• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/ali.gulhan.58
  • https://www.twitter.com/ali69gulhan
ali gulhan

İLGİLİ HADİSLER

YEMİNLER[1] BÖLÜMÜ

                                ﴿ كِتَابُ الأَيْمَانِ ﴾

-191 ﴿ أَنَّهُ عَلَيْهِ الصَّلاّةُ وَالسَّلاَمُ قَضَى بِالْيَمِينِ مَعَ الشَّاهِدِ الْوَاحِدِ ﴾

“Hz. Peygamber (s.a.v), (iddia sahibi iki şahit bulamazsa) yeminin, bir şahitle (yeterli olacağına) hükmetmiştir”[2]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.      Ebu Hureyre                          

2.     Câbir                        

3.     İmâre b. Hazm                                 

4.     Bilâl ibnu’l-Hâris

5.     Zeyd b. Sâbit

6.     Ebu Saîd el-Hudrî

7.     Abdullah ibn Ömer

Toplam, 7 kişi.

(Derim ki:) Bu hadis, şu yollardan da gelmiştir:

8.   Abdullah ibn Abbâs                           

9.  Abdullah ibn Amr                              

10. Hz. Ali                                             

11. Sa’d b. Ubâde

12. Sürreka         

13. Zübeyb b. Sa’lebe

14. Muğîre

15. Ca’fer b. Muhammed, babasından (mürsel olarak)                 

Bu hadis, meşhur bir çok yollardan gelmiştir. Yine bu hadis, çeşitli sahih rivayetlerden de gelmiştir.

İbnü’l-Cevzî (ö. 597/1200) “Tahkîk”de bu hadisi rivayet eden kimseleri tek tek saymıştır. Bunların sayısı, 20 sahabeyi geçmiştir. Hadisin geliş yollarının en sıhhatli olanı; Abdullah ibn Abbâs hadisi, sonra da Ebu Hureyre hadisidir.

Bezzâr (ö. 292/904)’da der ki: “Bu konudaki hadisler, hasen’dir. Bu hadislerin en sıhhatli olanı, Abdullah ibn Abbâs hadisidir.”

Devamla da der ki: “İbn Abdilberr, bu hadisin senedinde geçen hiçbir kimseyi eleştirmemiştir. Marifet sahibi kimseler arasında bu hadisin sıhhatli oluşu hususunda bir görüş ayrılığı yoktur.”

Bununla birlikte İbn Hacer (ö. 852/1447)’de “Tahrîcu Ehâdisi’r-Râfiî”de bu koynu ele alıp incelemiştir. Daha geniş bilgi için bu kitaba bakabilirsiniz.

İbn Arafe’de “Muhtasar”da aynen şöyle der: “Mezhep, Hukûkî Mallarda,  bir şahitle yapılan yeminin, iki şahit hükmünde olduğu şeklindedir.

(İmam Mâlik) “Muvatta’”da dedi ki: ﴿ قَضَى رَسُولُ اللّهِ صَلَّى اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بشالْيَمِينِ مَعَ الشَّاهِدِ ﴾  “Resulullah (s.a.v), yeminin, bir şahitle (yeterli olacağına) hükmetmiştir.”

İbn Abdilberr dedi ki: ‘Bu, mürsel bir hadistir. Güvenilir bir hadis topluluğu, Câbir’den gelen hadisi merfu’ olarak nakletmiştir.’

Müslim’de belli bir senedle rivayet ettiğine göre; ﴿ أَنَّ رَسُولَ اللّهِ صَلَّى اللّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَضَى بِيَمِينٍ وَشَاهِدٍ ﴾ “Resulullah (s.a.v), yeminin, bir şahitle (yeterli olacağına) hükmetmiştir.”[3]

Daha sonra İbn Arafe der ki: “Müslim’in rivayet ettiği Abdullah ibn Abbâs hadisini, Buhârî rivayet etmemiştir. Fakat Buhârî ile Müslim, çeşitli yollardan gelen Ebu Hureyre, Zeyd b. Sâbit, Abdullah ibn Amr hadislerini rivayet etmişlerdir.”

Celâleddin el-Mahallî ise “Cem’u’l-Cevâmi”ye yaptığı şerhte, bu hadisin; sadece ahad haber olduğunu ve hadisin, tevatür derecesine ulaşmadığı hakkında söylemiş olduğu sözü, açık ve nettir.

Yine Aliyyu’l-Kârî (ö. 1014/1605)’nin “Şerhu’l-Mişkât”da, bu hadisin, zanni bir delil olduğu, kesin delil olan Kur’an’a ters düşmediği ile ilgili sözü; hadisin, ahad haber olduğunu ifade etmektedir. Daha geniş bilgi için bu kitaba başvurabilirsiniz.

* * *

-192 ﴿ اَلْبَيِّنَةُ عَلَى الْمُدَّعِي وَالْيَمِينُ عَلَى مَنْ أَنْكَرَ ﴾

“Delil getirme, iddia sahibine aittir. Yemin ise, iddiayı inkar eden kimseye aittir”[4]

Bu hadis, şu yollardan gelmiştir:

1.      Abdullah ibn Ömer

2.      Amr b. Şuayb, babasında, o da atasından

3.      Abdullah ibn Abbâs

4.      Ebu Hureyre

5.      Berre bint. Ebi Tüczâ el-Abderiyye

Yine bu hadis, Buhârî ile Müslim’in “Sahîh”lerinde şu yoldan gelmiştir:

6.   Abdullah ibn Mes’ud[5]

Yine bu hadis, Buhârî ile Müslim’in “Sahîh”lerinde şu yoldan da gelmiştir:

7.   Eş’as ibn Kays[6]

Bu hadis, şu şekilde gelmiştir:

﴿ أَلَكَ بَيِّنَةٌ؟ قُلْتُ: لاَ. فَقَالَ: لِلْيَهُودِيِّ اِحْلِفْ ﴾

“‘Senin bir delilin var mıdır?’ (diye sordu. Ben de:) ‘Hayır’ dedim.

Bunun üzerine Yahudi’ye dönüp ona: ‘Yemin et’ buyurdu.”

Müslim ise “Sahîh”inde bu hadisi şu yoldan rivayet şu yoldan rivayet etmiştir:

8.   Vâil b. Hucr el-Hadramî[7]

Bu hadis de, şu şekilde gelmiştir:

أ﴿ َلَكَ بَيِّنَةٌ؟ قُلْتُ: لاَ. قَالَ: فَلَكَ يَمِينُهُ ﴾

“‘Senin bir delilin var mıdır?’ (diye sordu. Ben de:) ‘Hayır’ dedim.

Bunun üzerine (bana): ‘Yemin etmen gerekmektedir’ buyurdu.”

Abdullah ibn Abbâs hadisi,[8] Buhârî ile Müslim’in “Sahîh”lerinde şu şekilde geçmektedir:

﴿ لَوْ يُعْطَى النَّاسُ بِدَعْوَاهُمْ لَادَّعَى نَاسٌ دِمَاءَ رِجَالٍ وَأَمْوَالَهُمْ وَلَكِنَّ الْيَمِينَ عَلَى الْمُدَّعَى عَلَيْهِ ﴾

“İnsanlara (sırf) davaları sebebiyle (hiç delil olmadan istedikleri) verilse, bir takım insanlarda, (diğer) insanların kanlarını ve mallarını (istemeyi) iddia ederdi. Fakat yemin, davalıya aittir”

İsmâîl (ö. 371/982)’de “Sahîh”in de bu hadisi şu lafızla rivayet etmiştir:

﴿ وَلَكِنْ اَلْبَيِّنَةَ عَلَى الطَّالِبِ وَالْيَمِين عَلَى الْمُدَّعَى عَلَيْهِ ﴾

“Fakat delil getirme, (iddiayı) talep edene aittir. Yemin de davalıya aittir.”

Sa’d et-Taftazânî (ö. 792/1389) “Şerhu’n-Nesefî”de der ki: “Peygamberin verdiği haber ile sabit olan ilim, kesinlik ve değişmezlik yönünden zaruri şekilde sabit olan bilgilere benzer. (Zaruri şekilde) sabit olan bilgi de, mütevatirdir… Bu tür bilgi, Resulullah (s.a.v)’in; “delil getirme, iddia sahibine aittir. Yemin ise, iddiayı inkar edene aittir” sözünde geçmektedir. Resulullah (s.a.v)’in verdiği bu haber, tevatür ile ilgili bir bilgidir. Bu bilgi ise, zaruridir.”

Hayâlî (ö. 862/1457) “Şerhu’l-Akâidi’n-Nesefî”ye yazdığı haşiyede (konu ile ilgili olarak) aynen şöyle der:

“(Sa’d’ın, bu hadisin mütevatir olduğu ile ilgili) bu sözü, mücerret bir faraziyedir. (Çünkü Sa’d, sadece konuyu) örneklendirmek için (bu hadisi getirmiştir.) Bu nedenle de bu hadis, ancak meşhur (hadis) olup mütevatir (hadis) değildir.”

(Derim ki:) Bu hadis, mana bakımından mütevatirdir. Nitekim bu husus, anlattıklarımızdan da anlaşılmaktadır. Yine de doğruyu en iyi bilen Allah’tır.

* * *

-193 ﴿ إِذَا حَلَفْتَ عَلَى يَمِينٍ فَرَأَيْتَ غَيْرَهَا خَيْراً مِنْهَا فَكَفِّرْ عَنْ يَمِينِكَ وَائْتِ الَّذِي هُوَ خَيْرٌ ﴾

“Bir şeye yemin edip de peşinden yeminin aksini yapmayı daha hayırlı görürsen, derhal kefaret ver ve yemin ettiği husustan daha hayırlı olanı yap”[9] 

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr” da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.      Abdurrahman b. Semure                    

2.      Adiy b. Hâtim                                    

3.      Abdullah ibn Amr                              

4.      Uzeyne

5.      Muâviye ibnu’l-Hakem

6.      Ümmü Seleme               

7.      Ebu’d-Derdâ’

8.      İmrân b. Husayn

Toplam, 8 kişi.

(Derim ki:) İbn Mende (ö.  470/1077) “Tezkire”de anlattığına göre; bu hadisi, Hz. Peygamber (s.a.v)’den Abdullah ibn Amr (ve ayrıca şunlar) rivayet etmiştir:

9.  Ebu Musa, Ebu’d-Derdâ’                  

10. Ebu Hureyre                                    

11. Enes, Adiy b. Hâtim                         

12. Hz. Aişe

13. Abdullah ibn Mes’ud

14. Abdullah ibn Abbâs   

15. Abdullah ibn Ömer

16. Ebu Saîd, İmrân b. Husayn,    Abdurrahman b. Semure

Tirmizî (ö. 279/892), bu Abdurrahman b. Semure hadisini rivayet etmiştir. Ayrıca bu konuda söz konusu ettiği 8 kişiden de uygunluk bakımından rivayetler geldiğini belirtmiştir. 5 kişinin rivayetini ise göz ardı etmiştir.

Irâkî (ö. 805/1402), Abdullah ibn Mes’ud hadisi ile Abdullah ibn Ömer hadisi hariç bunların rivayet ettikleri hadisler de düzeltme yapmıştır. Ayrıca bunlara, Muâviye ibnu’l-Hakem hadisini de ilave etmiştir.

17. Avf b. Mâlik el-Cuşamî[10]

Bazı alimler der ki: “Uzeyne b. Seleme el-Abdî’den (daha başka) rivayet gelmiştir.”

Bağavî (ö. 516/1122) der ki: “Uzeyne’nin, bu hadisden başka rivayet ettiği (başka) bir hadisini bilmiyorum.”

Tirmizî (ö. 279/892)’de der ki: “Buhârî’ye, Uzeyne hadisinin durumunu sordum. O da: ‘Bu hadis, Uzeyne’nin mürselidir. Çünkü Uzeyne, Hz. Peygamber (s.a.v)’e ulaşmamıştır’ dedi.”

Müslim (ö. 261/875)’ de der ki: “Uzeyne,  tabiun’dandır.”

Yine bu hadis, şu yollardan da gelmiştir:

18. Hasen (el-Basrî)

19. İbn Sîrîn (mürsel olarak)

* * *

-194 ﴿ مَنْ حَلَفَ عَلَى يَمِينٍ صَبْرٍ يَقْتَطِعُ بِهَا مَالَ امْرِئٍ مُسْلِمٍ وَهُوَ فِيهَا فَاجِرٌ لَقِيَ اللّهَ وَهُوَ عَلَيْهِ غَضْبَانُ ﴾

“Kim Müslüman bir kimsenin malını koparmak için -yemininde günahkar olduğu halde (yalan yere)- güzel bir şekilde yemin ederse, (Kıyamet günü) Allah’ın gazabına uğrayarak Allah’a kavuşur”[11]

Bu hadis, şu yollardan gelmiştir:

1.     Eş’as b. Kays                                              

2.     Abdullah ibn Mes’ud                         

3.     Ma’kil b. Yesâr                                

4.     Vâil b. Hucr                                     

5.     İmrân b. Husayn                               

6.     Ebu Musa el-Eş’arî   

7.     Adiy b. Umeyre el-Kindî

8.     Urs b. Umeyre          

9.     Ebu Ümâme el-Hârisî

10.     Câbir b. Âtik     

11.     Hâris ibnu’l-Bersâ’ el-Leysî ve daha bir çokları

Bağavî (ö. 516/1122) der ki: “Hâris ibnu’l-Bersâ’, sadece iki hadis rivayet etmiştir. Birisi bu hadis, diğeri ise ﴿ لا تغزى مكة ﴾ “(Bugünden sonra Kıyamete kadar) Mekke’ye karşı savaş açılmayacaktır” hadisidir.”

  Yine de doğruyu en iyi bilen Allah’tır.

* * *


 

[1]      “Yemin” kelimesi, sözlükte; sağ el, kuvvet anlamına gelmektedir. Türkçe karşılığı, “and”dır. Yemin kelimesini, and anlamında kullanılması; yeminleşme sırasında iki tarafın birbirlerinin ellerinden tutuşma adetlerinden ileri gelmiştir.

        Terim olarak ise; “Allah’ın isim veya sıfatını zikrederek haberin takviyesi” anlamına gelmektedir. Yani bir şeyi yapmak veya yapmamak hususunda belirtilen azme yada iddiaya  kuvvet vermek, muhatabı ikna etmek kastıyla yüce Allah’a kasem yapmak suretiyle yapılan bir akittir. Çoğulu, Eymân’dır.

        Beşeri ilişkilerde akitlerin  bir parçası, bir kısım davalarda iddianın sübut veya nefyi için delil olarak şahidin ifade ve yeminine başvurulduğu için İslam dini, yemin bahsine özel bir önem vermiştir.

[2]      “Dava” kelimesi, sözlükte; dua, talep, niyaz, temenni, nida ve rağbet gibi anlamlara gelmektedir. Terim olarak ise; bir kimsenin, hakimin huzurunda, bir hakkı başkasından talep etmesine denilir.

        Hakkı ihlal edilen fert; bir dava dilekçesiyle hakime başvuru yaparak hakkının tespit edilmesi ve geri verilmesini talep edebilir. Dava dilekçesinde; dava edilen şeyin kıymet ve niteliği belirtilir, eğer gayrı menkul ise hudutları belirtilir ve davalının ikametiyle açık adresi yer alır. Hakim, şekil yönünden eksik olanı işleme koymaz, düzeltilmesini ister.

        Naklettiğimiz hadis; dava sahibinin, davasını ispatlaması için iki şahit bulmazsa, tek şahit bulursa, bir şahit yerine de yeminin yeterli olacağı  görüşünü destekler mahiyettedir.

        Üç imam ve cumhur, bir şahitle davacının yemininin “mal ile ilgili davalarda” yeterli olacağına hükmetmiştir.             Fakat Ebu Hanife, bir şahit ve yeminle  hiçbir surette hüküm verilemeyeceğini, her halükarda iki şahidin şart olduğunu belirtmiştir.

        Yalnız “mal ile ilgisi olmayan davalarda”, yemin ve şahidin kabul edilmeyeceğinde hepsi ittifak halindedir.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Müslim, Akdiye 3 (1712); Ebu Dâvud, Akdiye 21 (3608, 3610); Tirmizî, Ahkam 13 (1343, 1344, 1345); İbn Mâce, Talak (2028), Ahklam 31 (2368, 2369, 2370); Müsned: 1/323, 3/305; Taberânî, el-Evsat, es-Sağir, el-Kebir; Tahâvî, Şerhu Meâni’l-Âsâr, 4/144

[3]      Müslim, Akdiye 3 (1712)

[4]      Adaletin tam olarak tecelli edebilmesi için; dava edilen hakkın ispat edilebilmesi şarttır. Çünkü hakim, tarafların getireceği ve ortaya koyacağı delilleri esas alarak bir hükme varmak mecburiyetindedir. Davacı, haklı olsa bile, varlığını ispat edemediği müddetçe, hakkını elde edemez.

        İslam Hukuku’nda ispat etme mecburiyeti, dava açan kimsenin üzerindedir. Davalı inkar ederse, yemin teklif edilir. Hakkı kesin olarak ortaya koyacak her delil, hakimin vereceği hükme dayanak teşkil eder.

        Bu konuda gelen hadisler için ayrıca b.k.z: Buhârî, Rehin 6, Tefsiru Sure-i Âl-i İmrân 3; Müslim, Akdiye 1 (1711); Ebu Dâvud, Akdiye 23 (3619); Tirmizî, , Ahkam 12 (1341, 1342); Nesâî, Kaza 36; İbn Mâce, Ahkam 7 (2321); Müsned: 2/70;    

[5]      Buhârî, Ahkam 30; Müslim, İman 221

[6]      Buhârî, Husumât 4; Müslim, İman 220 (138); Tirmizî, Büyu 42 (1269); Ebu Dâvud, Akdiye 25 (3621); İbn Mâce, Ahkam 7 (2322)

[7]      Müslim, İman 223 (139); Tirmizî, Akdiye 12 (1340); Ebu Dâvud, Eymân 1 (3245); Müsned: 4/317

[8]      Buhârî, Tefsiru sure-i Âl-i İmran 3; Müslim, Akdiye 1 (1711)

[9]      Yemin, 3 kısma ayrılmaktadır:

1. Yemin-i Lağv: Yanlışlıkla veya doğru olduğu zannıyla yalan yere yapılan yemindir.

        2. Yemin-i Gamus: Yalan yere kasten  yapılan yemindir.

1.  Yemin-i Mün’akide: Mümkün veya gelecek ile ilgili bir şey hakkında yapılan yemindir.

        Örnek: “Vallahi, yarın borcumu vereceğim” veya “Vallahi, filan kişiyle konuşmayacağım” denilmesi gibi. Bir kimse, bu tür bir yemin edipde o yemininden dönmenin daha hayrlı olduğunu görürse, yemininden dönmesi müstehab olur. Yalnız yemininden döndüğü için kefaret vermesi gerekmektedir. Yeminin kefaretiise şudur:

a.     Gücü yetiyorsa, bir köle yada cariye azat etmek.

b.    Sabah-akşam on fakiri doyurmak

c.    On fakire orta halde birer parça elbise giydirmek

d.    Bu üç şeyden birine gücü yetmeyen kimse, aralıksız olarak 3 gün oruç tutması gerekmektedir.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Eymân 1, 10; Müslim, Eymân 7 (1649), 12 (1650), 15 (1651), 19 (1652); Ebu Dâvud, Eymân 17 (3276), Harac (3277); Tirmizî, Eymân 4, 6 (1530); Nesâî, Eymân 15, 16; Muvatta, Eymân 11; Müsned: 2/211; Taberânî, el-Kebir, el-Evsat; Heysemî, Keşfu’l-Estâr, 2/120; Abdurrezzâk, Musannef, 8/194

[10]     Bu, Ebu’l-Ahves’in babasıdır. (Asıl adı, Uzeyne b. Seleme el-Abdî olup tabiun’dandır. Nitekim Buhârî ve Müslim, onun, tabiun’dan olduğunu söylemişlerdir.)

[11]     Yemin-i Gamus: Kişinin yalan kastederek yalan yere Allah adına yemin etmeye denir.

        Üzerine yemin edilen şeyin, içinde bulunulan zamandan önce işlenmiş bir fiil olması şart değildir. Ama bazen öyle de olabilir. Örneğin, bir kimsenin, bir başka kimseyi dövdüğü halde “Vallahi, onu dövmedim” diyerek ettiği yemin, Gamus yeminidir.

        Gamus yemini, Allah adına yemin etmekten başka durumlarda düşünülemez. Çünkü bu yeminin, keffareti yoktur. Yemin eden kişi, günahkar olduğu için tevbe etmesi gerekir. Zira burada hem Allah’ın adı hiçe sayılmakla ve hem de bir kimsenin malı haksız yere gasbedilmeye çalışılmaktadır. Bu nedenle de yemin sahibi, Allah’ın gazabıyla karşı karşıya kalmaktadır. Bundan kurtulmak için ilk önce tevbe etmeli, sonra da kimin malını gasbettiyse o malı geri sahibibne vermelidir.

        Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Müsâkât 4, Eymân 14, 17; Müslim, İman 218-219, 220 (138), Eymân 7 (1649); Ebu Dâvud, Eymân 1 (3243), 2 (3246), 17 (3276); Tirmizî, İman 220 (138), Büyu 42 (1269); Nesâî, Kaza 29, Eymân 15; İbn Mâce, Ahkam 7 (2322), 8 (2323), 11; Muvatta, Akdiye 11; Hâkim, Müstedrek, 4/294, 4/441; Müsned: 4/441; Taberânî, el-Kebir  



621 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın