahmetini bol kıacağı, peygambe­rin diliyle belirtilmiş olunmaktadır.

[15]     Buhârî, Tevhid 35, Teheccüd 14, Da’vât 13; Müslim, Salatu’l-müsâfirîn 168 (758); Tirmizî, Da’vât 80 (3493); Ebu Dâvud, Salât 311 (1315)

[16]     Bu, sahabeden biridir. Fakat asıl adı, bilinmemektedir.

[17]     Cehmiyye: İslam aleminde ilk ortaya çıkan fırkalardan biridir. Muattıla ve Cebriye-i Hâlisa adlarıyla da anılır. Bazılarınca zındıklardan sayılmışlardır. Kurucusu, Cehm b. Safvân’dır.

        Cehmiyye, Allah’ı tenzih maksadıyla nasları ifade ettiği manaları aşacak derecede tevile gitmesi, dini konularda tek başına yeterli olmayan aklı nassa tercih etmesi ve dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.v) döneminden itibaren akaid sahasında devam eden saflık ve berraklığı bozması, özellikle de Sünnete bağlı selef alimleri arasında şiddetli  tepkilere yol açmış, hatta İslam fırkaları dışında sayılmasına sebep olmuştur.  

[18]     Tirmizî, Savm 39 (739); İbn Mâce, İkâme 191 (1389)

[19]     Yüce Allah’ı ve sıfatlarını tanımak, mükellefe yüklenen en yüce sorumluluktur. İnsan için kulluk makamının en yüce makam olduğunu tanımak, işte bu teklifin özüdür. Dua da, insanın, Allah’a karşı muhtaçlığını ve Allah’a kulluk makamında oluşunun itirafını gösteren en yüce bir görüntü ve Alah’ın varlığını, sıfatlarını bu yüce sıfatlara ve güzel isimlere sahip oluşunu ameli bir ikrar, kabullenme ve itiraftır. Gerek bundan ve gerekse başka sebeplerden dolayı dua etmek bir iba­dettir.

        İşte Resulullah (s.a.v)’de acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlıktan, cimrilikten, kabir azabından, hayatın ve ölümün fitnesinden, hastalıklardan, cehennem azabından… gibi du­rumlardan Allah’a sığınmakta ve uyurken, uyanıkken, eve ve mescide girip çıkarken, tuvalet ih­tiyacını giderirken,oturumlarda, endişe ve korku anlarında, elbiselerini çıkarırken, sabah-akşam, önemli gün ve gecelerde, yerken ve içerken, namazın rüku, secde ve teşehhüd sırasında… gibi durumlarda hep Allah’a yönelmekte, O’ndan yardım dilemekte, hayatının her alanında başarılı olmayı istemektedir.

        Çünkü O, yaptığı duanın da bir ibadet olduğu bilinceydi. Bu nedenle de hayatını, çalışmalarını, faaliyetlerini insanlarla olan ilişkilerini, Müslüman olmayanlara karşı nasıl davranması gerekti­ğini, nasıl altın bir nesil yetiştirmesi gerektiğini… hayatının ve öbür dünyadaki hayatının nasıl şekilleneceği hususunda Allah’tan yardım dilemekte ve bu sayede yapacağı işlerde bilincini kuvvetleştirmekte, kendisini daha programlı bir hale getirmekte ve tespit edilmiş gayenin ger­çekleştirilmesi için gayret sarfetmektedir.

        Bu durum, Resulullah (s.a.v)’in masumiyetine, geçmiş ve gelecek günahlarının affedilmiş olma­sına rağmen bu dualara ve istiazelere çokça yer vermesi, ümmetine örnek olmak için ve kulluk görevlerini yerli yerinde göstermek içindir. Çünkü Allah’a kulluk etmenin içerisine; dua, istiğfar ve zikirler de girmektedir. 

[20]     Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, H. No: 1459



637 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın