• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/ali.gulhan.58
  • https://www.twitter.com/ali69gulhan
ali gulhan

İMAN İLE İLGİLİ HADİSLER

İMAN[1] BÖLÜMÜ

﴿ كِتَابُ  الْإِيمَانِ ﴾

-8 ﴿ مَنْ شَهِدَ أَنْ لَا إِلَهَ إِلاَّ اللهُ وَجَبَتْ لَهُ الجَنَّةُ ﴾

“Kim Allah’tan başka İlah olmadığına şahadet getirirse, Cen­net, o kimseye, vacip olur”[2]

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.    Muâz b. Cebel[3]                                                

2.    İtbân b. Mâlik[4]                                     

3.    Ebu Zerr[5]                                           

4.    Osman b. Affân[6]                                  

5.    Ubâde ibnu's-Sâmit[7]      

6.    Ebu Hureyre[8]                            

7.    Ebu Bekr es-Sıddîk[9]                              

8.       Ömer ibnu'l-Hattâb[10]                                                             

9.       Rifâa el-Cühenî[11]                             

10.      Seleme b. Nuaym el-Eşcaî[12]             

11.      Süheyl b. Beyzâ’[13]                           

12.      Şeddâd b. Evs[14]                                           

13.      Abdullah ibn Amr                             

14.      Ebu'd-Derdâ’[15]                                            

15.      Ebu Saîd el-Hudrî[16]                          

16.      Ebu Amre el-Ensârî[17]

17.      Ebu Musa el-Eş’arî[18]

18.      Enes[19]

19.      Bilâl[20]

20.      Cerîr b. Abdullah[21]

21.      Zeyd b. Erkam[22]

22.      Zeyd b. Hâlid[23]

23.      Sa’d b. Ubâde[24]

24.      Abdullah ibn Abbâs[25]

25.      Hureym b. Fâtik[26]

26.      Abdullah ibn Ömer[27]

27.      Ukbe b. Âmir[28]

28.      Umâre b. Ruveybe[29]

29.      İmrân b. Husayn[30]

30.      İyâz el-Ensârî[31]

31.      Nevvâs b. Sem’ân[32]

32.      Ebu Şeybe el-Hudrî[33]

33.      Abdurrahman b. Avf[34]

34.      Câbir b. Abdullah[35]

Toplam, 34 kişi.                                                                   

(Derim ki:) Bu konuda pek çok hadis vardır. Bu hadisler, çeşitli lafızlarla gelmiştir.

Bunların bir kısmında; (biraz önce de) geçtiği üzere ﴿ وَجَبَتْ لَهُ الجَنَّة ﴾ُ “Cennet, o kimseye vacip olur” ibaresi vardır.

Bir kısmında ise; ﴿ دَخَلَ الجَنََّة ﴾َ “Cennete girer” ibaresi vardır.

Bir kısmında ise; ﴿ حَرَّمَ اللهُ عَلَيْهِ النَّارَ ﴾ “Allah, o kimseye Cehennemi ha­ram kılar” ibaresi vardır. Buna benzer daha başka gelen ibareler daha vardır.

Bunlardan bazıları şunlardır:

1. Buhârî ile Müslim’in “Sahîh”lerinde İtbân b. Mâlik’ten rivayet ettikleri hadis şu şekildedir:

﴿ أَنَّ اللَّهَ قَدْ حَرَّمَ عَلَى النَّارِ مَنْ قَالَ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ يَبْتَغِي بِذَلِكَ وَجْهَ اللَّهِ

“Kim Allah’tan başka İlah yoktur (Lâ ilâhe illallâh) deyip de bununla Allah’ın rızasını elde etmek isterse, ‘Allah (o kimseye) Cehennemi haram kılar.’”[36]

2.  Yine Buhârî ile Müslim’in, Enes’ten rivayet ettikleri hadis ise şu şekil­dedir:

﴿ مَا مِنْ أَحَدٍ يَشْهَدُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ صِدْقًا مِنْ قَلْبِهِ إِلَّا حَرَّمَهُ اللَّهُ عَلَى النَّارِ

“Bir kimse Allah’tan başka İlah olmadığına ve Muhammed’in Al­lah’ın Resulü olduğunu kalbinden tasdik ederek şahadet ederse, ‘Allah o kimseye Cehennemi haram kılar’”[37]

 3. Yine Buhârî ile Müslim’in, Ubâde ibnu's-Sâmit’ten rivayet ettikleri hadis ise şu şekildedir:

﴿ مَنْ شَهِدَ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَأَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ حَرَّمَ اللَّهُ عَلَيْهِ النَّارَ ﴾

“Kim Allah’tan başka İlah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Re­sulü olduğunu kalbinden tasdik ederek şahadet ederse, ‘Allah o kimseye Cehennemi haram kılar’”[38] (Hadisin metni, Müslim’e aittir.)

4.  Yine Buhârî ile Müslim’in, Abdullah ibn Mes’ud’dan[39] rivayet ettik­leri hadis ise şu şekildedir:

﴿ مَنْ مَاتَ لَا يُشْرِكُ بِاللَّهِ شَيْئًا دَخَلَ الْجَنَّةَ ﴾

“Kim Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmadan ölürse, ‘Cennete girer’ ”[40]

5.  Buhârî’nin, Ebu Hureyre’den rivayet ettiği hadis ise şöyledir:

﴿ أَسْعَدُ النَّاسِ بِشَفَاعَتِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ مَنْ قَالَ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ خَالِصًا مِنْ قَلْبِهِ أَوْ نَفْسِهِ ﴾

“Kıyamet günü şefaatıma insanların en layık olanı, samimi bir şe­kilde kalbinden -yada içinden- Allah’tan başka İlah yoktur (=Lâ ilâhe illallâh) sözünü söyleyen kimsedir”

6.  Bezzâr (ö. 292/904)’ın, sahih bir senedle, Hz. Ömer’den merfu’ ola­rak rivayet ettiği hadis ise şu şekildedir:

﴿ مَنْ شَهِدَ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ دَخَلَ الْجَنَّةَ ﴾

“Kim Allah’tan başka İlah olmadığına şahadet ederse, ‘Cennete gi­rer’”[41]

7. Bezzâr (ö. 292/904)’ın, ravileri sika bir senedle, Ebu Saîd el-Hudrî’den rivayet ettiği hadis ise şöyledir:

﴿ مَنْ قَالَ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ مُخْلِصًا دَخَلَ الْجَنَّةَ ﴾

“Kim samimi bir şekilde Allah’tan başka İlah olmadığını söylerse, ‘Cennete girer’”

Bu konu ile ilgili buna benzer daha bir çok hadis vardır.

a. Denildi ki: “Kim Allah’tan başka İlah olmadığını ve Muhammed’in Allah’ın resulü olduğunu söylediği takdirde Cennete gireceği ile ilgili bu du­rum, İslam’ın başlangıcında geçerli idi; çünkü İslam’ın başlangıcında davet, tevhidi, net bir şekilde söyleme şeklindeydi. Fakat farzlar, belirlenip had (ce­zaları)nın sınırları tespit edilince, bu hüküm, nesh edildi.”

Bu görüşü; Dahhâk (ö. 105/720), Zührî (ö. 124/741), Süfyân es-Sevrî (ö. 161/777) ve daha bir çokları ileri sürmüştür.

b. Denildi ki: “Bu şekilde Cennete girme meselesi, farzları yapmakla bir­likte Kelime-i Şahadeti getiriren ve büyük günahlarda kaçınan kimse içindir; çünkü bu, Kelime-i Şahadeti söylemeyi gerektiren hususlardandır.”

c. Yine denildi ki: “Bu şekilde Cennete girme meselesi, Kelime-i Şaha­deti gönülden Allah’a tevbe ederek söyleyen ve bu tevbesi üzerine ölen kimse içindir.”

d. Yine bununla kast edilen husus şudur denildi: (Bu sözü söyleyen kim­seye) Cehennem ateşinin haram kılınması ve Cehennem ateşinde yanıp gü­nahlardan arındıktan sonra veya mutlak şekilde baştan itibaren Allah’ın o kimseyi Cennete koymasıdır. Yine de doğruyu en iyi bilen Allah’tır.

(Münâvî) “Feyzu’l-Kadîr”de (Kelime-i Şahadeti söyleyen kimsenin Cennete girme ile ilgili ortak nokta meselesinde) derki:

﴿ مَنْ مَاتَ لَا يُشْرِكُ بِاللَّهِ شَيْئًا دَخَلَ الْجَنَّة ﴾َ “Kim Allah’a hiçbir şeyi şirk koş­madan ölürse, Cennete girer” ile ilgili hadislerdeki ortak nokta, tevatür derecesine ulaşmıştır. Buradaki tevatür, lafzî değil de, manevî tevatürü ifade etmektedir. Bunu iyi düşün.”

* * *


 

-9 ﴿ أُمِرْتُ أَنْ أُقَاتِلَ النَّاسَ حَتَّى يَقُولُوا لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ فَمَنْ قَالَ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ ﴾

“İnsanlar, ‘Allah’tan başka İlah yoktur’ (=Lâ ilâhe illallâh) sö­zünü söyleyinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum.”

Bu hadisin geliş yolunun bir çoğunda şu ilave vardır:

﴿ فَإِذَا قَالُولَهَا عَصَمُوا مِنِّي دِمَاؤُهُمْ وَأَمْوَالُهُمْ إِلَّا بِحَقِّهَا وَحِسَابُهُمْ عَلَى اللَّهِ

“İnsanlar, bu sözü söylediklerinde, İslam’ın hakkı hariç[42] kanları ve mallarını benden korumuş olurlar. Artık onların hesabı, Allah’a aittir.”

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.       Abdullah ibn Ömer[43]                        

2.       Ebu Hureyre[44]                                   

3.       Câbir b. Abdullah[45]                             

4.       Ebu Bekr es-Sıddîk[46]              

5.       Hz. Ömer[47]                                       

6.       Evs b. Evs es-Sakafî[48]                                        

7.       Cerîr b. Abdullah el-Becelî[49]              

8.       Enes[50]

9.       Semure b. Cündub[51]

10.      Sehl b. Sa’d[52]

11.      Abdullah ibn Abbâs[53]

12.      Ebu Bekre[54]

13.      Ebu Mâlik el-Eşcaî, babasından[55]

14.      İyâz el-Ensârî[56]    

15.      Nu’mân b. Beşîr[57]

Toplam, 15 kişi.

(Derim ki:) Suyûtî (911/1505) “Cami’”de bu hadisin mütevatir oldu­ğunu söylemiştir.[58]

Yine Suyûtî “Cami’”de bu hadisle birlikte ﴿ أَفْطَرَ الْحَاجِمُ وَالْمَحْجُومُ ﴾ “Kan verende, alanda iftar etmiştir” hadisinin de mütevatir olduğunu söy­lemiştir.[59]

(Zebîdî’de) “Şerhu’l-İhyâ”da derki: “Bu hadis, mütevatirdir. Bir çok hadisçi, bu hadisin mütevatir olduğunu belirtmiştir.

(Münâvî’de) “Feyzu’l-Kadîr” ile “Teysîr”de buradakine bağlı olarak bu hadisi 15 sahabinin rivayet ettiğini söylemiştir.

(Yine Zebîdî) “Şerhu’l-İhyâ”da derki: “Irâkî’nin de söylediği gibi, bu ha­disi, sahabeden 16 kişi rivayet etmiştir.”

(Daha sonra Zebîdî) bunların isimlerini peş peşe sıralamıştır. Bu hadisi rivayetler içerisinde, Suyûtî’nin ismini anmadığı bazı kişileri de saymıştır:

16.      Muâz b. Cebel

17.      Sa’d b. Ebi Vakkâs

18.      Evs ibn Ebi Evs

Zebîdî, Suyûtî’nin “el-Ezhâr”da ismini andığı sahabi İyâz el-Ensârî ile Evs ibn Evs’i, bu hadisi rivayetler içerisinde saymamıştır.

(Suyûtî) “Camiu’l-Kebîr”de, bu hadisi; sahabeden Evs ibn Evs es-Sakafî ile Amr b. Evs b. Evs es-Sakafî -bu da babasın dan- rivayet edip sonra da derki: “İbn Hacer “el-İsâbe” de dedi ki: İbn Maîn’in belirttiğine göre; Evs ibn Evs es-Sakafî ile Evs ibn Ebi Evs es-Sakafî, aynı kişi değildir.

Ebu Davud ile bir çok hadisçi, (İbn Maîn’in) bu sözüne katılmıştır. Doğ­rusu ise, bu iki kişinin, bir birinden farklı iki kimse olmasıdır; çünkü Evs’in babası ‘Ebi Evs’in asıl adı, Huzeyfe’dir.”

Bu hadisi rivayet edenlerin içerisine şunu da ilave etmiştir:

19.      Belkîn’den bir kişi.

Böylece bu kişi ile birlikte (hadisi rivayet edenlerin toplam sayısı,) 19 ki­şiye tamamlanmış bulunmaktadır.

* * *

-10 ﴿ الْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ ﴾

“Müslüman, (diğer) Müslümanların dilinden ve elinden zarar görmediği kimsedir”

Bu hadis, şu yollardan gelmiştir:

1.       Abdullah b. Amr ibnu'l-Âs[60]   

2.       Ebu Musa[61]                                      

3.       Câbir b. Abdullah[62]                            

4.       Enes[63]                                              

5.       Fudâle b. Ubeyd[64]                             

6.       Ebu Hureyre[65]

7.       Muâz[66]

8.       Amr b. Abese[67]

9.       Bilâl ibnu'l-Hâris[68]

10.      Abdullah ibn Ömer[69]

11.      Ebu Ümâme[70]

12.      Vâsile ibnu'l-Eska’[71]

Toplam, 12 kişi.

(Derim ki:) (Sehâvî) “Mekâsıdu’l-Hasene”de konu ile ilgili olarak aynen şöyle der:

﴿ الْمُسْلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ وَالْمُهَاجِرُ مَنْ هَجَرَ مَا نَهَى اللَّهُ عَنْهُ ﴾     “Müslüman, (diğer) Müslümanların dilinden ve elinden zarar görmediği kimsedir. Muhacir de, Allah’ın haram kıldığı şeylerden uzaklaşan kimse­dir” hadisi, Abdullah ibn Ömer’den (merfu’ olarak) ve Ebu Musa’dan,[72] Buhârî ile Müslim’in üzerinde görüş birliğine vardığı bir hadistir.

Müslim, bu hadisi,  Câbir’den de rivayet etmiştir.

Bu konuda bu hadis;﴿ الْمُؤْمِنُ مَنْ أَمِنَهُ النَّاسُ  "Mümin de, insanların; ken­disinden emin olduğu kimsedir" fazlalığıyla Enes’ten, Bilâl, Amr b. Abese, Fudâle b. Ubeyd, Muâz, Nu’mân b. Beşîr, Ebu Hureyre ve daha bir çoklarından gelmiştir.”

13. Nu’mân b. Beşîr.[73]

Bu hadis ise, (Ali el-Müttekî’nin) “Kenzu’l-Ummâl” adlı eserinde şu şe­kilde geçmektedir:

﴿ أَفْضَلُ الْمُسْلِمِين مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ

“En değerli Müslüman, (diğer) Müslümanların dilinden ve elinden za­rar görmediği kimsedir”

(Ali el-Müttekî,) bu hadisi, İmam Ahmed’e dayandırmıştır.

İbn Hibbân ile Harâitî ise, bu hadisi, Câbir’den de rivayet etmiştir.

Taberânî’de “Kebîr”de ve Harâitî’de, bu hadisi, şu yoldan rivayet et­miştir:

14.  Umeyr b. Katâde el-Leysî[74]

Daha geniş bilgi için “Şerhu’l-İhyâ" adlı kitabın 'Kitâbu âdâbi’l-uhuvve ve’s-sohbe' bölümünden ‘Müslümanın Hukuku’ ile ilgili bahse bakabilirsiniz; çünkü müellif burada bu hadisin geliş yollarına dair bazı şeyler söylemiştir.

* * *

 -11﴿ لَا يَزْنِي الزَّانِي حِينَ يَزْنِي وَهُوَ مُؤْمِنٌ ﴾

“Zinakar, zina ederken, mümin olduğu halde zina etmez”

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.     Abdullah ibn Abbâs[75]

2.     Ebu Hureyre[76]

3.     Abdullah ibn Ebi Evfâ[77]

4.     Abdullah ibn Ömer[78]

5.     Hz. Aişe[79]

6.     Hz. Ali[80]

7.     Abdullah b. Muğaffel[81]

8.     Ebu Saîd el-Hudrî[82]

9.     Şerîk, sahabenin birinden[83] rivayet etmiştir.

Toplam, 9 kişi.

(Derim ki:) (Zebîdî) “Şerhu’l-İhyâ” adlı eserinde (bu hadisi rivayet edenlerin içerisine) şu yoldan geleni de ilave etmiştir:

10.     Abdullah ibn Mes’ud

Daha geniş bilgi için (Zebîdî’nin) “Şerhu’l-İhyâ” adlı eserinin “Akaid Ku­ralları Bölümü” nün son kısımlarına bakabilirsiniz.

* * *

-12 ﴿ اَلْحَيَاءُ مِنَ الْإِيمَانِ ﴾

“Haya, imandadır”

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.    Ebu Hureyre[84]

2.    Abdullah ibn Ömer[85]

3.    Ebu Ümâme

4.    Ebu Bekre[86]

5.    Abdullah b. Selâm[87]

6.    Abdullah ibn Abbâs[88]

7.    Abdullah ibn Mes’ud[89]

8.    İmrân b. Husayn[90]

9.    Ebu Musa[91]

10.    Kurre b. İyâs[92]

Toplam, 10 kişi.

(Derim ki:) (Sehâvî) “Mekâsıdu’l-Hasene”de der ki: “﴿ اَلْحَيَاءُ مِنَ الْإِيمَانِ“Haya, imandandır” hadisi; Abdullah ibn Ömer yolundan müttefekun aleyh­tir.[93]

Müslim’de, bu hadisi, Ebu Hureyre’den rivayet etmiştir.

Bu konuda (bu hadisi rivayet  edenlerden) bir topluluğun (adı daha) geçmektedir.”

Münâvî (ö. 1031/1622)’de “Feyzu’l-Kadîr” ile “Teysîr”de, bu hadisin tevatüre ulaştığını söylemiştir.

* * *

-13 ﴿ سُؤَالُ جِبْرِيلَ النَّبِيّ عَنِ الإِيمَانِ وَالإسْلَامِ وَالإحْسانِ ﴾

“Cebrail’in, Peygamber (s.a.v)’e; İman, İslam ve İhsân’ın mahi­yeti hakkında soru sorması”

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.       Ebu Hureyre[94]

2.       Hz. Ömer[95]

3.       Ebu Zerr

4.       Enes[96]

5.       Abdullah ibn Abbâs[97]

6.       Abdullah ibn Ömer[98]

7.       Ebu Âmir el-Eş’arî[99]

8.       Cerîr el-Becelî[100]

Toplam, 8 kişi.

(Derim ki:) Şeyh Murtaza el-Hüseynî (ö. 1205/1790) ”Ukûdu’l-Cevâ­hiri’l-münîfe fi Edilleti Mezhebi’l-İmam-ı Ebi Hanîfe” adlı kitabında bu konu ile ilgili altı hadis imamından yada bazı hadis imamlarından rivayet ettiği hadislerden elde ettiği kadarıyla bu hadise dair sözü tamamlamış ve bu hadisin geliş yollarını ifade eden farklılığı anlatmıştır. Daha geniş bilgi için bu kitaba başvurabilirsiniz.

* * *

 -14﴿ اَلْإِيمَانُ يَمَانٍ ﴾

“İman, Yemenlidir”

İman, kolayca kabul etmeleri ve oyun eğmeleri sebebiyle Yemen halkına mensuptur demektir.

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.     Ebu Hureyre[101]

2.     Enes[102]

3.     Amr b. Abese[103]

4.     Hz. Osman[104]

5.     Abdullah ibn Ömer[105]

6.     Abdullah ibn Mes’ud[106]

7.     Ukbe b. Âmir[107]

8.     Abdullah b. Avf[108]

9.     Ebu Kebşe el-Enmârî[109]

10.     Abdullah ibn Abbâs[110]

11.    Ravh b. Zenbâ’ el-Cüzâmî[111]

Toplam, 11 kişi.

(Derim ki:) Münâvî (ö. 1031/1622), “Feyzu’l-Kadîr” ile “Teysîr”de, Suyûtî’den naklen, bu hadisin, mütevatir olduğunu söylemiştir.

* * *

-15 ﴿ أَكْمَلُ الْمُؤْمِنِينَ إِيمَانًا أَحْسَنُهُمْ خُلُقًا ﴾

“İman bakımından müminlerin en mükemmeli, ahlak yönün­den en güzel olanıdır”

Suyûtî (ö. 911/1505) “el-Ezhâr”da bu hadisi şu yollardan getirmiştir:

1.        Abdullah ibn Amr ibnu'l-Âs[112]

2.        Ebu Hureyre[113]

3.        Hz. Aişe[114]

4.        Hasan[115]

5.        Umeyr ibn Katâde[116]

6.        Ebu Saîd el-Hudrî[117]

7.        Enes[118]

8.        Câbir b. Abdullah[119]

9.        Abdullah ibn Ömer[120]

Toplam, 9 kişi.

(Derim ki:) Yine bu hadis, şu yollardan da gelmiştir:

10.     Ebu Zerr

11.     Hz. Ali

12.     Câbir b. Semure ve daha bir çokları

Bu hadisin, pek çok lafızları vardır. Bunlardan birisini; Tirmizî, bab başlı­ğında, İbn Hibbân ise Ebu Hureyre’den, Taberânî “Evsat”da ise Umeyr ibn Katâde’den, Hâkim ise Ebu Saîd el-Hudrî’den, Ebu Ya’lâ’da Enes’ten rivayet etmiştir.

﴿ وَأَنَّ مِنْ أَحَبِّكُمْ إِلَىَّ أَحْسَنَكُمْ خُلُقاً ﴾

“Bana en sevgili olanınız, ahlak yönünden en güzel olanınızdır”

Buhârî, bu hadisi, Abdullah ibn Amr’dan rivayet etmiştir.                         

﴿ إِنَّ مِنْ أَكْمَلِ الْمُؤْمِنِينَ إِيمَانًا أَحْسَنُهُمْ خُلُقًا وَأَلْطَفُهُمْ بِأَهْلِهِ ﴾

“İman bakımından müminlerin en mükemmeli, ahlak yönünden en güzel olanı ve ailesine iyi davranandır”

Tirmizî ile Hâkim, bu hadisi, Hz. Aişe’den rivayet etmiştir.

﴿ وَأَنَّ أَحْسَنَ النَّاسِ إِسْلَامًا أَحْسَنُهُمْ خُلُقًا ﴾

“Müslümanlık bakımından  insanların en iyisi, ahlak yönünden de en güzel olanıdır”

İmam Ahmed ise, bu hadisi, Câbir b. Semure’den ceyyid bir senedle ri­vayet etmiştir.

﴿ أَفْضَلُ الْمُؤْمِنِينَ إِيمَانًا أَحْسَنُهُمْ خُلُقًا ﴾

“İman bakımından müminlerin en değerlisi, ahlak yönünden de en güzel olanıdır”

Taberânî’de “Kebîr”de, bu hadisi, Abdullah ibn Amr’dan rivayet etmiş­tir.

﴿ أَفْضَلُ الْمُؤْمِنِينَ أَحْسَنُهُمْ خُلُقًا ﴾

“Müminlerin en değerlisi, ahlak yönünden de en güzel olanıdır”

İbn Mâce ile Hâkim’de, bu hadisi, Abdullah ibn Ömer’den sahih bir senedle rivayet etmiştir.

* * *

-16 ﴿ إِنَّهُ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى فَوْقَ سَمَاوَاتِهِ عَلَى عَرْشِهِ عَلَى حَسَبِ مَا يليقُ بِكَمَالِهِ مِنْ غَيْرِ حُلُولٍ ولا كَيْفٍ ولا تَمْثِيلٍ ولا تَشْبِيهٍ ولا جِسْمِيَّةٍ ولا اِتِّصَالٍ ولا اِنْفِصَالٍ ﴾

“Cenab-ı Allah’ın keyfiyetsiz, temsilsiz,[121] teşbihsiz,[122] cismiyet-siz, ittisalsiz ve infisalsiz bir şekilde kendi kemaline uygun göklerin üstündeki Arş’ın üzerinde bulunması” ile ilgili hadisler

İbn Teymiyye (ö. 728/1327), bir çok risalesinde, bu (konuda gelen) ha­dislerin, mütevatir olduğunu söylemiştir.

Yine İbn Teymiyye (ö. 728/1327) “Akîdetü’l-Vâsitiyye”de bu konu ile ilgili olarak aynen şöyle der:

“Allah’a iman ile ilgili olarak söylediklerimizin içine; gerek Allah’ın kita­bında bildirdiği hususlara, gerek Resulullah (s.a.v)’den tevatüren gelen ha­dislere ve gerekse de Selef imamlarının; Cenab-ı Allah’ın, göklerin üstündeki Arş’ın üzerinde bulunduğu, mahlukatın üzerinde yüce bir yerde bulunduğu, yine O (kulları) nerede olurlarsa olsunlar onlarla birlikte bulunduğu ve onların ne yaptıklarından haberdar olduğuna icma ettiği hususlara iman etmek gir­mektedir.”

Konuyla ilgili ayetlerde ve hadislerde kast edilen husus, bu olabilir.

Yine İbn Teymiyye (ö. 728/1327) “Akîdetü’l-Hameviyyetü’l-Kübrâ”da konuyla ilgili ayetleri, hadisleri ve sahabe ile tabiun’un sözlerini naklettikten sonra şöyle der:

“İşte Allah’ın kitabı başından souna kadar, işte Resulullah (s.a.v)’in sün­neti başından sonuna kadar, işte sahabe ile tabiun’un tüm sözleri; (hep ko­nuyla ilgili) nas’la doludur.[123]

(Bu sözlerin hepsi, baştan sona gerek) zahirleri ve gerekse nasslarla göstermektedir ki; Cenab-ı Allah, her şeyin üstünde, her şeyin üzerinde, Arş’ın üstünde, şöyle yada bu şekilde göğün üstündedir…

Daha bunlar gibi, saymakta bile güçlük çekebileceğimiz nice ayet vardır. Yine burada sayması çok zor olan nice (sahih ve hasen) hadisler vardır…

Bunların sayısını ancak Allah bilir. Zaruri ilimlerin en zarurisi olarak yakinî bir bilgi ifade eden ‘lafzî ve manevî mütevatirlerin’ başta geleni; Al­lah’tan aldığı dini, ümmetine bildiren Resulullah (s.a.v)’in, Cenab-ı Allah’ın Arş’ın üzerine istiva ettiğini ve göğün üzerinde olduğu inancını haber verme­sidir.”

Kast edilen husus, bu da olabilir. 

* * *

-17 ﴿ اِكْتِفَائه صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ بِمُجَرَّدِ الإقْرَارِ بِالشَّهَادَتَيْنِ وَالتَّصْدِيقِ بِمَضْمُونِهَا مِنْ غَيْرِ أَنْ يَأْمُرَهُمْ بِإِقَامَة دَلِيل عَلَى صِحَّتِحِمَا ﴾

“Hz. Peygamber (s.a.v)’in, (Müslüman olurlarken) müşriklerin, Kelime-i Şahadeti mücerret olarak dille söyleyip sıhhatine dair bir delil getirmeyi emretmeksizin sadece Kelime-i Şahadetin içerdiğini kalple tasdik etmekle yetinmesi” ile ilgili hadisler

Nevevî (ö. 676/1277) “Şerhu’l-Müslim”in ‘İman Bölümü’nde ﴿ أُمِرْتُ أَنْ أُقَاتِلَ النَّاسَ...﴾  “İnsanlarla… savaşmakla emrolundum” hadisi ile ilgili ba­histe, bu (konuda gelen) hadislerin, mütevatir olduğunu aynen şöyle söyle­mektedir:

“Hz. Peygamber (s.a.v), (Allah’tan) getirdiklerine iman etme hususunda (sadece) tasdikle yetinmiş, bunları delilleriyle bilmeyi şart koşmamıştır. Bu konuda Buhârî ile Müslim’de peyderpey bir çok hadis rivayet olunmuştur. Bu hadislerin bir araya gelmesiyle, ‘tevatür’ ve kesin bilgi oluşmaktadır.”

İbn Hacer el-Heytemî (ö. 973/1051)’de “Şerhu’l-Ubâb”da derki: “Resulullah (s.a.v)’in, müşriklere yaptığı çağrılarda onların sadece şahadet getirmelerini ikrar ve bunun ispatını tasdik etmeyi istemekle yetindiğine dair haberler, manevî tevatürdür.”

(Gazâlî) “İhyâ”da bu konu ile ilgili olarak şöyle der: “Resulullah (s.a.v), imanı; görgüsüz Araplara, delilini öğretmeksizin sadece tasdik ve ikrar ettir­mekle yetinmiştir.”

(Yine Gazâlî) “İktisâd fi’l-İ’tikâd”da bu konuda şunları da ilave etmiş­tir: “Hz. Peygamber (s.a.v)’in, taklidi iman ile kesin delillere dayanan sağlam iman arasında fark gözetmediği, kendisini tasdik etmekte çabuk davranan görgüsüz Arapların imanını tezkiye hususunda takındığı tavırdan zorunlu ola­rak anlaşılmaktadır. Bu görgüsüz Arapların tasdiki, araştırma ve delille olma­yıp belki de doğruya boyun eğmeye ve gerçeği kabul etmeye rehberlik eden, kalplere işlemiş ipucu (karine) ve doğuşlarla olmuştur.”

Arif ‘de “Havâşî alâ şerhi’s-Suğrâ” da, bu hususu belirtmiştir.

Bu konuda daha geniş bilgi için (Zebîdî’nin) “Şerhu’l-İhyâ” adlı eserine bakabilirsiniz; çünkü (Zebîdî) bu eserinde, Buhârî ile Müslim’in “Sa­hîh”lerinde, bu konu ile ilgili Enes, Ebu Eyyûb ile Ebu Hureyre’den gelen bazı hadisleri anmıştır.

(Daha sonra Zebîdî şöyle) der: “Bu konuda gelen hadisler, çok (olup bunlar) meşhurdur.”

* * *

-18 ﴿ افْتَرَقَتِ الْيَهُودُ عَلَى إِحْدَى وَسَبْعِينَ فِرْقَةً وَتَفَرَّقَتِ النَّصَارَى عَلَى ثِنْتَيْنِ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً وَتَفْتَرِقُ أُمَّتِي عَلَى ثَلَاثٍ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً ﴾

“Yahudiler, 71 fırkaya bölündü. Hıristiyanlarda 72 fırkaya bö­lündü. Ümmetim de, 73 fırkaya bölünecektir”[124]

Suyûtî (ö. 911/1505) “Câmi”de[125] bu hadisi 4 Sünen sahibinden bu la­fızla şu yoldan getirmiştir:

1. Ebu Hureyre.[126]

Münâvî (ö. 1031/1622) “Teysîr”de bu hadisi ceyyid senedlerle getirmiş­tir.

(Derim ki:) Yine bu hadisi, Ebu Hureyre yolundan; İmam Ahmed ile Hâkim’de rivayet etmiştir.[127]

Yine Suyûtî, bu kitabında, bu hadisi, Tirmizî’ye (dayandırarak şu yol)dan getirmiştir:

2.  Abdullah ibn Amr ibnu'l-Âs.[128]

Abdullah ibn Amr, bu hadisi, şu lafızla rivayet etmiştir:

﴿ لَيَأْتِيَنَّ عَلَى أُمَّتِي مَا أَتَى عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ حَذْوَ النَّعْلِ بِالنَّعْلِ حَتَّى إِنْ كَانَ مِنْهُمْ مَنْ أَتَى أُمَّهُ عَلَانِيَةً لَكَانَ فِي أُمَّتِي مَنْ يَصْنَعُ ذَلِكَ وَإِنَّ بَنِي إِسْرَائِيلَ تَفَرَّقَتْ عَلَى ثِنْتَيْنِ وَسَبْعِينَ مِلَّةً وَتَفْتَرِقُ أُمَّتِي عَلَى ثَلَاثٍ وَسَبْعِينَ مِلَّةً كُلُّهُمْ فِي النَّارِ إِلَّا مِلَّةً وَاحِدَةً قَالُوا وَمَنْ هِيَ يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ مَا أَنَا عَلَيْهِ وَأَصْحَابِي ﴾

“İsrail oğullarının üzerine gelen şeyler, aynen ümmetimin üzerine de mutlaka gelecektir. Öyle ki onlardan, açıktan annesiyle zina etmişse, ümmetimden de bu çirkin işi yapan olacaktır… Nitekim İsrail oğulları, 72 fırkaya bölündü. Benim ümmetim de 73 fırkaya bölünecektir. Bunlardan bir tanesi hariç hepsi Cehennemliktir. Bu (fırka), benim ve sahabilerimin üzerinde bulunduğu yol’dan ayrılmayanlardır.”

İmam Ahmed ile Ebu Davud’da, bu hadisi, şu lafızla şu yoldan rivayet etmiştir:

3.  Muâviye b. Ebi Süfyân.[129]

﴿ أَلَا إِنَّ مَنْ قَبْلَكُمْ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ افْتَرَقُوا عَلَى ثِنْتَيْنِ وَسَبْعِينَ مِلَّةً وَإِنَّ هَذِهِ الْمِلَّةَ سَتَفْتَرِقُ عَلَى ثَلَاثٍ وَسَبْعِينَ ثِنْتَانِ وَسَبْعُونَ فِي النَّارِ وَوَاحِدَةٌ فِي الْجَنَّةِ وَهِيَ الْجَمَاعَةُ ﴾

 “Dikkat ediniz ki, sizden önce gelmiş olan Kitap ehli, 72 fırkaya bö­lündü. Bu ümmet de, 73 fırkaya bölünecektir. 72’si Cehennemliktir. Sa­dece birisi, Cennetliktir. Bu da, (benim ve sahâbîleri-min çizgisinden ay­rılmayan) topluluktur.”

Abd b. Humeyd (ö. 249/863)’de, “Müsned”de, bu hadisi, şu lafızla şu yoldan rivayet etmiştir:

4.  Sa’d b. Ebi Vakkâs[130]

﴿ افْتَرَقَتِ بَنُو إسْرَائِيل عَلَى إِحْدَى وَسَبْعِينَ مِلَّةً وَلَنْ تَذْهب الليالي ولا الأيام حَتَّى تَفْتَرِقُ أُمَّتِي عَلَى مِثْلِهَا وَكُلّ فِرْقَةٍ مِنْهَا فِي النَّارِ إِلاَّ وَاحِدَة وَهِيَ الْجَمَاعَةُ ﴾  

“İsrail oğulları, 72 fırkaya bölündü. Geceler ve gündüzler kaldığı sü­rece ümmetim de onlar gibi (fırkalara) bölünecektir. Biri dışında bu fırka­lardan her biri, Cehennemliktir. Bu (fırka), (benim ve sahabilerimin çizgi­sinden ayrılmayan) topluluktur.”

Hâkim (ö. 405/1014)’de “Müstedrek”de ve Taberânî (ö. 360/970)’de “Mu’cemu’l-Kebîr”de, bu hadisi, merfu’ olarak şu yoldan getirmiştir:

5.  Kesîr b. Abdullah b. Amr b. Avf b. Mâlik, babasından, o da atasın­dan.[131]

﴿ألا إنَّ بنى إسرائيل إِفْتَرَقَتْ عَلَى مُوسَى سَبْعِينَ فِرْقَةً كلُّها ضَالَّةٌ إلاَّ فِرْقَةٌ واحدةٌ الإسْلاَمُ وجَمَاعَتُهُمْ ثُمَّ أَنَّكُمْ تَكُونُونَ عَلَى ثِنْتَيْنِ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً كلُّها ضَالَّةٌ إِلاَّ وَاحِدَةٌ الإسْلاَمُ وَجَمَاعَتُهُمْ﴾

“Dikkat ediniz ki, İsrail oğulları, Musa’nın (ölümü) üzerine 70 fırkaya bölündü. Biri hariç bunların hepsi sapıklığa düşmüştür. O da, İslam ve onların toplulukları. Ayrıca siz de 72 fırkaya bölüneceksiniz. Biri hariç bunların hepsi sapıklığa düşmüştür. O da, İslam ve onların toplulukları.”

İmam Ahmed (ö. 241/855)’de, bu hadisi, merfu’ olarak şu yoldan ge­tirmiştir:

6.  Enes.[132]

﴿ إنَّ بنى إسرائيل تَفَرَّقَتْ إِحْدَى وَسَبْعِينَ فِرْقَةً فَهَلَكَ سَبْعُونَ فِرْقَةً وَخلَصتْ فِرْقَةٌ واحدةٌ وَأَنَّ أُمَّتِي سَتَفْتَرِقُ عَلَى إِثْنََيْنِ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً تَهلك إِحْدَى وَسَبْعُونَ فِرْقَةً وتخلص فِرْقَةٌ. قِيلَ: يَا رَسُول اللهِ! من تلك الفرقة؟ قال: اَلْجَمَاعَةُ اَلْجَمَاعَةُ ﴾                

“İsrail oğulları, 71 fırkaya bölündü. 70 fırkası helak oldu. (Sadece) bir fırka kurtuldu. Ümmetim de 72 fırkaya bölünecektir. 71’i helak ola­caktır. (Sadece) bir fırka kurtulacaktır.

‘Ey Allah’ın Resulü! (Kurtulacak olan) bu fırka, kim(ler olacaktır)?’ soruldu. Resulullah (s.a.v)’de:

‘Topluluk, topluluk’ diye cevap verdi.”

İbn Ebi Asım (ö. 287/889)’da, bu hadisi, merfu’ olarak şu yoldan rivayet etmiştir:

7.  Hz. Ali.[133]

﴿ تَفَرَّقَتِ الْيَهُودُ عَلَى إِحْدَى وَسَبْعِينَ فِرْقَةً وَتَفَرَّقَتِ النَّصَارَى عَلَى ثِنْتَيْنِ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً وأَنْتُمْ عَلَى ثَلَاثٍ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً وَأن من أضلها وأخبثها من يتشيع أو الشيعة ﴾

“Yahudiler, 71 fırkaya bölündü. Hıristiyanlar da 72 fırkaya bölündü. Sizler de, 73 fırkaya bölüneceksiniz. Bunların en sapık olanı ve en kötü olanı, Şiiler yada Şia’dır.”

Abdurrezzâk (ö. 211/826)’de, “Musannef”de, bu hadisi, Ma’mer yolun­dan şöyle rivayet etmiştir:

8.  Katâde.[134]

﴿ سَأَلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عليهِ وسلَّمَ عَبْدَ اللهِ بنِْ سَلاَمٍ على كم تَفَرَّقَتِ بَنُو إِسْرَائِيل. فَقَالَ عَلَى وَاحِدَةٍ أَوِ اثْنَتَيْنِ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً. قَالَ: وَأُمَّتِي أَيْضًا سَتَفْتَرِقُ مِثْلَهُمْ أَوْ يَزِيدُونَ وَاحِدَةً كُلُّهَا فِي النَّارِ إِلاَّ وَاحِدَةٌ ﴾

“Abdullah b. Selâm (dedi ki:) Hz. Peygamber (s.a.v), bana (hitaben):

‘İsrail oğulları kaç fırkaya bölündü?’ diye sordu. O da:

71 yada 72 fırkaya bölündü’  diye cevap verdi. Hz. Peygamber (s.a.v)’de:

‘Ümmetim de, onlar gibi (71 yada 72) veya bir fırka fazlaya bölüne­cektir. Biri hariç bunların hepsi, Cehennemliktir’ buyurdu.

Görüldüğü üzere, bu hadis, bir çok yoldan çeşitli lafızlarla gelmiştir. Bu hadisin başka (yollarla nakledilen) lafızları daha vardır.

Hâkim (ö. 405/1014), bu hadisi, bir çok yoldan rivayet edip der ki: “(Kesin bilgi ve) hüccet, bu senedlerle kesinleşmiş olmuştur.”

Zeynü’l-Irâkî (ö. 805/1402) (çeşitli lafızlarla bir çok yoldan gelen bu ha­dis hakkında) şöyle der: “Bu hadislerin senedleri, ceyyâd’dır.”

(Münâvî’de) “Feyzu’l-Kadîr”de bu konu ile ilgili olarak şöyle der: “Suyûtî, bu hadisi, mütevatir hadisden saymıştır.”

Fakat bu hadisi, (Suyûtî’nin) “el-Ezhâr” adlı eserinde bulamadım.

(Seffârînî’de) “Şerhu Akîdeti’s-Seffârînî”de konu ilgili olarak şöyle der: “Hz. Peygamber (s.a.v)’in, ümmetinin, 73 fırkaya bölüneceğini, birisinin Cennetlik olduğunu ve 72 fırkanın ise Cehennemlik olduğunu bildirdiği ha­dise gelince, buhadis; müminlerin emiri Hz. Ali, Sa’d b. Ebi Vakkâs, Abdullah ibn Amr, Ebu’d-Derdâ’, Muâviye b. Ebi Süfyân, Abdullah ibn Abbâs, Câbir, Ümâme, Vâsile, Avf b. Mâlik ile Amr ibn Avf el-Müzenî yolundan rivayet edilmiştir.

Bunların hepsi de (hadisin içerisinde yer alan) ﴿ فِي النَّارِ إِلاَّ وَهِيَ الْجَمَاعَةُ وَاحِدَة ﴾ “Biri, Cennetliktir. O da (benim ve sahabilerimin yolundan ayrılma­yan) topluluktur” ibaresini de söylemişlerdir.

Muâviye hadisinde (konuyla ilgili) geçen lafız ise, Hz. Peygamber (s.a.v) üzerine yalan söz söylemeyi yasaklayan hadis göz önünde bulundurul-maksızın, (az önce belirtilen şekilde) değerlendirilmesi gerekmektedir.”

Burada anlatılmak istenilen husus, Ukaylî (ö. 322/934) ile İbn Adiy (ö. 365/975)’in, Enes’ten getirdiği şu hadisi (dışarıda bırakmak için)dir:

﴿ تَفْتَرِقُ أُمَّتِي عَلَى سَبْعِينَ أَوْ إِحْدَى وَسَبْعِينَ فِرْقَةً كُلُّهُمْ فِي الْجَنَّةِ إِلاَّ فِرْقَةٌ وَاحِدَةٌ. قِيلَ: يَا رَسُول اللهِ مَنْ هُمْ؟ قَالَ: الزَّنَادِقَةُ وَهُمْ قَدَرِيَّة ﴾

Ümmetim, 70 ya da 71 fırkaya bölünecektir. Bir fırka hariç bunların hepsi, Cennetliktir.

 ‘Ey Allah’ın Resulü! Bunlar, kimdir?’ diye soruldu. Hz. Peygamber (s.a.v)’de:

 ‘(Onlar,) Zındıklardır. Bunlar, Kaderiyye’dir’ diye cevap verdi.”

Bir rivayete ise, bu hadis şöyle geçmektedir:

﴿ تَفْتَرِقُ أُمَّتِي عَلَى بِضْعٍ وَسَبْعِينَ فِرْقَةً كُلُّهَا فِي الْجَنَّةِ إِلاَّ فِرْقَةٌ وَاحِدَةٌ. وَهِيَ الزَّنَادِقَةُ ﴾

“Ümmetim, 70 küsur fırkaya bölünecektir. Bir fırka hariç hepsi, Cen­netliktir.  O (fırka ise), Zındıklar’dır.”

İbnü’l-Cevzî (ö. 597/1200), “Mevzuât” adlı eserinin ‘Sünnet Bö­lümü’nde, bu hadisi getirmiştir.

(Suyûtî’de) “Leâlî”de, İbnü’l-Cevzî’nin, bu hadisin uydurma olduğunu belirten görüşüne katılmıştır.

İbn Teymiyye (ö. 728/1327)’de bu hadisin uydurma olduğu ile ilgili ola­rak şöyle der: “Bu hadisin aslı yoktur; çünkü bu hadis, hadisle uğraşan ilim adamlarının görüş birliğiyle, uydurma ve yalandır.”

Bu konuda daha geniş bilgi için (Seffârînî’nin) “Şerhu Akîdeti’s-Seffârînî” adlı eserine bakabilirsiniz. 

* * *

-19 ﴿ ذَمّ الْخَوَارِجِ وَالْأَمْر بِقِتَالِهِمْ ﴾

“Haricileri[135] kötüleme ve onlarla savaşmayı emretme”[136] ile il­gili hadisler

Şeyhülislam İbn Teymiyye (ö. 728/1327) “Nasîhatu’l-Kübrâ” adlı ese­rinde konu ile ilgili olarak olarak aynen şöyle der: “Haricileri kötüleme ve onlarla savaşmayı emreden hadisler, sahih ve bir çok hadis kitaplarında merfu’ olarak şu yollardan gelmiştir:

1.        Müminlerin Hz. Ali                               

2.        Ebu Saîd el-Hudrî                             

3.        Sehl b. Huneyf                                               

4.        Ebu Zerr el-Gıfârî

5.        Sa’d b. Eb. Vakkâs

6.      Abdullah ibn Ömer

7.      Abdullah ibn Mes’ud ve daha bir çokları

Hz. Peygamber (s.a.v), Haricileri şöyle anlatmaktadır:

﴿ يَحْقِرُ أَحَدُكُمْ صَلاَتَهُ مَعَ صَلاَتِهِمْ وَصِيَامِهِ مَعَ صِيَامِهِمْ وَقِرَاءَتِهِ مَعَ قِرَاءَتِهِمْ يَقْرَءُونَ الْقُرْآنَ لاَ يُجَاوِزُ حَنَاجِرَهُمْ يَمْرُقُونَ مِنَ الإِسْلاَمِ كَمَا يَمْرُقُ السَّهْمُ مِنَ الرَّمِيَّةِ أَيْنَمَا لَقِيتُمُوهُمْ فَاقْتُلُوهُمْ - أَوْ قَالَ- فَقَاتِلُوهُمْ فَإِنَّ فِي قَتْلِهِمْ أَجْراً عِنْدَ اللّهِ لِمَنْ قَتَلَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لَئِنْ أَدْرَكْتَهُمْ لَاَقْتُلَنَّهُمْ قَتْلُ عَادٍ ﴾

“Sizin içinizden bir topluluk çıkar ki, onlar, sizden birisinin kıldığı namazı, kendilerinin kıldığı namaz; tuttuğunuz orucu, kendilerinin tuttuğu oruc ve okuduğunuz kıratı, kendi okudukları kıraat karşısında küçümser­ler. Onlar, Kur’an-ı okurlar, fakat okudukları Kur’an, boğazlarını geçmez. Onlar, okun yaydan çıkması gibi İslam’dan çıkarlar. Onlarla nerede karşı­laşırsanız, hemen onları öldürün. -yada şöyle buyurdu:- Onlarla savaşın; çünkü onları öldüren kimseye Kıyamet gününde Allah’ın vereceği bir ücret vardır. Eğer onlara yetişecek olursam, (Vallahi) Âd kavminin öldürülmesi gibi[137] onları öldürürüm.”[138] (İbn Teymiyye’nin sözü burada bitmektedir.)

(Yine İbn Teymiyye) “Risâletü’l-Furkân” adlı eserinde konu ile ilgili ola­rak aynen şöyle der: “Haricileri kötüleme ve onlarla savaşmayı emretme hu­susunda gerçekten pek çok hadis vardır. Hadis otoriterlerine göre, bu hadis­ler; (Kıyamet günü) Allah’ın görülmesi, Kabir azabı ile fitnesi, Şefaat ve Havz ile ilgili hadisler gibi mütevatirdir.”

* * *

-20 ﴿ إِنَّ الإِسْلاَمَ بَدَأَ غَرِيبًا وَسَيَعُودُ غَرِيبًا كَمَا بَدَأَ فَطُوبَى لِلْغُرَبَاءِ ﴾

“İslam (eşine rastlanmadık bir şekilde) garib[139] olarak başlamış­tır. Yine ilk başladığı gibi garib olarak (eski) haline döne­cektir. Gariblere müjdeler olsun!”

Suyûtî (ö. 911/1505) “Câmi’”de,[140] bu hadisi, bu lafızla şu yollardan ge­tirmiştir:

1.      Ebu Hureyre[141]

2.      Abdullah ibn Mes’ud[142]

3.      Enes[143]

4.      Selmân el-Fârisî

5.      Sehl b. Sa’d[144]

6.      Abdullah ibn Abbâs[145]

Münâvî (ö. 1031/1622), bunlara, “ve daha bir çokları” sözünü ilave etmiştir.

Sehâvî (ö. 902/1496)’de “Mekâsıd”da bu hadisi, şu lafızla nakletmiştir:

﴿ بَدَأَ الإِسْلاَمُ غَرِيبًا وَسَيَعُودُ ﴾

“İslam, garib olarak başlamıştır ve….. dönecektir”

Müslim (ö. 261/875) ise “Sahîh” adlı eserinde, bu hadisi, Yezîd b. Keysân’dan, o da Ebu Hâzim’den, o da Ebu Hureyre’den merfu’ olarak bu lafızla rivayet etmiştir.

Yine Müslim, bu hadisi, (şu lafızla) Asım b. Muhammed el-Umerî’den, o da babasından, o da

7.  Abdullah ibn Ömer’den[146] merfu’ olarak şöyle rivayet etmiştir:

﴿ إِنَّ الْإِسْلَامَ بَدَأَ غَرِيبًا وَسَيَعُودُ غَرِيبًا كَمَا بَدَأَ وَهُوَ يَأْرِزُ بَيْنَ الْمَسْجِدَيْنِ كَمَا تَأْرِزُ الْحَيَّةُ فِي جُحْرِهَا ﴾

“İslam, garib olarak başlamıştır. Yine ilk başladığı gibi, garib olarak (eski haline) dönecektir. İslam, yılanın, deliğine çekildiği gibi iki mesci­din[147] arasına çekilecektir”[148]

Ayrıca bu hadis, şu yollardan da gelmiştir:

8.  Câbir

9.     Sa’d b. Ebi Vakkâs,[149] Sehl ibn Sa’d, Selmân el-Fârisî ile Abdullah ibn Abbâs

10.     Abdullah ibn Amr[150] ile Abdullah ibn Mes’ud

11.      Abdurrahman b. Seneh[151]

12.     Hz. Ali

13.     Amr b. Avf

14.     Vâsile

15.     Ebu Ümâme

16.     Ebu’d-Derdâ’

17.     Ebu Saîd el-Hudrî

18.     Ebu Musa ve daha bir çokları

Beyhakî (ö. 458/1066)’de “Şuab”da, bu hadisi, şu yoldan (şu lafızla) getirmiştir:

19.  Şüreyh ibn Ubeyd (mürsel olarak)

 ﴿ أَنَّ الإِسْلاَمَ بَدَأَ غَرِيباً وَسَيَعُودُ غَرِيباً فَطُوبَى لِلْغُرَبَاءِ إِلاَّ أَنَّهُ لاَ غُرْبَة عَلَى مُؤْمِنٍ مَنْ مَاتَ فِي أَرْضِ غُرْبَةٍ غَابَتْ عَنْهُ بَوَاكيهِ إِلاَّ بَكَتْ عَلَيْهِ السَّمَاء والأرض ﴾

“İslam, garib olarak başlamıştır. Yine garib olarak (eski haline) dö­necektir. Gariblere müjdeler olsun! Yaşadığı toprak parçası üzerinden ölen mümin kimseye ‘garib’ dir denmez. Gariblik, yaşadığı toprak parça­sından uzakta yaşayan kimse için geçerlidir. Gök ve yer, (işte bu şekilde ölen) bu kimse için yas tutar.” (Sehâvî’nin sözü burada bitmektedir.)

Suyûtî (ö. 911/1505), “Şerhu’t-Takrîb”de, bu hadisi, mütevatir hadisler içerisinde saymıştır. Fakat bu hadisi, (Suyûtî’nin) “el-Ezhâr” adlı eserinde göremedim.

Bu konuda daha geniş bilgi için Suyûtî (ö. 911/1505)’nin “Cem’u’l-Cevâmi’” adlı eseri ile (Zebîdî’nin) “Şerhu’l-İhyâ’” adlı kitabının ‘İlim Bö­lümü’nün üçüncü babına bakabilirsiniz. 

* * *


 

[1]     “İman” kelimesi, sözlükte; doğrulamak, tasdijk etmek, bir şeye veya bir kimseye inanıp güven­mek anlamına gelmektedir. Terim olarak ise; Hz. Peygamber (s.a.v)’in, Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen zarurat-ı diniye denilen İslami esasların, hükümlerin ve haberlerin doğru ve gerçek olduğuna tereddütsüz inanmaya denir.

[2]     “Lâ ilâhe illallah” ifadesi, Kelime-i Tevhidi belirtmektedir. Bazı rivayetlerde, sadece”Lâ ilâhe illallah” ifadesi geçerken, bazı rivayetlerde ise hem “Lâ ilâhe illallah”  ve hem de “Muhammedu’r-Resulullah” ifadesi geçmektedir. Bu rivayetlerdeki farklılıkların nedeni; Hz. Pey­gamber (s.a.v)’e sorulan sorudan ve değişik meselelerden kaynaklanmaktadır. Çünkü bu ifade­den birini diğerinden ayırmak, mümkün olmayacak bir şekildeki bir bütünü teşkil etmektedir. Bu iki ifade, kişiyi kurtuluşa götürecek ifadelerdir. Fakat şunu da unutmamak gerekir ki; bu çeşit hadisler, kişinin dünya hayatında terk ettiği ibadetler ve kul hakkıyla ilgili günahlar sebebiyle maruz kalınacak azabtan kurtulmaya garanti vermemektedir. Çünkü İslam akidesine göre; kal­binde az da olsa iman olan kimse cehennemde cezasını çektikten sonra cennete gidecektir. Bu çeşit müjdeli hadisler; ibadet görevini bırakmayı gerektirmez. Kulluk her an yapılması gerekli bir görevdir. 

[3]     Buhârî, Libas 101, Rikak 37, İsti’zan 30, Tevhid 1, Cihad 46; Müslim, İman 49, 50; Ebu Dâvud, Cenaiz 20 (3116); Tirmizî, İman (2643); İbn Mâce, Zühd 37 (4312)

[4]     Buhârî, Teheccüd 36; Müslim, Mesacid 47 

[5]     Buhârî, Rikak 13, Tevhid 33; Müslim, İman 153 (94), Zekat 9; Tirmizî, İman 18 (2646)

[6]     Müsned, 1/63

[7]     Buhârî, Enbiya 48; Müslim, İman 46 (28)

[8]     Buhârî, İlim 34, Rikak 50; Müslim, İman 10

[9]     Müsned, 1/5

[10]    Müsned, 1/16

[11]    Müsned, 4/345

[12]    Müsned, 4/16

[13]    Müsned, 4/260; Taberânî, el-Kebir (6348)

[14]    Müsned, 3/451; Taberânî, el-Kebir, (6033, 6034); Heysemî, Mecmâu’z-Zevaid, 1/10

[15]    Müsned, 6/442

[16]    Buhârî, Tevhid 24, 36; Müslim, İman 147, 149, 185, 302; Ebu Dâvud, Salat 361 (1529); Tirmizî, İman (2598)

[17]    Müsned, 3/417

[18]    Müsned, 4/402; Taberânî, el-Kebir; Heysemî, Mecmâu’z-Zevaid, 1/16

[19]    Buhârî, İlim 49; Müslim, İman 48 (30)

[20]    Taberânî, el-Kebir

[21]    Taberânî

[22]    Taberânî

[23]    Taberânî

[24]    Taberânî

[25]    Taberânî

[26]    Taberânî; Bezzâr

[27]    Taberânî

[28]    Taberânî

[29]    Taberânî

[30]    Taberânî

[31]    Taberânî

[32]    Taberânî

[33]    Taberânî, el-Kebir, (790)

[34]    Bezzâr

[35]    Müslim, İman 40, 151 (93); Ebu Ya’lâ

[36]    Buhârî, Teheccüd 36; Müslim, Mesacid 47

[37]    Buhârî, İlim 49; Müslim, İman 48 (30)

[38]    Buhârî, Enbiya 48; Müslim, İman 46 (28)

[39]    Buhârî, Cenaiz 1; Müslim, İman 150 (92)

[40]    Buhârî, Rikak 50

[41]    Bezzâr, Müsned, 1/276 (174)

[42]    Bu garantiden hariç tutulan “İslam’ın Hakkı” ile kast edilen; kanunî cezalar ve yaptırımlardır. Suç işlediği takdirde fiiline uygun ceza verilir. Bu tür uygulama, Müslümanlar ve İslam’a yeni girmiş olanlar içindir. Bunların işlemiş oldukları suçlar dışında kanları, malları ve canları devlet tarafından koruma altına alınır.

[43]    Müslim, İman 36 (22)

[44]    Müslim, İman 32 (20), 33 (21)

[45]    Müslim, İman 35; Taberânî, el-Kebir

[46]    İbn Ebi Şeybe, Musannef

[47]    İbn Ebi Şeybe, Musannef

[48]    İbn Ebi Şeybe, Musannef

[49]    İbn Ebi Şeybe, Musannef;  Taberânî, el-Kebir

[50]    Taberânî

[51]    Taberânî

[52]    Taberânî, el-Kebir

[53]    Taberânî

[54]    Taberânî

[55]    Müslim, İman 37 (23), 38; Taberânî, el-Kebir

[56]    Bezzâr

[57]    Bezzâr

[58]    Suyûtî, el-Camiu’s-Sağîr, H. No: 1630

[59]    Suyûtî, el-Camiu’s-Sağîr, H. No: 1309

[60]    Buhârî, İman 4; Müslim, İman 64 (40); Ebu Dâvud, Cihad 2 (2481); Nesâî, İman 9; Müsned, 3/160, 163, 205, 206

[61]    Buhârî, İman 5; Müslim, İman 66 (42

[62]    Müslim, İman 65 (41); Müsned, 3/154, 291, 372

[63]    Hâkim, Müstedrek, 1/10; Heysemî, Keşfu’l-Estar, 1/19 (21)

[64]    Hâkim, Müstedrek, 1/10; Müsned, 6/22

[65]    Nesâî, İman 8; Tirmizî, İman 12 (2629); Hâkim, Müstedrek, 1/10

[66]    Müsned, 3/440

[67]    Müsned, 4/114

[68]    Taberânî; Hâkim, Müstedrek, 3/517

[69]    Taberânî

[70]    Taberânî

[71]    Taberânî

[72]    Buhârî, İman 5; Müslim, İman 66 (42)

[73]    Ali el-Müttekî, Kenzu’l-Ummâl

[74]    Taberânî, el-Kebir; İbn Hibbân; Harâitî

[75]    Buhârî, Hudud 11

[76]    Buhârî, Hudud 1, 9, Mezalim 30; Müslim, İman 100 (57); Ebu Dâvud, Sünnet 16 (4689); Tirmizî, İman 11 (2627); Nesâî, Sarık 1

[77]    Müsned, 4/353; Ebu Nuaym, Hilye, 3/164, 322, 369, 6/256, 8/117-157; Bezzâr

[78]    Taberânî, el-Kebir; Bezzâr

[79]    Heysemî, Keşfu’l-Estar, (112)

[80]    Taberânî; Ebu Avâne, Müsned, 1/20

[81]    Taberânî, el-Kebir

[82]    Taberânî, el-Evsat; Bezzâr

[83]    Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl, 1/72

[84]    Buhârî, İman 3; Müslim, İman 57-58 (35-36); Nesâî, İman 16; Ebu Dâvud, Sünnet 15 (4676); Tirmizî, İman 6 (2617); İbn Mâce, Mukaddime 9 (57); Müsned, 2/501

[85]    Buhârî, İman 14; Müslim, İman 59 (36); Tirmizî, İman 7 (2615); İbn Mâce, Mukaddime 9 (58)

[86]    İbn Mâce, Zühd 17 (4184); Ebu Nuaym, Hilye, 3/60

[87]    Taberânî

[88]    Taberânî

[89]    Taberânî, el-Kebir (409)

[90]    Taberânî

[91]    Taberânî

[92]    Ebu Ya’lâ

[93]    “Muttefekun aleyh” ifadesi, Buhârî ile Müslim’in, rivayet ettikleri hadis üzerinde görüş birliğine vardığı hadis için kullanılır.

[94]    Buhârî, İman 37; Müslim, İman 5 (9); İbn Mâce, Mukaddime 9 (64); Müsned, 2/426

[95]    Müslim, İman 1 (8); Nesâî, İman 6; Ebu Dâvud, Sünnet 17 (4695); Tirmizî, İman 4 (2613); İbn Mâce, Mukaddime 9 (63)

[96]    Buhârî, İlim 6; Müslim, İman 10 (12); Nesâî, Siyam 1; Ebu Dâvud, Salat 23 (486)

[97]    Müsned, 1/319

[98]    Müsned, 2/107

[99]    Müsned,4/129, 164

[100] Müsned, 4/357

[101] Buhârî, Menakib 1, Meğazi 74, Bed’ü’l-halk 15; Müslim, İman 85 (52); Tirmizî, Fiten 61 (2244); Muvatta, İsti’zan 15

[102] Müsned, 3/224

[103] Müsned, 4/387

[104] Hâtıb, Tarih-u Bağdat, 13/291

[105] Taberânî

[106] Taberânî, el-Kebir (10055)

[107] Taberânî, el-Kebir (851)

[108] Taberânî

[109] Taberânî, el-Kebir (857)

[110] Bezzâr

[111] Ebu Nuaym (Bu kişinin, sahabi olduğu söylenmiştir. Yine bu kişinin, tabiundan olduğu da söylenmiştir. Doğru olanı da budur.)

[112] Buhârî, Menakib 51

[113] Ebu Dâvud, Sünnet 14; Tirmizî, Rada’ 11; Dârimî, Rikak (2672)

[114] Tirmizî, İman 6; Müsned, 6/47, 99; Hâkim, Müstedrek, 1/53

[115] İbn Ebi Şeybe, Musannef

[116] Taberânî, el-Evsat

[117] Taberânî

[118] Ebu Ya’lâ

[119] Bezzâr

[120] İbn Mâce, Zühd 31; Bezzâr

[121] Temsîl, her bakımdan benzerinin olduğunu söyleyerek bir şeyin mislinin olduğunu kabul etmek­tir.

[122] Bir şeye bazı yönleriyle benzeyen bir başka şeyin varlığını kabul etmek demektir.

[123] Konu ile ilgili hadisler için b.k.z: Buhârî, Meğazi 61, Tevhid 55; Müslim, Mesacid 33, Zekat 65, 144, Tevbe 14-16, Kader 17, Cennet 35, 37, 38; Tirmizî, Da’vat 104, Kader 7; Ebu Dâvud, Salat 167, Menasik 56, Sünnet 18; İbn Mâce, Mukaddime 13, Zühd 31; Müsned, 1/206, 2/364, 4/21, 140

[124] Fırka kelimesi, sözlükte; parça, grup gibi anlamlara gelmektedir. Terim olarak ise; İslam Ta­rihi’nde belli bir şahıs veya o şahsa uyan topluluğun, siyasi ve kelami gayelerle İslam’ın temel esasları olan Kur’an-ı Kerim’i ve sünneti  anlamada bir yöntem geliştiren düşünce sistemine fırka denir.

     Fırka kelimesinin çoğulu, “Fırak”tır. Fırka kelimesine bazen “Nıhle”de denilir.

     Genel olarak, fıkhi sahadaki topluluklara “mezhep”, siyasi ve kelami sahadaki topluluklara da “fırka” denilir.

     Ümmetin bir dışı dışında hepsinin cehennemlik olduğu, yetmişin üzerinde fırkaya ayrılacağını bildiren hadisin sabit oluşu ve delalet ettiği mana üzerinde çok konuşulmuştur:

1. Burada dikkat edilmesi gereken şey; hadisin, Buhârî ve Müslim’de yer almadığıdır.

2. Hadisin diğer bazı rivayetlerinde “biri hariç hapsi cehennemliktir” ifadesi geçmemektedir. Sa­dece fırkalara ayrılma ve bu fırkaların sayıları sözkonusu edilmiştir. Bu fazlalığın geldiği rivayetle­rin senedleri, zayıf olup ancak bir araya getirildiklerinde kuvvet kazanır. 

3. Geçmiş dönem ve çağımız alimleri, bu hadisi; hem sened itibariyle ve hem de metin ve mana itibariyle eleştirmişlerdir. Çünkü hadis, bu ümmeti, fırka fırka olma ve ihtilaf etme noktasında Yahudi ve Hıristiyanlardan daha kötü bir durumda nitelemektedir. Oysa bu ümmet, insanlara,- şahitler kılınmış ve bütün insanlık için çıkarılmış en hayırlı ümmet olarak nitelenmiştir.

Yalnız hadiste iki büyük problem daha bulunmaktadır:

a. Ümmetin sayı olarak Yahudi ve Hıristiyanlardan daha fazla fırkaya ayrılacağı kesin bir dille ifade edilmiş olması.

b.  Biri hariç hepsinin cehennemlik olacağı yine kesin bir dille belirtilmiş olması.

Bu ifadeler; her fırkanın yalnızca kendisinin “Fırka-i Naciye” (=kurtulan fırka), diğerlerinin ise “helak olan fırka” olduğu iddiasına kapı açmaktadır. Bu durumda ise, ümmetin parçalanması, birbirlerinin ayıp ve kusurlarını ortaya dökmeleri sözkonusu olur. Bu hal, onları toptan zayıflata­cak, düşmanlarını güçlendirecek ve birbirlerine karşı saldırıya tahrik edecektir. Ümmetin birbirini sapıklıkla ve hatta küfürle itham etmesine yol açacağı düşüncesiyle hem selefi ve hem de sufi olan allame İbnü’l-Vezir (ö. 840/1436), genel olarak hadisi ve özel olarak ise bu fazlalığı tenkit etmiştir.

Hadiste geçen “ümmetim” ifadesi; bu fırkaların hepsinin, Hz. Peygamber (s.a.v)’in ümmetinden bir parça olduklarını ve küfür ile şirke düşmeyenler hariç işlemiş oldukları bidatlere rağmen İslam dininden çıkmadıklarını göstermektedir. “Cehennemlik” ifadesiyle; onların, cehennemde kafirler gibi ebedi kalkmayacağını gösterir. Sadece günahkar ve asi müminler gibi cehenneme girecek, daha sonra da oradan çıkacaklardır.        

[125] Suyûtî, Câmiu’s-sağir, H. No: 1223

[126] Ebu Dâvud, Sünnet 1 (4596); Tirmizî, İman 18 (2642); İbn Mâce, Fiten 17 (3991)

[127] Müsned, 2/332; Hâkim, Müstedrek, 1/6, 1/128

[128] Tirmizî, İman 18

[129] Ebu Dâvud, Sünnet 1; Müsned, 4/102

[130] Abd b. Humeyd, Müsned, 1/79 (148)

[131] Hâkim, Müstedrek, 1/6, 1/219 (445); Taberânî, el-Kebir, 17/13 (3), 18/51 (91), 18/70 (129); İbn Ebi Asım, Sünne, 1/25 (45), 1/32 (63)

[132] Müsned, 3/120, 145

[133] İbn Ebi Asım, Sünne, 2/481 (995)

[134] Abdurrezzak, Musannef, 10/156 (18675)

[135] Hariciler, Hz. Osman’ın şehid edilmesiyle başlayan iç karışıklıkların sonunda ortaya çıkan bir fitne grubunun adıdır. Bunlar, Sıffîn savaşından sonra Hz. Ali ile Muâviye arasındaki ihtilafın, iki hakem tarafından Kur’an’a göre çözümlenmesi şeklinde bir karara varılınca, b ukararı, “Kur’an’a” uygun bulmamışlardır. Hz. Ali fiilen halife seçilince, onların üzerine giderek onlarla savaşmıştır. Hz. Ali’ye karşı siyasî bir eylem olarak ilk toplandıkları yerin adı, “Harûra” olduğu için bunlara “Harûrîler” de denmiştir.

     Hariciler, “büyük günah işleyen kimse kafir olur” diye ortaya attıkları bir prensible hareket ettik­leri için zamanla Kelamî,- Siyasî bir fırka mahiyetini kazanmışlardır.

      Hariciler, değişik kollara ayrılmıştır. Zamanımıza kadar varlığını sürdüren kolu, İbadiye’dir. Bugün Tunus, Cezayir ve Umman’da bunlara rastlanmaktadır. Zengibar’ın resmi mezhebinin “İbadiye” olduğu bilinmektedir.

[136] Konu ile ilgili hadislerde, “Hariciler” kelimesi bazen geçmekte ve bazen de geçmemektedir. Esasen bu tür hadislerde, sonradan ortaya çıkması muhtemel bir takım  kimseler ve bu kimsele­rin özellikleri sayılmaktadır. Bazı İslam alimleri, bu özellikleri göz önünde bulundurarak, bu kim­selerin, Hariciler olduğunu sanmışlardır.

     Harici, kelime anlamıyla, “çıkan” anlamına gelmektedir. Hariciler de, çıkanlar anlamına gelmekte­dir. İşte Hz. Peygamber (s.a.v), burada bir durum tespiti yaparak, Müslüman gibi görü­nüp de gerçekte ise okun yaydan çıkması gibi İslam Dininden çıkan kimseleri anlatmaktadır. Bunların, Hariciler olabileceği gibi, bu özelliklere sahip  ve Müslüman gözüken her topluluk ola­bilir. İslam Tarihinde ortaya çıkan Hariciler ile ilgili olarak, onların, İslam dininden çıkıp kafir ol­duklarını söylemek, çok zor bir olay. O zamana kadar sahabe arasında bir takım farklılıklar ol­masına rağmen, onlar, düşünce ve eylem anlamında yeni bir Kelamî-Siyasî bir ekol ve fırka ola­rak ortaya çıktıkları için onlara “Hariciler” denmiştir. Yoksa “ayrılanlar” anlamına gelen Mu’tezile Mezhebi için onlara mensup kimselerin direkt olarak kafir oldukları ileri sürülmemiştir. Bu durum, Kelamî, Siyasî, Tasavvufî vb. bir yapıya sahip her Müslüman topluluk için geçerlidir. Ama bazen bu topluluklar içerisinde yer alan bazı kimseler, ileri sürdükleri fikirler gereği tekfir edildikleri olmuşsa da, bu toplulukların, tümden kafir olduklarını ileri sürmek ve bunların ebedi olarak Cehennemde yanacaklarını söylemek, yakışık almaz.  

[137] Âd kavmi, küfür ve isyanda kalmayı sürdürünce, Allah, onların üzerine, her şeyi tozu dumana katan bir rüzgar göndermek suretiyle onları helak etmiştir. Bununla ilgili olarak b.k.z: Hûd: 11/53-55; Ahkâf: 46/24-25; Zâriyât: 51/41-42

[138] Buhârî, Fezâilu’l-Kur’an 36, Menâkıb 25, İstitâbe 6; Müslim, İman 154 (1066); Ebu Dâvud, Sünnet 31 (4767); Nesâî, Tahrîmu’d-Dem 26

[139] “Garip”, yabancı yerde bulunan kimseye denir. Hadis, müminin; hangi şartlarda olursa olsun gelecek hakkında karamsar ve kötümser olmaması gerektiğini belirtmektedir. Öyleyse hadisi; “İslam, tarihte eşine rastlanmayan fevkalade hızlı bir yükselmeyle başladı. Ahir zamanda da tek­rar böyle bir yükselmeye mahzar olacak” şeklinde anlamak, o mutlu günleri hazırlayan “garipler olma” emel ve gayretine girmek daha uygundur.

     Şu halde Resulullah (s.a.v), İslam dışı adetleri hayattan çıkararak asli hüviyetiyle İslam’ı hayata tatbik edecek olan garipleri müjdelemekte, ümmete de böyle bir istikbali müjdelemektedir.

     Hadisin bazı lafızlarında karamsarlık belirten ifadeler varsa bile, müjdeli hali anlatan şu hadis, garipleri şöyle anlatmaktadır:

      “Garipler, benden sonra insanların ifsat edip bozdukları sünnetimi düzeltecek olan kimselerdir” (Tirmizî, İman 13

[140] Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, 1/20, H. No: 1951,

[141] Müslim, İman 232 (145); Tirmizî, İman 13 (2631); İbn Mâce, Fiten 15

[142] Müsned, 1/398

[143] Taberânî, el-Kebir

[144] Taberânî, el-Kebir, 6/164; Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, 7/278

[145] Müsned, 4/73

[146] Müslim, İmân Müslim, İman 232 (146)

[147] İki mescid ile kast edilen, Mekke’de bulunan Mescidi Haram ile Medine’de bulunan Mescidi Nebevî’dir.

[148] Müslim, İmân 232 (146)

[149] Müsned, 1/184; Heysemî, a.g.e., 7/277

[150] Müsned, 2/177, 222

[151] Müsned, 4/73



664 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın